Vefa, Gurbet, Islah…

Hocaefendi akıl, mantık ve tarih tasavvuru planında gurbetin bir realite olduğuna sohbetlerinde temas etmiştir. Bir soruya verdiği cevapta, Peygamberlerin de hicreti yaşadıklarını bir bir örnek verir ve devamındaki cümlelerinde Allah Rasulü'nün de "nebilerin, velilerin ortak kaderi olan mukaddes göç zamanı gelince Mekke-i Mükerreme'den ayrılmış, Sevr Dağı'nda bir kere daha köyüne dönüp bakmış, Ey Mekke, kavmim çıkarmasaydı senden hiç ayılmazdım deyip ağlayarak hicret diyarına yürümüş" olduğundan bahseder. Ahmet bin Hanbel, Ebu Hanife, Serahsî ve en son Üstad Hazretlerinin çektikleri acıları misal verdikten sonra tebliğ mesleğindekilerin ortak kaderinde gurbetin olduğuna dikkat çeker:

"Çile, ızdırap, gurbet… Bunlar tebliğ ve temsil mesleğindeki herkesin ortak kaderidir; benim şu anki mağduriyetim de hemen hemen seleflerimin bütününün uğradığı bir mağduriyettir. Bazı ithamlar, tabii ki beni çok üzüyor, ruhuma pek ağır geliyor; fakat bir mü'min her şeye rağmen Allah'ın ahlakıyla ahlaklanmalı. Yani, Cenâb-ı Hak, isyankâr, günah tutsağı, asi kullarına bile kulu, mahlûku nazarıyla bakıyor, onları da yedirip içiriyor. Mü'min kul da başkalarına bu zaviyeden yaklaşmalı. Haksızlıklar, zulüm ve zorbalıklar karşısında çok bunaldığı anlarda da, en fazla, hasımca davrananları Allah'a havale etmeli."Allah'ım, ehl-i imana karşı düşmanca davrananları sana havale ediyoruz." demeli" der. (Ümit Burcu, 2004;59, 60) Farklı sohbetlerinde de aynı noktaya parmak bastığı olmuştur:

"Bu yol preslenme yoludur, öğütülme ve un olma yoludur. Hizmet adına kaldığım yer gurbet olsa bile onu sılaya tercih ederim. Ruhumun ilhamlarını fısıldayabildiğim yer gurbetse de asıl gurbet fısıldayamadığım yerdir." (Ersöz, 2006;188)

Başka bir açıdan gurbetin olumlu yanını da nazara verir: "Bu sürgün beni dünya kadar lüzumsuz konuşmadan ve beraberlikten kurtardı" (Ersöz, 2006;355)

Akıl planında gördüğümüz bu realitenin yanında gurbetin Hocaefendi'nin ruhunda ve his dünyasında estirdiği sert tufanların olduğu da ayrı hazîn bir gerçek.

İnsan Varlık Arası Bağ

Hocaefendi'nin içyapısında varlığa karşı bir vefa taşıdığını kendi sözlerinden öğreniyoruz. Fakat burada varlık-insan arası bağa daha umumi açıdan bakmak istiyorum. Bu konuda Üstad Hazretlerinin orijinal bir tefsirini nakletmeyi uygun buluyorum. Nur Müellifi, kâfirler hakkında nazil olan "Gök ve yer onlara ağlamadı" (Duhan Suresi, 44;29) ayetinin mefhum-u muhalifinden yola çıkarak, mü'min insan ile varlıklar arasında bir sevgi bağı mevcut olduğu tespitini yaparak şöyle der: "…ehl-i iman ile bütün kâinat alâkadardır, ondan memnundur. Zira iman ile Hâlık-ı Kâinatı bildikleri için, kâinatın kıymetini takdir edip hürmet ve muhabbet ederler. Ehl-i dalâlet gibi tahkir ve zımnî adâvet etmezler." (Lemalar, 1996;627)

Bu tefsirden yola çıkarak inanan insan ile varlık arasında bir bağ olduğunu, bundan dolayı, bir ölçüde tecavüb gereği bir vefa hissinin doğduğu yorumu yapılabileceğini tahmin ediyorum. Hakikatini/doğrusunu Allah bilir.

Vefaya Dair

Hocaefendi varlıktan ve -kametine göre genişleyerek- insana; meleklerden peygamberlere kadar vefa duygusu taşımaktadır:

"Dua ve salat u selamımda Peygamberleri ismen anmadığım gün, büyük melekleri zikretmediğim zaman, acaba darılmışlar mıdır diye düşünüyorum." (Ünal, 2001, 217)

"Bende hatıralara karşı derin bir bağlılık var. Meselâ yolda giderken bir ağacın altında dinlenmiş olsak, bir daha aynı yerden aynı arkadaşlarla geçtiğimizde o arkadaşlar şu ağacın altında dinlenmiştik diye hatırlayıp aynı teklifi tekrarlamasalar bunlar ne kadar duygusuz derim. Aslında aynı ruh haletini paylaşmayan bunu anlamaz." (Ünal, 2001, 22)

Onun kendine has vefa hissini de göz önüne alırsak ayrılık ve gurbetin iç âleminde nasıl bir hazan rüzgârı hatta tufanı estirdiğini tahmin etmemiz güç olmaz.

