Hoşgörü Okullarının Işık Süvarileri...

Nikola sessiz sessiz ağlıyordu. Henüz 11 yaşındaydı küçük Nikola. Bu sırada öğretmeni onun yanına yaklaştı. Başını okşadıktan sonra, ona derdini sordu. Nikola'nın babası o daha küçükken ölmüştü. Annesi ile beraber bu koca dünyada yapayalnız kalmışlardı. Annesi bakıyordu ona. Fakat şimdi, o çok sevdiği tek varlığı annesi de çok hastaydı ve uzun bir süredir bir hastanede tedavi görüyordu. Annesine bakan doktoru, Nikola'ya sadece, annesinin çok hasta olduğunu söylemişti. Nikola'yı dinleyen öğretmeni, okuldan sonra hastaneye beraber gitmelerini söyledi. Nikola biraz olsun sevinmişti.

Hastaneye gittiklerinde, annesi Nikola'nın öğretmeni ile beraber geldiklerini görünce, hem şaşırmış hem de çok sevinmişti. Nikola her zaman okulundan ve özellikle öğretmenlerinden bahsederdi annesine. Onları anlata anlata bitiremezdi. Nikola'yı bir bahane ile yanından bir süreliğine uzaklaştıran annesi, öğretmeninin elinden tutup, "oğlum size emanet" dedi. "Bakın ben çok hastayım, biliyorum bir süre sonra öleceğim, küçük Nikolam da yalnız kalacak", "dünyada kimsem yok, ona bakacak kimsem yok", "oğlum size emanet".. dedi. Genç öğretmen "durun bakalım, daha yapılabilecek bir şeyler olmalı yapabileceğimiz bir şeyler olmalı" deyip doktorun yanına gitti. Doktoru ise, hastalığın ilerlemiş olduğunu, iyileşmesi için bolca kana ve çeşitli ameliyatlara gerek olduğunu söylemişti. Ameliyatlar için ise çok para lazımdı.

Genç öğretmen vakit kaybetmeden diğer öğretmen arkadaşlarının yanına koştu. Durumu onlara anlattı. Aralarında para toplayıp hastanenin yolunu tuttular. Hepsi gönüllü olarak kan verdi. Kısa bir zaman sonra Nikola'nın annesi iyileşmişti. Yapılanlardan çok etkilenen hastane yetkilileri tarafından durum televizyonlara kadar yansıdı. Bir televizyona şunları söylemişti Nikola'nın annesi; "Onlar, bize karşılıksız olarak yardım ettiler. Onları bize ve buradaki halka yardım etmek için Tanrı gönderdi" demişti.

Kuzey yarım kürenin bu soğuk ülkesindeki, fedakar genç öğretmenin adı, Ahmet' ti…

Yasin Öğretmen de diğerleri gibi, Anadolu'nun bağrından binbir güçlükle, sevdiklerini arkasında bırakarak, bu soğuk diyarlara gelen gurbet erlerindendi. Bir bayramı daha ailesinden uzakta, aynı kaderi paylaşan öğretmen arkadaşları ile geçiriyordu. Bayramı uzakta geçirmenin burukluğundan daha farklı bir hava vardı o gün yüzünde. Arkadaşı durumunu sorduğunda, önceki gece, bir rüya gördüğünü, rüyasında, öldüğünü, annesinin onun tabutu başında ağladığını, babasının ise "hanım ağlama, oğlumuz şehittir, sen şehit anasısın" diye söylediğini, gördüğünü anlattı. İki öğretmen rüyanın da tesiriyle, aynı Bedir'de ki iki sahabe gibi, bu topraklar da ve bu dava yolunda, şehit olmak için birbirlerinin ettikleri dualara amin derler… Kısa bir süre sonra Yasin öğretmen şehit olmuştur. Bir piknik esnasında boğulmakta olan Dimitri'yi kurtarmak için gözünü kırpmadan suya atlamış, onu kurtarmayı başarmış fakat balçığa saplandığı için kurtulamamıştı…

Müfettiş, aldığı ihbarları değerlendirmek için gece yarısı gelmişti bu Türk Okuluna. Sessizce yatakhanelerin bulunduğu yere kadar geldi. O sırada öğretmen olduğunu sonradan anladığı birini, kucağında bir çocukla lavabodan çıkarken gördü. Öğretmen ona eliyle "sessiz olun" işareti yaptığında, hem isteğe uymuş, hem de şaşırmıştı. Öğrencisini yatıran öğretmen, müfettişi görünce "kusura bakmayın, bu öğrencim altını ıslatıyor ve geceleri uyanamadığı için her gece ben götürürüm tuvalete, arkadaşlarından ve sizden utanmaması içinde sessiz olmanızı istedim. Sanıyorum sizde bir velisiniz, beni anlayacağınızı umuyorum" der. Müfettiş, yabancı bir ülkede, yabancı birinin, bir çocuğa ancak annesinin yapabileceği bu fedakarlıktan sonra, denetlemeyi uzatmadan bitirir.

