Diriliş Çağrısı ve Muhatapları

İnsanlık kalesinin burcunda hep nöbetçi veya nöbetçiler durmuştur. Bu nöbetçi ve nöbetçiler, kalenin huzur ve güven içinde 'kendi' olarak kalması için gözlerini dört açmış, tehlikenin belirişinde veya çıkışında, kaleyi ve kaledekileri uyararak birer 'diriliş çağrıcısı' olmuşlardır.

Çağrının dillendirilmesiyle, kale ve kaledekiler, kısa bir süre de olsa çekildikleri kuytulardan kendilerine dönüp yeniden var olmuş, yani dirilmişlerdir. Anlaşılan o ki, bu diriliş çağrısına muhatap olan kale ve kaledekiler 'ölü' değillerdir; dirilmeye meyilli ve dirilebilme istidadındadırlar.

Evet, ölü(ler) 'diriliş çağrısı'nın muhatabı değildir. Bir uyarıcı olan çağrının artık canlandıramayacağı 'ölü'ye bu çağrı yapılmaz; ölmemiş, ama 'can'ları da ayakta olmayan, bir şekilde 'can'ları uykuya çekilmişler bu çağrıya muhataptır. Zaten çağrıyı kalenin burcundaki nöbetçiler yapıyorsa, demek ki kale ve kaledekiler bir süreliğine istirahata, belki de uykuya çekilmişlerdir. İstirahat veya uyku ise, 'ölüm'e komşu/yakın durumlardır; 'diriliş çağrısı'yla ölüme karışmaktan kurtulurlar.

Her dem yeniden yaratılan/dirilen hayatın uyanıklığı nispetinde diri olması gereken insan, sıklıkla istirahata veya uykuya çekilerek, 'diriliş çağrısı'nın muhatabı durumunda kalıyor. Diriliş Çağrısı'nın muhatabı olma durumu, insanın ne 'ölü' ne de 'diri' olduğu noktadır. İstirahata veya uykuya çekildiği bu vakitlerdeki insana 'olan' (insan olabilme kabiliyetini taşıma durumu) diyebiliriz; 'olan', ama 'var olmayan'... Diriliş Çağrısı ise, insanı 'olan'dan 'var olan'a (insan olabilme kabiliyetinin inkişafı durumu) taşır. Düşünün ki, gecenin bir vakti ormandasınız. Her taraf karanlıktır. Hiçbir şey seçilmiyor. Ağaçların köklerine ellerinizle dokunuyor olsanız da, ağaçları, dallarını, renklerini, bitki örtüsünü seçemiyor, sadece varlıklarını hissediyorsunuz. Etrafınızdaki her şey var ile yok arasında... Sonra vakit sabaha varıyor. Karanlığın dağılması ve güneşin doğuşuyla birlikte hissettiğiniz o her bir şey varlık kazanıyor. Artık ağaçları görebiliyor, dallarını seçebiliyor, nasıl bir renk içinde kaldığınızı görebiliyorsunuz. İstirahata veya uykuya çekilmiş insanlık durumları, gecenin içindeki orman gibidir; orada olduğu hissedilen, ama varlığı seçilemeyen ağaçlardır. Uykuya çekilmiş insana yapılmış diriliş çağrısı da, doğan güneştir; insanı 'olan'dan 'var olan'a çıkaran aydınlık...

Bu uzun izahatı, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Kırık Testi başlıklı sohbet serisinin altıncı kitabı olan Diriliş Çağrısı'ndan hareketle yaptık. Hocaefendi, hiç şüphesiz insanlık kalesinin burcunda uyanık bir nöbetçidir. Peygamberlerin, velilerin, ariflerin, âlimlerin îfâ ettikleri bu vazifeyi günümüzde îfâya çalışıyor. Başka bir hayatı yok; okumaları, konuşmaları, yazmaları, durduğu yer, bulunduğu makam, gelişi ve gidiği bu vazifenin îfâsı içinde geçiyor. Görerek, okuyarak ve yaşayarak biliyoruz ki, bu 'nöbetçi' insan, insanına, ülkesine, dünyaya, yeryüzünün bütün çocuklarına hep 'diriliş çağrısı'nda bulunmaktadır. Kalblerimizi, vicdanlarımızı, zihinlerimizi, bütünüyle hayatımızı Allah'a, Allah'ın rızasına açık tutmaya çağırarak, ölüme yakın istirahat ve uykularımızı bölüyor, bizi 'olan' bir şeyden 'var olan' şeylere çeviriyor.

Diriliş Çağrısı kitabı, bir kez daha insana çağrıda bulunmanın, onu uyandırmanın ifadesidir. İnsanın, toplumun, ülkenin, bütün bir dünyanın dirilişini imkânlı kılan dinamiklerin altı çiziliyor burada. Bu bir hadîs, tefsir, kelâm, sosyoloji, edebiyat, siyaset kitabı değildir; hayat ne ise, insanı ne kuşatıyorsa, hayat ve insan nelerle ve nasıl diri kalabiliyorsa kitabın konusu bunlardır. İnsanlık kalesinin burcunda duran nöbetçi, kalenin dört bir tarafına bakar; gecenin içinde patlayan çıtırtıya kulak verir, gökteki yıldızda gözleri oyalanır, gündüze döner, orda görünürlük kazanan her bir şeyde oyalanır. Kalenin etrafında geçen hayata doluğan ne ise, her bir şey dikkatini çeker. Varlığı, bütün bir hayatı, varlığın ve hayatın orta yeri olan insanı var kılan, ona mânâ katan din de hayatın hepsi demektir.

Fethullah Gülen Hocaefendi, hayatın her bir alanına dâir yaptığı sohbetlerden oluşan Diriliş Çağrısı'nda bizi 'hayat'a çağırıyor; 'iç'te ve 'dış'ta dirilmeyi imkânlı kılan hususlara vurgu yaparak, hayatta(r) kalmamıza vesile oluyor.