Demokrasiden kopuş!

Ayışığı, Yakamoz, Balyoz gibi darbe planları, 27 Nisan e-muhtırası, 367 krizi ve AKP’yi kapatma girişimi gibi demokrasimizi tehdit eden bunaltıcı hadiseler yaşanırken, içeride demokrat ve liberal isimler ile Hizmet Hareketi nasıl hayatî bir rol oynadıysa, hükümetin dış dünyada tutunduğu en önemli dal da Avrupa Birliği’ndeki (AB) Türkiye dostları idi.

İçerideki statükocu çevreler, İslamî kökleri olan iktidarı, şeriatı getirmek gibi bir gizli ajandası olmakla suçlarken ve Batı’daki neo-con çevreler de bu ithamları onaylarken, Türkiye’nin dostları, demokrasiye ve o gün demokratik duruşu temsil eden AKP’ye büyük destek verdi.

Avrupalı Sosyal Demokrat liderlerden Martin Schulz ve Hannes Swoboda; Liberallerin önde gelen temsilcilerinden Graham Watson, Alexander Lambsdorff, Andrew Duff; Yeşiller’in önemli isimlerinden Almanya’nın eski Dışişleri Bakanı Joschka Fischer, Hollandalı Joost Lagendijk, Daniel Cohn Bendit ve Cem Özdemir; Washington’dan Morton Abromowitz, Hanri Barkey ve Ömer Taşpınar gibi Türkiye uzmanları, adeta Türkiye’nin demokratik dönüşümü için tüm kredilerini AKP lehine kullandılar. Uluslararası platformlarda demokrasi lehine tavır aldılar. Demokrasiye baskının zirve yaptığı günlerde bir araya gelip Batı gazetelerine ilan verdiler. Türkiye karşıtlarına karşı Avrupa Parlamentosu’nda (AP) bayraklarımızla eylem bile yaptı; 12 Eylül referandumunu desteklediler. Her konuda kutuplaşmış Türkiye için Avrupa’dan gelen demokrat sesler pusula gibiydi. Üçüncü göz olarak bir tür hakemlik konumundaydı.

Son 10 yılda demokratikleşme açısından bir mesafe alındıysa içerideki toplumsal dinamiklerin yanı sıra AB süreci ve dünyadaki demokrat dostların katkısıyla oldu. Bu gerçeği, Gül’den Erdoğan’a, Babacan’dan Davutoğlu’na pek çok isim de sanırım kabul eder. Dün vesayetçi güçlere karşı tüm demokratların birlikte desteklediği aynı sivil iktidar, bugün demokrasi adına öyle iç karartıcı adımlar atıyor ki, içeride olduğu gibi dışarıdaki hayal kırıklığı da tarifsiz. AP’nin en büyük 3. grubu olan Liberal Demokratların, AB üyelik sürecimize verdikleri desteği geri çekmesi, bu hayal kırıklığının sonuçlarından sadece biri.

AB’nin eski Ankara Büyükelçisi Marc Pierini, yaşadığı hayal kırıklığını, “Türkiye, 10 yıldır ekonomik başarı ve demokratik siyasi istikrarla elde ettiği uluslararası prestijin büyük kısmını yitiriyor.” sözleriyle anlatıyor. Fransız Haber Ajansı’na konuşan bir AB yetkilisi, “Şoke olmuş durumdayız ve daha kötüsünün gelebileceğinden korkuyoruz.” diyor. “Avrupa’daki dostlarınızı kaybediyorsunuz.” diye uyaran AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Füle, Türkiye’nin gidişatında derin endişe oluşturacak durumların olduğunu, son yolsuzluk soruşturmalarına karşı hükümetin tutumunun yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını derinden etkilediğini söylüyor.

Çözüm sürecini ve Kıbrıs’taki gelişmeleri olumlu bulduğunu söyleyen AP’nin Türkiye Raportörü Ria Oomen-Ruijten de hükümetin attığı son adımlarla yargı bağımsızlığına ve modern toplum hedefine büyük darbe vurduğu görüşünde. EUobserver, isimlerini vermeden Brüksel’deki Türk diplomatların, “Erdoğan’ın son dönemdeki yaptıklarından utandıklarını söylediğini” yazdı. AP’nin Türkiye’yi iyi bilen kıdemli üyelerinden Duff, Erdoğan’ın “güçler ayrılığı ilkesinin önemini anlamadığını” ve artık Türkiye’nin demokratik bir şekilde yönetilmediğini düşünüyor. Lambsdorff, Facebook ve YouTube’un yasaklanmasının bile konuşulduğu Türkiye’de özgürlüklerin tehlikede olduğunu, 17 Aralık yolsuzluk soruşturmasında görev alan binlerce polis ve yargı mensubunun yerinin değiştirildiğini ifade ediyor.

İşin acı tarafı, bütün bunların Türkiye’nin yine kendi içinde kutuplaştığı ve en azından demokratik standartlar açısından evrensel doğruları söyleyecek üçüncü bir tarafa çok ihtiyaç duyduğu ve Erdoğan’ın da “2014, AB yılı olacak.” dediği bir dönemde yaşanıyor olması. Maalesef geçmişinde örnek alacağı bir demokrasi tecrübesi bulunmayan ülkemiz için AB, hukukun üstünlüğü, özgürlükler ve insan hakları açısından en geçerli yol haritası. AP’nin 475 ‘evet’ oyuyla kabul ettiği son Türkiye raporu da tam bir endam aynası. İşte orada yansıyanlar: Türkiye Kopenhag Kriterleri’nden uzaklaştı. Devlet kurumlarında dinî ve etnik kimliklere göre yapılan fişleme kaygı verici. HSYK ve internet kanunları AB kriterlerine uygun değil. Yolsuzluk soruşturmasına tepki olarak yapılanlar, yargı bağımsızlığına büyük darbe vurdu… Dua edelim, içimizi dışımızı saran bu hayal kırıklığı geçici olsun ve ülkemize, demokrasimize kalıcı hasar vermesin.