Büyük bir gürültü ile sarsılırlar. Bir süre sonra, patlamaya yine bir mayının sebeb olduğu anlaşılır. Yerde bir çocuk acı içinde kıvranmaktadır. Çocuğun babası oğluna yardım etmek istemektedir, fakat mayınlı araziye girmek çok tehlikelidir. Zira Afganistan da sık sık bu mayınlar yüzünden onlarca kişi ölmekte ve yaralanmaktadır. Cesaret edemez çocuğun babası. O sırada Balıkesir'li Ramazan Öğretmen "Şehit olmak nasipse, seve seve ölürüz." diye, dalar mayınlı araziye. Bir bacağı kopan öğrencisini, gözünü kırpmadan, atıldığı tehlikeli yerden kurtarmayı başarır.

Mustafa artık öğretmen olmuştur. İdeali ise okula ilk girdiği yıllarda tanıştığı ağabeyleri gibi, Ataların diyarına gidip öğretmen olmaktır. Babası yoktur Mustafa öğretmenin, yalnızca çok sevdiği annesi, abisi ile yengesi. Birde küçüklükten beri sevdiği ve aynı onun gibi öğretmen olan Dilara'sı... İdeallerini anlattığında annesi buna karşı çıkar. Annesi çok sever Mustafa'yı, abisi ve onun için hem bir anne hem de bir baba olmuştur. Zor şartlara, oğlunun mürvetini ve öğretmen olduğunu görmek için katlanmıştır. Oğlu ise yıllar süren hasret yetmemiş gibi, yabancı yerlere gitmek istemektedir. Annesinin büyük üzüntüsüne, sevdiği kızın sitemi de eklenince, Mustafa çaresi kalmayı kabul eder. Mustafa kalır kalmasına ancak, ağabeylerine verdiği sözler, idealleri ve davası, onun içini yiyip bitirmektedir. O gece bu duygularla uyur. Sabah kalktığında bir tuhaftır yüzü. Annesi ve abisini yanına alır ve "ben gitmek zorundayım der." Annesi yine hüzünlenir, abisi kızar. Fakat o "Dün gece bir rüya gördüm" der. "Birisi beni çağırdı ve O'nun yanına götürdü". "O'nu gördüm anne, O'nu gördüm abi". "Öyle güzeldi ki öyle güzeldi ki Anne" der ve kendini tutamaz ağlar Mustafa. Annesi ve abisi sorarlar merakla "Kimdi O" diye. Mustafa "O, Efendimizdi… O, Peygamberimiz di" der. "Güzel gözleri ile bana bakıyordu ve bana dedi ki, Hadi Mustafa Okul ve Öğrenciler seni bekliyor,.. Hadi". "Bende efendim emrim başımız üstüne fakat. Fakat annem O nu yalnız bırakmak istemiyorum dedim. O ise "Merak etme sen, annen bize emanet" dedi. Annesi artık hüzünlü değildir Mustafa'nın. Emanet edildiği yer en emin yerlerden biridir çünkü…

Yoksa sizlere bunlar uydurulmuş hikaye gibimi geldi.? Yada abartılmış olaylar?.. Oysa senelerdir, bu ve benzerleri Asya'da, Avrupa da, Afrika da, Avustralya da, Amerika da bazılarının adını bile telaffuz etmekte zorlanacağız Dünya'nın 100 den fazla ülkesinde, 600 den fazla okulda binlerce gönül eriyle yaşanmaya devam ediyor. Biliyor musunuz bilmiyorum ama, onlardan bazıları sevdiklerini senelerce göremiyorlar, onu bırakın aralarında hiç dönemeyenler var tıpkı Yasin Öğretmen gibi.. Bazen aylıklarını da tam alamıyorlar, yada maaşlarını öğrencileriyle paylaşanlar var, hatta yakınının cenazesine bile gelemeyenler var.

Sizce bu ifrat/tefrit olayımı? Sizce bu kişiler bir grup maceraperest mi? Sizce bu kişiler kandırılmış temiz Anadolu çocuklarımı?

Onları anlamak ve tanımak için, onları İstiklal Marşımızı söyleyen Filipinli çocuklara sormak gerek, belki Kenya da, Gül Pembe şarkısını Afrikalı çocuklarla beraber söylemek gerek, belki de Kazakistan'daki bir Kazak kızının ağzından, Türkiye sevgisini dinlemek gerek, yada bu gönül erlerini Ukrayna da -30'lar da, okul inşaatında bizzat çalışırken görmek gerek.

Osmanlı'nın mirasına sahip çıkan ve her biri Türkiye sevdalısı bu gönül erlerine artık "hep beraber" sahip çıkmalıyız. Şuna inanınki, tüm dünyada, dini, dili, ırkı ne olursa olsun amacı barış, sevgi ve hoşgörü olan bu insanlara büyük bir saygı var. İbret alınması gerekense, onlara karşı, en sert muhalif olanlar ne yazık ki bizim ülkemizde, bizlerden çıkıyor.

Onlar ise bizlerden yardım değil sadece sadece dua istiyorlar. Çünkü onlar biliyorlar ki, onların yardımcısı zaten, kudreti sonsuz olan…