İnadına Uzlaşma

TRT'de 1'de canlı olarak yayınlan Yansıma programında Ankara'daki bir grup gazeteciyle 1997 yılının gündemini tartışırken zihnime bir soru takıldı. Biz samimi olarak kavga eden bir Türkiye mi istiyoruz, yoksa uzlaşan Türkiye mi? 1998'in nasıl bir yıl olacağının cevabı da burada saklı.

2000'de dünya sahnesine nasıl bir Türkiye sunacağımızın anahtarı da bu soruların cevabında. Çağdaş dünyanın ağırlıklı ülkesi mi, yoksa itilen kakılan ülkesi mi olacağız? Bunu bizim tavrımız belirleyecek.

1997'ye kayıp yıl gözüyle bakıyorsak nedeni bütün enerjimizi kavgaya ayırdığımızdandır. Kavgada sonuç da alınamıyor. Geçtiğimiz yıl bunu ispatlamıyor mu? Politikacılar arasındaki rekabet sınırlarını aşan çekişmelerin kazananı olmadığını anlamak için çok zeki olmaya gerek yok.

Türkiye'de gelişen olayları iyi çözümlediğimizde, gündelik yaşamımızda çok yer etmese de burada bir sarkaç söz konusu. Ülkeyi kavga ortamına çekmek isteyenlerle 2000'in aydınlık ufuklarına taşımak isteyen uzlaşmacılar arasında sarkaç gidip gelmekte. Birisinde rant, çıkar hareket noktası; diğerinde vizyon ve vatan sevgisi.

Çağdaş dünyanın gittiği yön belli. Oralarda demokrasi, özgürlükler ve insan haklarında acaba daha ilerisi var mı sorularının cevapları aranıyor. Çağdaş dünya diyorsak sadece Batı'yı kastetmiyoruz. Güney Afrika Cumhuriyeti'nin başında bulunan Mandela'nın dününü herhalde biliyorsunuzdur. On yıllarca sırf rengi nedeniyle cüzzamlı muamelesi görmüş, karantinada yani cezaevinde tutulmuştur. Sonra onu ülkesinin başına kadar yükseltecek uzlaşma süreci başlamıştır.

1997'nin kayıp yıl olduğunu söylerken Türkiye'nin yükselen değerler, demokrasi ve çağdaşlığın tersine gittiğinden yola çıkıyoruz.

Dünkü Yansıma programında Çiğdem Anat'ın, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın onur üyesi Fethullah Gülen Hocaefendi'nin elinden ödül almasından rahatsız olan tavrını ben anlayamıyorum ve hiçbir evrensel değerle de bağdaştıramıyorum. Anat, acaba Güney Afrika'nın başında zenci bir liderin bulunmasından da rahatsız mıdır? Bunu Türkiye'yi hızla küçülten kavgacı zihniyetin tipik bir örneği olarak değerlendiriyorum.

Kavga etmek istenirse malzeme sayısız. Cumhurbaşkanı Demirel'in büyük gürültülerle 9. Senfoni'yi dinlemeye gitmesinden de bir kavga konusu çıkarabilirsiniz. Örneğin halk müziği severler veya arabeskçiler Cumhurbaşkanı'nın senfoni dinlemesinden alınabilirler. Hatta arabeskçilerin jiletçi takımı bunu kendi dünyalarına bir tehdit olarak da algılayabilir.

21. asırda nasıl bir Türkiye'nin cevabı uzlaşmanın mı yoksa kavganın mı galip çıkacağıyla yakından ilgilidir.

Yeni yüzyılda dünya devleti olacak bir Türkiye'ye uzlaşma ebelik yapacaktır. Çağdaş dünyadan dışlanmış ve içine iyice kapanarak Robinson adasına dönmüş Türkiye'yi ise kavgacı zihniyet doğuracaktır.

Ülkeyi çok sevdiğimiz için ölümüne uzlaşma diyoruz.