Hocaefendili Bayramlar...
Zaman da adeta bir kuyruklu yıldızın çekim alanına giren her şeyi çekip götürdüğü gibi, hadiseleri arkasına katıp öylece akıp gidiyor.
Güzel olan her şey çirkin olanın arkasından geliyor. Çirkinlikler, yozluklar, karanlıklar örtülüyor. Zor olanın, sıkıntılı anın, elem verici durumların acıları kayboluyor da lezzetleri kalıyor.
İnsanlar bayrama erdiğinde geçmişte yaşadığı bütün sıkıntılar ışık hızında bir vagona yüklenip uzaklaştırılıyor, kaybediliyor. Söylenilenin aksine, genel kanaatin aksine, her bayram bir öncekinden daha fazla bayram oluyor!
Orası adeta Birleşmiş Milletler Merkezi gibiydi. Dünyanın dört bir yanından, hizmetin ulaşabildiği her yöreden insanlar vardı. Hocaefendi neşeliydi. Salonu dolduran aydınlık çehreli insanlar sabah namazına durdular. Hocaefendi Fatiha'yı okuduktan sonra hep bir ağızdan çıkan âminlerin ardından adeta ikinci bir "âmin" daha duyuluyordu ve bunu duyanlar, hissedenler onun meleklerden sadır olduğunu düşünüyordu. Sabah namazı ile bayram namazı arasında geçen süre içinde Hocaefendi orada bulunan herkesten ondokuz kere Fetih Sûresi'ni okumalarını istedi. Bayram namazında da Fetih Sûresi'nden ayetler okudu. Kahvaltıdan sonra Hocaefendi koltuğuna oturdu. Gerçekten tam bir denge insanı olan Hocaefendi, sözü dünya–ahiret muvazenesine getirdi ve dedi ki: "Mevla size 'Girin cennetime' dediğinde siz asıl bayramı o zaman yaşayacaksınız. Diyeceksiniz ki, dünyada yaşadıklarımız da bayram mıymış? İşte asıl bayram buymuş..."
Hocaefendi, yine bir bayram günü olan 6 Nisan 1986'da İstanbul–Çamlıca tepesinden bütün dünyaya yayılan mesajında şöyle diyordu: "Zaman durmadan deveran ediyor. Gündüzler geceleri takip ediyor. Geceler gündüzlerin ardından akıp gidiyor. Ve zaman müstakim bir hat gibi gitmiyor. Bugün birilerine bayram, yarın başkalarına bayram. Bugün birilerine sevinç, yarın başkalarına sevinç. Bugün toprağın kara bağrında açan kar çiçekleri yarın zirvelerde gezmeye namzet. Bugün toprak kurak ve çorak olabilir. Ama cennetlerden daha kutsi gözyaşları yarınları gül bahçesine çevirecektir."
Hocaefendi müthiş bir insan. Şimdikiler elektrik diyorlar; ama onun manevi etkisi, eğer o neşeliyse bulunduğu atmosferdeki herkesin neşeli olmasına, eğer hüzünlüyse, herkesin hüzünlenmesine yol açıyor. Doğrusu Peygamber Efendimiz'den bahsedersen yakınında bulunmamak gerekiyor. Efendimiz dediğinde kendisi ile birlikte yakınlarda bulunan herkes gözyaşlarına hakim olamıyor.
Neşeli olduğunda çok güzel espriler yapıyor. Bir keresinde tevhidden bahsediyordu. O sırada birisi konuyla hiç alakası olmayan bir şey sordu, 'Hocam siz olmasanız biz ne yapardık?' dedi. Hocaefendi, konuşmasının kesilmesine pek memnun olmamıştı. Soruyu soran şahsa döndü ve 'Ölürdünüz, mahvolurdunuz.' dedi. Herkes kafasını öne eğdi. Sonra 'Ben tevhidden bahsediyorum, sen ne diyorsun.' diye konuşmasını sürdürdü. En son sözlerini soruyu soran kişiye hitaben 'Sen öldüğünde İzmir'in bütün camilerinde sala verdireceğim.' diye bitirdi. Herkesin yüzünü bir tebessüm kapladı.
Yine Hocaefendi konuşurken birisi pat diye bir soru attı ortaya: 'Hocam, Hazreti İsa niçin evlenmemiştir?' dedi. Hocaefendi, konuyla alakasız bu soru karşısında düşündü düşündü ve 'Vakit bulamamıştır.' dedi. Dedim ya keyifli anlarına doyum olmuyor.
Bir başka seferinde geceleri eskisi kadar yürüyemeyeceğinden bahsetmişti. 'Eskiden günde 3 saat yürürdüm, artık yürüyemiyorum.' dedi. Oradakilerden birisi kendisine yürüyen bant alabileceklerini, böylece dışarıya çıkmadan istediği zaman istediği kadar odasında yürüyebileceğini söyledi. Bunun üzerine 'O olmaz.' dedi 'Ben öyle hem yürüyüp hem mesafe almazsam olmaz.'…
Şimdi orda olmak vardı gerçekten!
- tarihinde hazırlandı.