Çağ ve İslam

Kanal 7 televizyonunda Ahmet Hakan'ın "İskele Sancak" programının geçen haftaki konusu "İslam ve Kadın"dı. Türkiye'deki kültürel değişimin dindar çevrelere nasıl yansıdığının bir göstergesiydi. Programın başörtülü ve başörtüsüz bayan konuşmacıları vardı. İlahiyatçı bayan Dr. Hidayet Tuskal'ı "İslamiyat" dergisindeki 'açık fikirli' yazılarından tanıyordum. Tesettürlü bir bilim kadını olan Dr. Tuskal programda şöyle konuşuyordu: Ben feminist değilim. Ama feministlere teşekkür ediyorum, kadın haklarını gündeme getirdikleri için! Kadının en önemli görevlerinden birinin "itaat" olduğunu söyleyen 'gelenekçi' erkek konuşmacılar ne dese, Hidayet Hanım cevap veriyordu. Hiç de "saçı uzun, aklı kısa" değildi! Başörtülü olduğu için saçını bilmiyorum ama son derece akıllı, birikimli, kişilikli bir hanımefendi idi. "Biz Gazali'nin anlattığı kadınlar değiliz! Müslüman kadın artık evin dışına çıkıyor, hayata atılıyor, kariyer sahibi olmak istiyor!" diyordu. Programa katılan başörtülü ve başörtüsüz bayanlar, bu sözleri alkışlıyorlardı!

Programa katılan başörtülü bayan entelektüellerden Yıldız Ramazanoğlu, katıldığı uluslararası kadın kongrelerinden bahsediyor, modernleşme tarihimizdeki kadın hareketlerini anlatıyor, Abduh, Musa Carullah, Hayreddin Karaman gibi alimlere atıfta bulunuyor, gelenekçilere karşı "İslam geniş bir yelpazedir, tek yorum olamaz" diyordu. KANAL 7'nin başörtülü program yapımcısı Ayşe Böhürler, "Peygamberimiz kadınlarla da biatleşti, Hz. Ayşe ordu idare etti. Birçok kadın hakları, Peygamberimizden sonraki erkek - egemen kültür tarafından ortadan kaldırıldı" diyordu. Ve, "Kadın evde otursun mu?" sorusuna, çoğunluğunun muhafazakar olduğunu düşündüğüm izleyici kitlesinin yüzde 33'ü "evet", 66'sı "hayır" diyordu. Başörtülü kadının evde oturması, okumaması, meslek ve kariyer sahibi olmaması konusunda "erkek - egemen" gelenekçi kesimle "devletçi laikliğin" aynı görüşte olması ilginç değil mi?!! Bilimsel kariyer sahibi ve kadın hakları savunucusu Hidayet Hanım üniversiteye adım atamaz, çünkü başörtülü!

Meselenin temelinde kentleşmenin, eğitimin, sosyoekonomik gelişmenin yarattığı "bireyleşme" vardır. Dinde (Alevilik dahil) bireysel ve yeni yorumlar artıyor; siyasette bireysel özgürlük istekleri artıyor! Batı'da da kentleşme, sanayileşme sürecinde dini ve felsefi inançlar çoğulculaşmış, devlet de bunlar karşısında "tarafsız" (laik) hale gelmişti. Bedevi ile şehirlinin farklı düşünüp hissedeceğini vurgulayan Kur'an da sosyal değişmenin inanışları etkilediğini belirtir. Bugün İslam dünyası, en önde Türkiye, tarım toplumundan kentli sanayi toplumuna geçiyor. İslam-Hıristiyan diyaloğunun bir faydası, Batı'nın bu alandaki tecrübesinden yararlanmak olacaktır. Bu tecrübeden bizim resmi laiklik de bihaberdir, çünkü resmi laikliğin gücü yeterlidir, Çevik Bir'in deyimiyle "Sosyologlara ihtiyacı yok"tur. Diyaloğun bir faydası da, dinler arası önyargıları gidermesidir. Türkiye'de ilk defa Vatikan'la diyalog kuran ve Cumhuriyet tarihimizde ilk defa Müslüman din adamlarıyla patrik, haham ve rahipleri bir araya getirerek çok güzel bir hoşgörü ve çoğulculuk görüntüsü sergileyen... "Abant Toplantıları" ile "vahiy-akıl" ve "din-laiklik" ilişkilerini tartışmaya açan Fethullah Gülen ve çevresinin "tehlike" zannedilmesi de 'din sosyolojisi' konusundaki aynı bilgisizlikten kaynaklanıyor. Rahat bıraksalar, sosyolojik dinamikler Türkiye'yi 'muasır' bir liberal toplum olmaya götürecek...