Kelimenin tam anlamıyla hoca ve efendi

Fethullah Gülen

Türkiye’de olaylar sunî olarak gündemi dolduruyor. İnsanlar bu olayların ortasında isabetli karar alma imkânı bulamıyorlar. Gerçekler altüst ediliyor. Sanki koskoca bir toplum sevk-i gayri tabiî ile bir yerlere kanalize ediliyor. Toplum bünyesinde var olan asıl değerlere rağmen oluyor bunlar. Nesillerin birikimi kültür değerleri göz kırpmadan bazı menfaatlere feda ediliyor. Bir yerde Malik b. Nebî’nin tarifiyle ‘tecânüsü’s-sekâfi’ olayı. Yani toplumları fark ettirmeden bir yere kanalize etme. Kültür yozlaşması... Hangi toplum kendi geleceği adı­na yapılan çalışmaları inkâr eder? Hangi toplum geleceğin teminatı olan gençlerin eğitimi için ya­pılan fedakârlıkları görmezlikten gelir. Hangi toplum fertleri arasında hoşgörünün yerleş­mesine hayır diyebi­lir? Hal böyleyken Türkiye’de birileri, ömrünü bu değerlerin yaşatılması için vakfetmiş bir insanı yargılamayı haklı göstermekte, toplumu da bu anlayışa sevk et­mek­tedir.

Evet, bazı kıymetler hayatlarında anlaşılamayabilir, söylem ve ideolojileri sorgulana­bilir. Ancak bazıla­rını anlayamamak, istikbal adına büyük bir cürüm olmalıdır. Kendisini tanıma bahtiyarlığına eriştiğim Hocaefendi de Türkiye’nin medar-ı iftiharı olması gerekirken, bazı odaklar tarafından vatan haini olarak lanse edilmektedir. Tuhaftır, onun tek başına üstlendiği misyon bugün devletlerin ancak sırtlanabileceği, altından kal­kabileceği misyon iken, kendi değer ölçüleri içerisinde verilecek en önemli ödüllere layık iken, hakkında po­tansiyel suçlu muamelesi yapılması, kargaları bile güldürecek, belki de ağla­tacak bir vaziyet.

Hocaefendi, Türkiye’nin medar-ı iftiharı olması gerekirken, bazı odaklar tarafından vatan haini olarak lanse edilmektedir. Tuhaftır, onun tek başına üstlendiği misyon bugün devletlerin ancak sırtlanabileceği misyon iken hakkında po­tansiyel suçlu muamelesi yapılması, kargaları bile güldürecek, belki de ağla­tacak bir vaziyet.

İlim, mücerret kitaplarda yazılı teorik bilgiler değildir. O bilgileri önce idrak, analiz ve sentezleyerek fıtri şeriata muvafık çağın diliyle okuyabilmedir gerçek ilim. Kendi tabiriyle ‘İlim, akıl, sem’ u basar yoluyla elde e­di­len bilgi ve mârifetten daha çok, verâlardan akıp gelen te­cellî-i ilm-i İlâhî dalga boylu öyle bir nûr ve ziyâdır ki, gelir bü­tün ruhu sarar ve insanın derûnundaki sır yamaçlarında, hafî te­pelerinde, ahfâ zirvelerinde çiçek çi­çek tüllenir ve hep Son­suz’un vâridatıy­la gürler. Bu İlâhî tecellîye mazhariyetin mebdei, sır ve ötesinin Şems-i Ezel’e teveccühü, beden ve cismâniyetin kalb ve ruh seviyesine yükselmesi ve sînenin iman, muhabbet, aşk ve cezbe ile Zât-ı Hakk’a yönelmesi; müntehâsı da ilm-i le­dünnîdir. (Kalbin Zümrüt Tepeleri) Hoş; Hocaefen­di’nin okumuş olduğu, hatta talebelerine okuttuğu kitapların birçoğunun adlarını dahi bil­meyen ilahiyatçı akademis­yenler vardır bugün memleketimizde. Özellikle tefsir, hadis, fıkıh, kelam, tasavvuf, felsefe, lügat, edebiyat, belagat gibi sahalarda bırakın vukufiyeti, üzerlerinde bilimsel tez yapılabilecek malzeme ve derinlik mevcut­tur Hocaefendi’nin eserlerinde. Hoca­efendi, ilmin ötesinde İslam’ın çağları aşan bütün aklî ve ruhî mirasını hazmedip onu sentezleyebilen ârif bir kim­sedir. Şunu itiraf etmek isterim ki; yurtiçi ve dışı hatırı sayılır eğitim müesseselerinde hem tahsil hem de hocalık yapmış ve ilahiyatın birçok sahasında bir şeyler kaleme almış birisi olarak şahsen Hocaefendi’nin ilmi hakkında konuşabileceğimi sanmıyorum.

Faruk Beşer Bey’in onun hakkındaki şu ifadelerinin bu konuda çok önemli olduğu kanaatindeyim: ‘Âlim prototipi olarak düşündüğümüzde Hocaefendi, söyledikleriyle, hadis bilgisiyle, sahabe bilgisiyle, Rasulullah’ın (aleyhissalatu vesselam) hayatını tanımakla, Kur’an-ı Kerim’i tanımakla çok büyük bir âlimdir. Bakıyorum, irticalen bir ayet-i kerime soruluyor, bir ayet-i kerimenin ihtimali manalarıyla ilgili üç tane, beş tane, on tane ihtimal söylüyorsa, bunlar da manası zor anlaşılan ayet-i kerimeler ise o zaman Kur’an bilgisi açısından, hadis bilgisi açısından çok derin bir vukufiyetinin olduğunu kabul etmek zorundayız. Ama ilim bir vasıtaysa, o vasıtanın hayata yansıması açısından bakarsanız, o zaman Hocaefendi elbette bir âlim, elbette bir eylem adamı ve elbette bir Sufi’dir. Tarikat lideri değil ama bir Sufi. Yani, tasavvuf dediğimiz hayat tarzı İslam’da varsa ki, var. Onu yaşayan ve yaşanmasını sağlayan bir sufi lider Hocaefendi aynı zamanda... Ben kendileri müçtehid dedim, birileri itiraz etti. Ben de Galileo gibi söylüyorum. Ona; dünya dönüyor fikrinden vazgeç, seni affetsinler, denmiş, “Tamam, ben dönmüyor diyeyim, ama vakıa o yine de dönüyor” demiş. Ben de öyle söylerim, vazgeçiyorum, böyle bir şey söylemiyorum. Ama benim öğrendiklerimle müctehid diye bir kavram ve onun denk düştüğü bir insan varsa, işte Hocaefendi onlardan bir tanesi... Bunu söylemekte ne var yani?’

