Nurettin Veren-Hikmet Çetinkaya Dostluğunun Hatırlattıkları...

Şimdi, bu köylü tiplerin içinde en köylüsü elbette Nurettin Veren denilen kişiydi. Nurettin Veren Hocaefendi'nin çevreyle ilişkisini kurarken önemli oranda kendi çıkarına çalışarak, Hocaefendi'nin itibarı üzerinden siyasete girip milletvekili olmak istemişti. Zaten ilişki de o noktada koptu. Hocaefendi, kendi şahsiyetini kullanarak rant elde etmeye çalışan insanları asla hoş karşılamaz. Hoş cemaatta Hocaefendi'nin itibarını, cemaatın ekonomik potansiyelini kişisel ranta dönüştürme çabasında olan sadece Nurettin Veren değil. Bu manada cemaattaki Nurettin Verenlerin sayısı bildiğimizden daha fazla. Fakat bugün sadece Nurettin Veren haddini aşan bir "köylü" olarak karşımızda duruyor!

Nurettin Veren hakkında kişisel notumu verdiğim bir olay hatırlarım. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Hindistan'a gidiyordu. Zaman Gazetesi'nden de Cumhurbaşkanlığı haberlerini takip eden bir arkadaş Hindistan'a gidecekti. Uçağa binildi. Uçağın hareket etmesine çok az bir zaman kala Zaman muhabiri arkadaş uçaktan indirildi ve yerine Nurettin Veren Hindistan'a uçtu. Maksat Cumhurbaşkanı'na yakın olmaktı. Bu yapılanın Allah rızası için yapılan hizmetler için Cumhurbaşkanı'nın desteğini sağlamaya yönelik bir çaba olarak değerlendirilebilirdi. Ama sonradan ortaya çıktığı gibi bu gibi hırslarla yapılan işlerin arkasında ancak bugünlerde anlaşılan başka maksatlar gizliymiş!

Şu kadarını söyleyeyim. Eğer Hocaefendi Nurettin Veren denilen adamın siyasete girmesine milletvekili olmasına, kendi itibarını ranta çevirmesine müsaade etmeye devam etseydi, bugün Nurettin Veren Cumhuriyet Yazarı Hikmet Çetinkaya'nın yanında değil de Fethullah Gülen'in yanında olacaktı! Nurettin Veren, Fethullah Gülen'in yanında iken Hikmet Çetinkaya Nurettin Veren'in karşısındaydı. Nurettin Veren aynı zamanda bunu göremeyecek kadar da "saf bir köylü" birisi olmalı.

Nurettin Veren'in ileri sürdüğü iddialar gerçekten çok komik. Bugün adı Fethullah Gülen ile birlikte anılan ve fakat Hocaefendi tarafından asla kişiselleştirilme çabası içine girilmeyen, ben yaptım ettim denilmeyen devasa kurumlar üzerinde Nurettin Veren'in hak iddia etmesi, gazeteyi ben kurdum, televizyonu ben kurdum, Finans Kurumunu ben kurdum, şunda şu kadar hakkım, şunda bu kadar payım var diye ortaya çıkması bütün bu işlerin yapılması için gecesini gündüzüne katan, kolundaki bileziğini, parmağındaki alyansını himmet eden, bütün varlığını ortaya koyan kadınlara, her şeyini veren Hacı Kemal'lere hakaret değil de nedir? Hacı Kemal Bey vefat etti, Cennet mekan olsun. Katkıda bulunduğu yaptığı hiçbir şeyi yanında götürmedi. Elbette sevapları kendisiyle gitti. Kaldı ki, istese de götüremeyecekti. O yaptı ve gitti. Ama Nurettin Veren yaptıklarını iddia ettiği şeylerden payına düşeni istiyor. Okuldan, yurttan, gazeteden televizyondan, finans kurumundan yaşarken payını istiyor. Varsayalım, payı var ve bunlar verilmiyor. O zaman Nurettin Veren'e düşen, Hocaefendi'yi sırf müslüman olduğu için, sadece Allah dediği için düşman olanların yanında yer alıp karalamak yerine, "bir kere yapan ikinci kere daha kolay yapar" düşüncesinden hareketle, Hocaefendi olmadan da yeni okullar yapması, gazeteler, televizyonlar kurması daha makul olur ve bu çaba onun "ben yaptım" iddialarını ispata da yardımcı olur.

Nurettin Veren'in bugün Hocaefendi'nin karşısında yer alanların yanında yer alması Hocaefendi'ye bir şey kaybettirmiyor. Bana kalırsa Nurettin Veren ne yaptığının farkında da değil. Birileri tarafından kullanıldığı anlaşılıyor. Yoksa kendisi hakkında "otel parasını ödemedi" diye yazı yazan birinin koltuğunun altında kırk yıllık dostunun ayaklarını çelmeye çalışmak isteyeceğini tahmin etmiyorum.

İşte Nurettin Veren, Hocaefendi'nin yanındayken, Hikmet Çetinkaya'nın Veren hakkında yazdığı yazıdan bir bölüm:

"...Kaldığımız Marco Polo Oteli'nde hesabı herkesin kendisinin, ödeyeceği,.Türkiye'de duyuruldu. Gezi rehberinde de yazılıydı. Otele ilk inişte bir kez daha duyuruldu.

Ben hesabı ödedim. Hemen arkamda Veren vardı. 'Anahtarı verdi, hesabı ödemeden dışarı çıktı. Otel yetkilileri uyardı ama, dinlemedi. Otel yöneticileri, Dışişleri Bakanlığı Protokol Genel Müdür Yardımcısı Ataman Yalgın'ı muhatap alıp hesabı ödemesini istediler.

Yalgın, 'lanet olsun' deyip, 600 doları ödedi.

Başbakanlık Basın Müşaviri Mehmet Bican, ertesi gün Kırgızistan Devlet Başkanı Akayev' in yemeğinde Veren'i sıkıştırıp 600 doları aldı. Orada öğrendim ki Veren daha önceki Özbekistan gezisinde de otel parasını ödememiş. Dışişleri de üstlenmemiş, iki ülke arasında bu konuda yazışmalar devam ediyormuş.(13.09.1995)"

Şimdi... Nurettin Veren'e şu kadar söyleyeceğim: "Eski dost düşman olmaz". Bunun tersi de doğrudur, "Eski düşman dost olmaz". Sen artık dostunu düşmanını bilmeyen iflah olmaz bir adam olarak duruyorsun karşımızda. Sadece kullanılıyorsun, ve bu tavırların sadece sana zarar veriyor, hâlâ farkında değil misin?