Ali İhsan Tola
İhsan Atasoy, merhum Ali İhsan Tola Ağabeyimiz için bir çalışma yapmış, “Bediüzzaman’ın Lokman Hekim Ruhlu Talebesi Ali İhsan Tola” isimli bir kitap yazmış. Bazı bölümlerini nakletmek istiyorum:
Tola ailesinin Üstad’la olan bağı Ali İhsan Tola’nın dayısı ve kayınpederi Abdullah Nailî Tola’dan geliyor. 1908’de Meşrutiyet’in başında Üstad İstanbul’da Şekerci Han’da kalırken, kendisini ziyaret edenler arasında o günlerde Hukuk Fakültesi’nde okuyan Abdullah Nailî Tola, Hasan Fehmi Başol ve daha sonra Diyanet İşleri Başkanı olacak olan Hasan Hüsnü Erdem de vardır. Bu zatlar, 31 Mart sonrası bir sabah fakülteye gittiklerinde paşaları resmi elbiseler üzerlerinde, kılıçları bellerinde asılı olarak görürler… Ali İhsan Ağabey diyor ki: “Yirmi yedi paşanın idamına hükmeden Divan-ı Harbî Örfî (Sıkıyönetim Mahkemesi) Reisi Hurşit Paşa idi. Kimin idam edileceğine dair ferman önceden yazılıp masasındaki sümenin altına konulmuştu. Yani netice baştan belliydi. Üstad da bu idamlıklar arasında yer alıyordu. Hurşit Paşa sorgulama sırasında ‘Siz de mi şeriat istemişsiniz?’ diye sorduğunda Üstad ‘Kâfirlerden başka kim şeriat istemez?’ diye beklenmedik bir cevap verir. Bu sert çıkıştan sonra on bir buçuk cinayetini ve sorularını sıralar. Bu müdafaayı dinleyen Hurşit Paşa, Bediüzzaman için yazılmış idam kararını sümenin altından çıkarıp yırtar ve ‘Said Efendi siz serbestsiniz.’ der.”
Ali İhsan Ağabey’in kızı Handan Hanımefendi anlatıyor: “Babam sıkıntılı zamanlarda virdlere (evrad ve zikirlere) çok önem verirdi. ‘Okuyarak ettiğiniz ilticaya cevap alamadıysanız, yazarak Allah’a iltica edin, muhakkak cevap verilir.’ derdi. Son sene sık sık telefon açıyorduk. ‘Baba ne yapalım?’ dediğimizde, ‘Besmele yaz, Felak-Nas yaz kızım.’ derdi. Yazmaya çok önem verirdi. ‘Neden Felak- Nas?’ dendiğinde, ‘Bu zamana baktıkları için onları çok okuyup yazmak lâzım.’ derdi.”
Ali Sanver diyor ki: “Ali İhsan Ağabey dedi ki: ‘Üstadımdan işittim, Osmanlı Padişahlarının hepsi seyyiddir.”
Mehmet Ali Gündoğan anlatıyor: “Ali İhsan Ağabey bir ziyaretimde Besmele’nin kendi ruh ve kalbine açılan ince sır ve nüktelerinden bahsetmişti: ‘Ben, Birinci Söz’den başlıyorum, Otuzuncu Söz’e geliyorum ve takılıyorum. Çözmek için yeniden Birinci söz’e dönmek zorunda kalıyorum. Besmele her şeyin, her meselenin anahtarıdır. O, tam anlaşılmadan hiçbir şey anlaşılmaz.’ demişti.”
Ali İhsan Ağabey uzun riyazatlar yapıyordu. Üstad ona “Ali İhsan, nefsin de hissesini vermek lâzım.” dedi. Aslında Ali İhsan Ağabey’in açlık yoluna girmesinin bir sebebinin, Üstad’ı ziyarete gittiğinde bir ara DIŞ HİZMETLERİN EHEMMİYETİNDEN bahsetmesi olduğunu söyler. Zira Üstad kendisini DIŞ ÜLKELERE GÖNDERECEK olsa, orada AÇ KALMAK İHTİMALİNE binâen baştan açlığa kendisini alıştırmak ister…
Ali İhsan Ağabey, son zamanlarda İslâmî kesimin deniz kenarlarında tatil yapma alışkanlığını tasvip etmez. Bunun yerine dağ ve yayla turizmine önem vermelerini, dağlara-yaylalara çıkmaları halinde kan değerlerinin artacağını, vücudun yenileneceğini söyler. Ayrıca yüksek mekânların yüksek düşüncelere, Allah’ın sanat eserleri üzerinde tefekkür edip mânevî beslenmeye sebep olduğuna dikkat çekerdi. Bunun için zaman zaman bizzat dağlara çıkıp gençlerle kamp kurardı.
13 Mayıs 2009 tarihinde Ali İhsan Ağabey, ruhunun ufkuna yürür. Kızı Handan Hanımefendi hemen Sungur Ağabey’i arar. O da zaten yola çıkmıştır. Cenaze günü erkenden Senirkent’e gelir. Bütün yakınlarını çağırır, başsağlığı diler. Başucunda uzun süre ağlar… Sungur Ağabey’in şöyle dediği duyulur: “En sıkıntılı günümde, herkes bana sırtını çevirdiği zaman arkamda kapı gibi duran kardeşim! Hocaefendi bir, İhsan bir, başka yok! Allah dünyada beraber etti, ukbâda da beraber etsin.”
Bu hizmet-îmâniye ve Kur’aniye kahramanlarının hayatları iyi bilinmeli ve iyi anlaşılmalıdır...
- tarihinde hazırlandı.