Bir Yiğit Gurbete Gitse…

Hocaefendi, Küçük Dünyam'dan öğrendiğimize göre gurbeti, genç yaşlarında Erzurum'dan ayrılırken de yudumlamıştır. "Erzurum'u çok seviyordum. Fakat yüreğime taş basıp ondan ayrılmaya mecburdum" (Erdoğan, 2006, 84)

1997'deki yurt dışına çıkış ise adeta aşığın maşukundan ayrılması gibi çok daha acı ve hüzünlüdür. Vatandan uzakta yaşadığı ilk yıllarda kaleme aldığı iki şiirin tamamında şerhe ihtiyaç bırakmayacak derecede gurbetin buğulu halini anlatan vazıh ve samimi duygular yer alır. Hüzünlü Gurbet şiiri bunlardan birisi:

"Beynim tıpkı bir sorular harmanı / Kafamda istifham, cevabı sisli / Sarmış buğulu hüzün dört bir yanı / Kalbim annemin kalbi gibi hisli / Her hâlim garipliğime emâre...

Kulaklarımda bir gurbet şiiri / Nağmelerimde poyraz serinliği / Düşüncem "vedâ" diyor bu yerlere / Yuvadan ayrıldığım günden beri / Gömdüm sîneme sevinci, neş'eyi / Hasretim şimdi o mavi günlere..."

Şiirin tasvir ettiği genel hal ve manzara sisli, buğulu ve hazîndir. Sokaklar bir aysberg kadar ruhuna yabancıdır. Gurbetin ırmakları hiç de vatanınkiler gibi akmamakta, yerler ve göklerden kalbe hiçbir ilham inmemekte, güzellikler ruha sinmemekte, vatanın baharları ve bahçeleri gözünün önünde tütmektedir. (Kırık Mızrap, 2004;377, 378)

Gurbet temalı ikinci şiir (Yayın: Eylül 1999) Daussıla adını taşır. Hocaefendi, şekil bakımından Yahya Kemal üslubunun tesirleri görülen bu şiirin ilk mısralarında, "Dinliyorum rûhumu gurbetten usanmışım / Bunca "dâüssıla"ya dayanırım sanmıştım" diyerek vatan vatan diye atan bir kalbden his haberleri verir. Devamında gelen mısraların mana ve ahenginde bir Türkiye sevdası bestesi duyulur:

"Bir yüce mefkûreye koşarken nefes nefes / Ülkemde yaşayıp orada ölmek hayâlimdi / Bir gam melodisi bu yerde duyduğum her ses / Yutkunuyorum belirsiz duygularla şimdi.

Hiç bilmem gönlümün bu sevdâdan bıktığını / Yer yer bükülmüş olsa da irademin kaddi / Kim görmüş Mecnun'un Leyla'yı bıraktığını /Hep bu oldu dünyada düşüncemin serhaddi. (…)

Geçen günler, mevsimler hep gurbetin melali, hazanı, ufuk siyahlığı ile doludur:

"Izdırap tam ızdırap, neş'enin rengi melâl / Hazanla inim inim duyduğum yaz ve bahar.

Vermiyor bencesini zevk u safanın hayat / Fecre kapalı sanki gönlümdeki tepeler / Hep ümide koşsam da, sarsılıyor hissiyat / Kaplıyor ufukları siyah siyah perdeler."

Dokuz kıtalık şiirin son bendinde bir dava adamı ruhundan reşhalar görürüz. Hocaefendi mum gibi yanarken bile "aydınlatmak" (tebliğ) arzusu taşımaktadır: "İç murakabe deyip kendimi dinliyorum / Gördüğüm çerçevede yapayalnız efkârım / Bir mum macerası; yanıyor ve eriyorum / Olsaydı aydınlatmak bari yanarken kârım!" (Kırık Mızrap, 2004;388-390)

Sohbet ve Röportajlarda Dile Gelen

Poetikasında samimiyetin büyük yer tuttuğu Hocaefendi, şiirlerindeki Türkiye sevdasını sohbetlerinde de dile getirmiş, içini kanatan bir acıdan bahsetmiştir:

"Neden kendini tuttun İstanbul duyguları önünde? Neden hıçkırıklarını içine akıtıyorsun? Neden içinden geldiğince haykırmadın? Nasıl tuttun hicranını? Hayret! Nasıl gizledin o aşılmaz duygularını?" (Ersöz, 2006; 176) "Hasret sahillerinde ben yapayalnız kaldım." (Ersöz, 2006;191) "Sesimin yankısıyla teselli oluyorum." (Ersöz, 2006;468) "Vatanımın bir karış toprağını cennetlere değişmem. (... ) Bu durumda olmak da bana çok dokunuyor ve vatanımdan uzaklık âdeta içimi kanatıyor." (Gülen, Kırık Testi;110)

