MGK’zedenin MGK’cılığı!

Bugün ülkeyi yöneten parti, 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısındaki post-modern müdahale sonucu doğdu. Ali Kalkancı, Fadime Şahin gibi birkaç ilginç tip üzerinden, kontrollü medya eliyle ‘irtica’ korkusu oluşturularak demokrasiye kastedildi. Projenin sahipleri, yükselen Anadolu sermayesi, imam hatipler, Kur’an kursları, cemaat ve tarikatların önünü keserek güya laikliği korumayı hedefliyordu. Ama hortumlanan bankalar, çöken ekonomi ve çiğnenen adalet anlayışıyla ülkeyi iflasa sürükledikleri gibi, toplum mühendisliği projelerinde sıkça görüldüğü üzere amaçlarının tam tersi sonuca yol açtılar.

MGK kararlarıyla dindar kesimde oluşturulan mağduriyet, ekonomik iflasla birleşince eski partiler yok olurken, 28 Şubat’ın yok etmek istediği siyasi anlayış başka bir elbiseyle hem de tek başına iktidara geldi. Gül, Erdoğan, Arınç gibi isimler siyasi İslam çizgisinden geliyorlardı ama hatalardan ders aldıklarını söylüyorlardı. Artık kimlik siyaseti yapmayacaklardı. Eski gömleklerini çıkarmışlardı. AB’ye ‘Hıristiyan kulübü’ olarak bakmayacak, oraya üye olmak için gerekli reformları yapacaklardı. Menderes/Özal çizgisini izleyecekler, hem Batı hem İslam dünyasıyla ilişkileri geliştireceklerdi. Hedefleri, 28 Şubat’ı kurgulayan YÖK, MGK gibi vesayet kurumlarından arınmış bir demokrasiydi.

Türkiye ve dünya bu tabloya iki tür tepki verdi. Bir taraf, bunların değişmediğini, hâlâ siyasi İslamcı olduklarını, gizli ajanda taşıdıklarını söyleyerek kökten muhalefeti seçti. İyi kötü ayırmadan AKP ne yaparsa karşı çıktılar. AB sürecinde yaptıklarına sıcak baksalar bile bunların amacının takiyye olduğunu düşünüyorlardı. Kiminin muhalefeti, sadece oy vermemek şeklinde, kimininki Sarıkız, Ayışığı, Balyoz örneklerinde olduğu gibi darbe planlamak şeklinde, kimininki Cumhuriyet mitingleri düzenlemek şeklinde, kimininki yazı, çizi ve sanat yoluyla muhalefet şeklinde oldu. Bu grubun dış ayağını, Avrupa ve Amerika’daki Türkiye ve İslam karşıtları ile neo-conlar oluşturuyordu. AKP’nin aslında İslamî faşist bir ajandaya sahip olduğuna ama bunu gizlediğine inanıyorlardı.

İkinci grup ise toptan düşmanlık yerine AKP’nin demokratik adımlarına destek vermeyi, yanlışlarını eleştirmeyi seçti. İktidarı gayri meşru yolla düşürmeyi hedefleyen ilk gruptakilerin girişimlerine karşı AKP’ye en büyük destek bu gruptan geldi. İçeride, sağcısından solcusuna Ermeni’sinden Alevi’sine her kesimden insanların olduğu bir demokrasi koalisyonu bu çizgide yer aldı. Geçmişte siyasî İslamcılık çizgisine mesafeli olmuş Cemaat ve Zaman Gazetesi de bu koalisyonun parçasıydı. Yurtdışında ise özellikle Avrupa’daki Yeşil, Liberal, Sosyal demokrat siyasetçiler; Financial Times, New York Times, Guardian, CNN, Le Monde gibi basın kuruluşları her fırsatta reformları övdü, vesayetçi YAPILARA karşı Erdoğan’ı destekledi.

Beklenti, Türkiye’nin sivilleşerek demokratik bir hukuk devletine dönüşmesi ve daha geniş özgürlüklere sahip olması iken son dönemde eski otoriterlik bu kez seçilmişler eliyle hortladı. Eskiden olduğu gibi, her türlü eleştiri hain damgasını yemeye, iç düşman lafları yetkili ağızlarda dolaşmaya başladı. Yargı bağımsızlığı, şeffaflık alanında yaptıkları reformları bir bir yıkmaya başladılar. İlk gruptakilerin şüphelerini haklı çıkarır şekilde İslamcı kimlik siyasetine dönüş işaretleri arttı. Freedom House raporuna yansıdığı gibi, basın özgürlüğü son 30 yılın gerisine düştü. 28 Şubat’takinden de uzun süren son MGK toplantısı ve köhne anlayışta olduğu gibi, bir toplumsal kesimi Kırmızı Kitap marifetiyle yaftalayıp ortadan kaldırma niyetleri, 12 yıldır yapılan her şeyin üzerine tüy dikti.

Her gün ilk gruptakilerin şüphelerini haklı çıkaran gelişmeler yaşanırken, çeşitli şekillerde kendini avutanlar dışında ikinci gruptakilerin payına hayal kırklığı ve aldatılmışlık hissi düştü. Hâlâ değişenin kim olduğunu anlayamayanlar, her durumda müzmin muhalif olan ilk grubun değil, AKP’nin doğrularını destekleyip, vesayetçi yapıların saldırılarına karşı onun yanında duran ikinci gruptakilerin bugün nerede durduğuna, ne dediğine baksın. Darbe girişimlerine karşı Erdoğan’ı savunan Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Sami Selçuk, 2007’de AKP anayasa taslağını hazırlayan heyetin başkanı olan Prof. Ergun Özbudun, 2008’de partinin kapatılmasını önleyen Haşim Kılıç’ın bugün ne dediğine kulak verilse yeter. Bugün Erdoğan’ın can simidi gibi sarıldığı MGK, AKP’nin 2007’deki anayasa taslağında hiç yer almıyordu. Haşim Kılıç ise ülkeyi korku ikliminin sardığını söylüyor. Dün demokrasiyi savunan Zaman, bugün de aynı yerde.

Kimin değiştiği açık değil mi?

Kaynak: http://www.zaman.com.tr/abdulhamit-bilici/mgkzedenin-mgkciligi_2254690.html