Bugün İslam âleminde siyer felsefesini en iyi idrak edenlerin başında gelir Hocaefendi. Onunla kalma­yıp çağı, bulunduğu coğrafyaya göre okumuştur hep. Bu okuma, varlığının şuurunda olma, kelam sıfatından gelen Kur’an-ı Mübin gibi, kudret ve iradenin Kitab-ı Kebîr’i sayılan kâinatı ve bu muhteşem kitabın tekvinî emirlerini iyi okuyup değerlendirme, içinde yaşadığı çağın farkında ve her zaman onunla hesaplaşmasını bilme, bildiklerini de gerektiğinde tereddüt etmeden seslendirme şeklinde tezahür etmiştir hep. Temel kay­naklarla beslenen böylesi bir okumayı çağın idrakine ve de özellikle idrak ehline sunmuştur. Ama maalesef anlaşılamamıştır. Zira (İdrak-i maali bu küçük akla gerekmez, Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez).

Hiçbir falsosunu, faulünü göremezsiniz. Terörün İslam’la bağdaşmadığını ifade eden ‘Terörist Müslüman değil­dir, Müslüman da terörist olamaz’ altın sözleri ile İslam ve Müslümanlara yöneltilen hücumlara dalgakıranlık yapmıştır. Ona göre Müslümanlık hak bir dindir, ancak doğru yaşanmalıdır. Ona, batıl vasıtalarla ulaşılmaz.

Yaşanılan coğrafyada başını açanın da, örtenin de birlikte yaşayabilme amacına matuf ‘Başörtüsü furû’dur’ fürûattandır hikmet sözü beklendiği üzere ehli nâ ilimce ehl-i ilim olmayan na-ehillerce anlaşılamamıştır. Bugün de kasıtlıca kirli emellere alet edilmektedir. Oysa bu söz, söylendiği zaman diliminde yaşanılan realiteye belki de en hikmet dolu bir cevap olmuş, muhatapları nezdinde ilaç gibi gelmişti.

Bir yerde ‘İslam demokrasi ile bağdaşır mı?’ sorusuna İslam’ın, insanoğlunun geniş ihtiyaçlarını karşı­layarak ‘İslam, demokrasiyi zenginleştirir’ şeklinde verdiği cevapla hâkim sözü koymuştur.

İslam’ın salt devlet yönetimine indirgeyen totaliter bir ideoloji şeklinde algılanmasına yol açan hatalı şe­riat anlayışını şeriatın din kelimesinin bir mânâda müradifi ve Allah’ın emirleri, Peygamber Efendimiz’in (sas) sözleri, tavırları ve icma-ı ümmet esaslarıyla müeyyed bir dinî hayat olduğu şeklinde sözleriyle özetlemiştir. Bu şekilde dindarane bir hayatın içinde devlet idaresiyle alakalı kuralların ancak yüzde beş nispetinde oldu­ğunu vurgular.

Ona göre siyaset İslam’ın temel meselesi olmayıp, erkân-ı imaniye ve esasat-ı diniyeden değildir. Kur’an’da yer alan bir kısım hükümlerin siyaset, devlet yapısı ve yönetim biçimleriyle alakası, biraz da ilgi ku­ran şahsın/şahısların bakış açıları, İslamî heyecanları, sadece tarihî tecrübeleri nazar-ı itibare almaları ve İslam toplumunun problemlerinin siyaset ve idare yoluyla daha rahat çözülebileceği düşüncesiyle hareket etmeleri, bu yanlış anlamalara yol açmış olsa gerektir. Bu mülahazaların hepsinin kendine göre bir mânâ ifade ettiği muhakkak olsa da; gerçek sadece bu yaklaşımlarla sınırlı olamaz.

İslam dünyasında ‘akılda, kalpte, ruhta ve tefekkürde diriliş olarak özetlediği Rönesans telakkisinin hep yanında ve destekçisi olduğunu ve böyle bir oluşumu gerçekleştirme peşinde olduğunu açıkça söyleyebi­len çağını aşmış bir başka alim neredeyse göremezsiniz.

Bu arada belirtmem gereken bir gerçek şu ki; kendi kendime kaldığım anlarımda; şayet Hocaefendi’yi tanımasaydım, müteheyyic fıtratım gereği, inancım, anlayışım ve değerlerime ters düşen bir husus karşısında üzerinde yaşamış olduğum toplumsal değerleri de tanımaz, belki de eli silahlı anarşist olabilirdim diye dü­şünmüşümdür. Dolayısıyla kendisine şükran içinde olduğumu itiraf etmeliyim. Ve öyle zannediyorum ki; ara­dan bunca zaman geçmiş olmasına rağmen hiç değişmeyen çizgisi ile kendisiyle tanışmış olan herkesin benimle aynı duygu ve hissiyat içerisinde olacağı kanaatindeyim.