Aşağıya aldığımız sözlerinde yer alan; memleket havası taşıyan elbiselere ve Türkiye'nin dört bir tarafından getirilen topraklara gösterdiği itina ile atfettiği kıymet, vatanını ölümüne seven bir ruhun portresinden çizgiler yakalamamıza imkân sağlar:

"Türkiye'yi özlemediğimi söyleyemem. Benim ikamet ettiğim ve bazı hatıralarımın olduğu yere destan yazmış insanım. Arkadaşlar bazen hediye getiriyorlar. Hepsini dağıtıyorum. (…) Ancak gelirken giydiğim kazağımı ve pantolonumu Türkiye'nin kokusu gitmesin diye yıkamadım bile. Onları öyle tutuyorum." (Ünal, 2001; 72, 73)

"İşte hala sırtımda olan elbiselerim; Türkiye tozu üzerinde duruyor. Altı senedir yıkatmadım, temizletmedim. Türkiye tozu taşıyor; onlarla teselli oluyorum. Resimlere bakıyor teselli oluyorum. Gelenlere soruyor teselli oluyorum. Rabbim de murat buyurursa bir gün bu hasreti sona erdiririz." (Gündem, 2005;233)

"Bu beş yıl belki hayatımın en acı yılları oldu. (…) 66 yaşındayım; aşağı yukarı 20 yaşından bu yana ömrüm hep böyle geçti. Bana en acı gelen bu oldu. Çünkü bir yönüyle de çok hassasım. Histerik denecek kadar duyarlıyım. Kahve içtiğim bir yerde bir daha oturmamayı o mekâna vefasızlık sayarım. Geçtiğim bir yoldan bir daha geçmemeyi vefasızlık sayarım. Odamda Türkiye'nin belki 50 ayrı yerinden topraklar var. Muhafazalar içinde. Kâbe'den gelmiş toprak gibi. Bunlara bakıp teselli oluyorum." (Akman, 2004;22, 23)

"Türkiye'nin en çok neyini özlediniz" sorusuna cevabı her okuyanın yüreğinde bazı bölgeleri hüzünle harekete geçirecek yapıdadır:

"Doğrusu Türkiye'de her şeyi özledim. Çayından kahvesine. … İnsanımızın saf temiz, duru duru düşüncelerini. Çehrelerindeki tebessümlerine kadar, kendi giysilerimize kadar... Ama çarpık ama doğru kendi mimarimize kadar... (…) Bunların gökdelenleri görkemli görünebilir ama bizim yer delenlerimiz bana daha cazip geliyor. Dün de hastanede yukarıdan baktım. Anlamsız anlamsız ehramlar gibi binalar. Benim için hiçbir şey ifade etmiyor. Soğuk geliyor bana. Türkiye'nin her şeyini geldiğimden bu yana bütün sıcaklığıyla içimde hissediyorum. Biraz da Türkiye'yi içimde yaşıyorum. Hayallerimde resmediyorum. Bazen gülüyorum, bazen üzülüyorum. Bazen hasretle gözlerim doluyor. İçim kanıyor. Bazen olsun diyorum. Türkiye için bu kadar ızdırap çekmek değer diyorum. Her yanını özlüyorum. Koyunların melemesini bile özlüyorum. (…) Ben kendi kültürümün çocuğuyum." (Gündem, 2005;230)

Islahçı Fert, Islahçı Topluluk

Kaderî planda ne vardır? Olup bitenlerde "gurbetin meyveleri" adı verilebilecek bazı hikmetler aranabilir mi? İzahını ehli bilir. Bize ıslahçı kervanında yer almayı istemek düşüyor. En büyük Islahçının (Aleyhisselatuvesselam) müjdesi şu yönde:

"Bu din garip olarak başladı, tekrar bir garipliğe dönecektir. Gariplere ne mutlu! O garipler ki, bazı insanların fesat çıkarmalarına karşılık onlar sürekli ıslahta bulunurlar." (Nakleden: Gülen, Fikir Atlası, 2006;141)

Kaynaklar:

  1. Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyâtı, Lemalar, Nesil Basım Yayın, İstanbul 1996
  2. Fethullah Gülen, Kırık Testi, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları, İstanbul 2004
  3. Fethullah Gülen, Sohbet-i Cânan, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları, İstanbul 2004
  4. Fethullah Gülen, Ümit Burcu, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları, İstanbul 2004
  5. Fethullah Gülen, Kırık Mızrap, Nil Yayınları İstanbul 2004
  6. Fethullah Gülen, Fikir Atlası, Nil Yayınları İzmir 2006
  7. Ahmet Ersöz, Pensilvanya Günlüğü, Ufuk Kitap, İstanbul 2006
  8. Latif Erdoğan, Fethullah Gülen - Küçük Dünyam, Ufuk Kitap, İstanbul 1995
  9. İsmail Ünal, Fethullah Gülen'le Bir Ay, Işık Yayınları, İzmir 2001
  10. Nuriye Akman, Gurbette Fethullah Gülen, Zaman Kitap, İstanbul 2004
  11. Mehmet Gündem, Fethullah Gülen'le 11 Gün, Alfa Yayınları, İstanbul 2005