Bir Portre Denemesi

Kitaba konan "Bir Portre Denemesi" adı tevazuyu ifade etmektedir; eli gerçekten kalem tutan, kendini bilene, ele aldığı konuyu idrak edene yakışan bir başlık. En sıradan insan bile fark edilmeyen derinlikler, komplike özellikler taşıyabilir. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin portresini çizmek gerçekten zordur.

Gandi gibi etkisi kendisinden sonra da devam edecek insanların hayatlarını anlatan kitaplar ne kadar çoktur; ama hangisi Gandi'yi tam anlatabilmiştir; bütün yazılanlar bir araya gelse yine de bir eksiklik kalacağı için Tagore onu "Büyük Ruh" olarak ifade etmiştir. Ruh gerçektir; fakat nasıl anlatılırsa anlatılsın, ruhun cevheri anlatıldı denemez; eksik dahi olsa anlatılmalı ki, biz ruhun varlığından haberdar olabilelim. Sayın Ali Ünal ortaya koyduğu kapsamlı eserle övülmeyi hak etmiştir. Ölçüleri çok iyi kullanarak Hocaefendi'nin yetiştiği, şahsiyetini bulduğu ortamı gözler önüne sermiştir. Haysiyetli bir insan yakınında bulunduğu sevdiği ve kamuoyuna mal olmuş büyük bir insan hakkında yazar kalemini dizginler; fakat bazı şeyleri söylemeyi de boynuna borç bilir; bunların da Ünal'ın işini zorlaştırdığı muhakkaktır. Bu handikaplara rağmen konunun altından kalkmasını bilmiştir. O, araştırmacı olarak görevini yapmış, malzemeyi ortaya koymuştur. Şimdi sıra sanatçının, romancınındır; "İslam'ın melül kuğusu"nun acısını, melalini bütün ümmet, hatta insanlığa yaymak onun görevidir; ancak böylece rengi, dili ne olursa olsun, güneşin sızmadığı bölgelerdeki yalnızlar, çaresizler yanlarında çarpan dost bir yüreğin varlığını duyup teselli bulabilirler.

Kitapta birbirinden ilgi çekici iki takdim yazısı bulunuyor. Sayın Suat Yıldırım, Hocaefendi ile çok uzun yıllara dayanan dostluğunu, onda gördüğü yüksek vasıfları anlatıyor. Bunları anlatırken projektörü Hocaefendi'nin ıstıraplarına çeviriyor, onu uzaktan tanıyanlara acılarının kaynaklarını gösteriyor. İslam aleminin, hatta geri kalmış bütün milletlerin sıkıntısı öncelikle ilim ve kültürdür. Ne yazık ki gelişmemiş ülkelerde ilmin ve kültürün talibi pek yoktur; gençler oluk oluk siyaset arenasına akarlar. Hiç düşünmezler ki, siyasetçinin sermayesi bir mikrofon, bir sürahi su, "bu memlekette" sözünü kuvvetlendiren sıkılmış bir yumruktur. Kaybederse siyasetçi onları kaybedecektir. İlim ve kültür ise insandan hayatını ister. Günün birinde bir hocaefendi çıkıyor, kendisini sayıp sözünü tutanlara yurtiçinde ve yurtdışında okullar açmalarını tavsiye ediyor. İlk hareketler şaşkınlıklar husule getirir; altında başka şeyler aratır. Bir noktadan sonra samimi olanlar hakkı teslim ederler; ellerinden gelirse o kervana katkıda bulunurlar. Ne yazık ki bu noktada devreye hasetlikler girer; niçin onun dediği yapıldığı, kendi dediğine kulak asılmadığı onları çileden çıkarır. Halbuki gözlerini kendilerine ve mazilerine çevirseler, cevabını bulacaklardır. Aslında cevabını bilmiyorlar da değillerdir. Bir de aziz milletimizin uyanmasından rahatsız olanlar var. Onların niçin rahatsız olacaklarını ünlü Neumark on madde halinde sıralamıştı. En önemlisi şuydu; "Siz şuurunuza kavuştuğunuz gün dünya tarihi yeniden yazılır, dünya haritası yeniden çizilir."

Ameli salih insanlar halka çok yönlü hitap ederler; gözüne, kulağına, yüreğine, idrakine... Büyük ruhlu mustaripler dünyaya pek ender gelirler. Aklı başında yönetimler, ciddi hamleler yapmak için milletin bütün enerjisini harekete geçirmek istediklerinden onlardan istifade ederler. Değerini bilmeyenler de onlara dünyayı zindan ederler. Düşünce ve aksiyon tarihine bakınca bunun çok örneklerini görüyoruz. Bruno'yu yakanlar, tarihin külleri arasında kaybolup gittiler; ama o dört yüz yıldan beri tefekkür dünyasında ışıldıyor.

Kitaba ikinci takdim yazısını yazan Mehmet E. Ergene, Batı'yı iyi anlaması, ciddi şekilde analiz etmesiyle "İdrakimizde bir eksiklik mi var?" diye kuşku duyanlara sarsıcı bir mesaj verdi. Batı'nın ilimde de çifte standart uyguladığının altını çizdi." Ancak yine de ifade etmek gerekir ki, bugün yeni sosyal bilim teorileri altında gelişen temel bilim giderek bu Avrupa merkezci karakterini terk etmekte ve tarihsel köklerine ve gelişim süreçlerine yönelik ciddi eleştirirel bir tutum sergilemekte ise de modern toplumsal paradigmalar hâlâ belli ölçüde Avrupa merkezci imalar taşımaktadır. Sayın Ergene'yi tanımıyor, Hocaefendi'yi yakınlığını bilmiyorum, uzaktan bakan bir insan olarak bu analizi milli çeşmeden su içmiş, idraklerin yapabileceğini görüyorum. Her fikrin bilerek, bilmeyerek jandarması vardır; onlar Ergene'yi onun oluşmasına zemin hazırlayan idrakleri serbest bırakırlar mı? Ama biz Avrupa'nın dışında yine Avrupa ile var olmak, insanlığa Asya'nın uçsuz bucaksız yüreğini katmak, onu zenginleştirmek istiyorsak, o çeşmeden gürül gürül su içmeli ve gelecek nesillere içirmeliyiz.

Gök kubbemizde yankılanan bir elmas ses bizi, gençleri, gelecek nesilleri çağırıyor:

Ses ver yiğidim! Yoksa beni duymuyor musun?
Tıpkı rüyalarda olduğu gibi diril, gel!
Beyaz atın üstünde bir sabah erken
Gözlerim kapalı, ruhumda seni süzerken,
Tıpkı rüyalarda olduğu gibi diril, gel!"