Gülen ve Laikleşme

“Türkiye’deki en güçlü –ve tartışmalı– İslami akımlardan biri, karizmatik lider Fethullah Gülen çevresinde toplanan, Gülen cemaatidir. Laikliğe sıkı sıkıya bağlı olan çevrelerin bu denli tepki gösterdikleri başka bir dini şahsiyet yoktur.

Gülen’in yandaşlarının öne çıkmaktan kaçınan, mütevazı kimseler oldukları dikkate alındığında, bunu anlamak büsbütün güçleşmektedir. Gülen’in muarızları ona siyasi otoriteye dahi meydan okuyabilecek büyük, gizli güçler atfetmektedir. Bu fantagorizma (kuruntu) panik boyutlarına varan bir ‘irtica’ korkusundan ve Gülen cemaati hakkındaki cehaletten beslenmektedir. Bu bilgisizlik kısmen cemaatin tavrından, kısmen de bu akım hakkında sağlıklı bir anlayışa ulaşma konusundaki ilgisizlikten kaynaklanmaktadır. Netice, cemaat hakkında en karanlık türden önyargıların gelişmesidir.”

Elisabeth Özdalga’nın “Critique: Critical Middle Eastern Studies” adlı akademik derginin İlkbahar 2003 tarihli son sayısında yayımlanan “Secularizing Trends in Fethullah Gülen’s Movement/Fethullah Gülen Hareketindeki Laikleştirici Eğilimler” başlıklı makalesi yukarıda aktardığım saptamayla başlıyor.

Özdalga, aynı derginin Sonbahar 2000 tarihli sayısında yayımlanan “Worldly Asceticism in Islamic Casting/Dünyevi Riyazetin İslami Biçimi” başlıklı Gülen cemaati üzerine ilk makalesinde, Fethullah Gülen’in dünya görüşünü tahlil etmişti. O makalede Gülen’in siyasi ihtiraslar gütmekten ziyade (Max Weber’in Protestan ahlakını incelerken geliştirdiği “dünyevi riyazet” kavramına çok yakın düşen) sosyal ilişkilerin rasyonelleştirilmesine, yani akla dayandırılmasına yönelik bir ahlak anlayışını geliştirmeye çalıştığı sonucuna varıyordu.

Yeni yayımlanan makalesinde ise Özdalga, bir adım daha ileri giderek, Gülen hareketinin, taşıdığı güçlü dinsel cazibeye rağmen, gerçekte cemaati laikleşmeye doğru götürdüğünü ileri sürüyor. Özdalga’ya göre, Gülen cemaatinin faaliyetleri ile Hıristiyan misyonerlerin, özellikle de 19. yüzyıl Protestan misyonerlerinin faaliyetleri arasında çarpıcı benzerlikler var. Gülen cemaati tıpkı 19. yüzyıl Protestan misyonerleri gibi bir eğitim misyonu taşıyor.

Bugün İstanbul’da milli, laik, pahalı ve itibarlı bir lise olan Robert Kolej, 19. yüzyılda ABD’den gelen, hayatlarını bu işe adamış Protestan misyonerler tarafından kuruldu. 19. yüzyılda Protestan örgütlerinin kurduğu ABD’deki ve dışındaki bütün okullar, başlangıçta Hıristiyan değerlere güçlü bir şekilde bağlıyken zamanla gerçek anlamda laik kurumlara dönüştü.

Protestan misyonerlerinin açtığı okullar önceleri dinsel konulara ve uygulamalara büyük yer ayırdı. Gülen okullarında bu söz konusu olmadı. Öğretmenler işlerine dinsel inançla sarıldılarsa da, Milli Eğitim Bakanlığı’nın denetimi altındaki ders programları hiçbir zaman din eğitimine odaklanmadı.

Özdalga’ya göre Gülen cemaatinin ve Protestan misyonerlerinin davranışları arasında da şu benzerlikler var: Her iki akımın da çalışmalarında yönlendirici güç dinsel inanç ise de, misyonları ya da davaları dini yaymak değildir. Belirli bir inanca ait olanlardan daha genel veya evrensel değerler tarafından yönlendirilirler. Her iki akımın mensupları da şu özellikleri paylaşır: Dindar ve özverili bir hayat sürme; bilgi edinmeye, özellikle de doğa bilimlerine duyulan derin ilgi; edinilen bilgiyi başkalarına çeşitli eğitim kurumları aracılığıyla taşıma isteği; girişimci ruh; topluma yararlı hizmetlerde bulunma ve ulusal sınırları aşıp dünyanın öteki ülkelerine uzanma arzusu.

Özdalga’nın vardığı sonuç şu: Cemaat mensupları çok inançlı kimseler olabilir, fakat misyonlarını insancıl bir proje olarak formüle etmeleri dinsel temellerini zayıflatmakta. Buradaki sosyolojik paradoks, en canlı İslami yenilenme hareketlerinin bile modernleşmenin taşıyıcısı olabilmesi.

Acaba MGK, Gülen cemaati hakkında ODTÜ sosyoloji profesörü Elisabeth Özdalga’nın (ve tabii öteki akademisyenlerin) “rapor”larını da okuyup incelese nasıl olur?