Biz her gün yeniden doğarız

Ortalıkta hatta bütün dünyada, dünyaya geliş gayesinden habersiz birçok insan var. Bunlara el atılması gerekir… Onları uyarma ve Cenab-ı Hakk’ın rızasına uygun bir yola sevk etme, en başta insanı, makamların en yükseği rıza ve rıdvan makamına yükseltir… Böylece Hak Taala bereket ve huzur kapılarını açar.

Cenab-ı Hak “(Ey Muhammed!) Sen onların aralarında olduğun müddetçe, Allah onları azaba uğratacak değildir. Ve yine onlar istiğfar ettikleri müddetçe de Allah onları azaba uğratacak değildir.” (Enfal Sûresi, 7/33) buyuruyor. ‘Sen onların aralarında olduğun müddetçe’ ifadesini ‘sünnetlerini yaşadıkları müddetçe’ şeklinde tefsir edenler de olmuştur. Ayrıca “Rabb’in, halkı dürüst hareket eden, hem kendi nefislerinin hem de birbirlerinin ıslahı için çalışan ıslahçıların, (muslihlerin) memleketlerini haksız yere helâk etmez.” (Hûd Sûresi, 11/117) buyuruyor. Demek ki bu hizmetler, ülkemize gelecek belâların seddidir; def’ine ve ref’ine vesiledir. Bu hizmetleri engellemek ise bu seddi yıkmaktır…

Yeni insanlara muhatap olmak, onlara güzellikleri aşılamak, onların yanlışlardan dönüp Cenab-ı Hakk’ın divanına durduğunu, kazanıp bezendikleri güzellikleri yaymaya çalıştığını görmek, bu hizmeti yapanların aşklarını, şevklerini yeniler. Yeniden doğmuş gibi olurlar. Onların emekleme, yürüme, konuşma ve koşturmalarını görmek, yeni dünyaya gelmiş bir bebeğin her gelişme safhası gibi, neşe ve sevince vesiledir… Aşk-şevk ise bu hizmetlerin en güçlü dinamiğidir…

İşte görüyorsunuz, güzel hizmet ve faaliyetlerin bitirilip yok edilmesi için türlü kanunsuzluklar, hatta Anayasa’ya aykırı kanunlar çıkarılırken bile aşk-şevkle yepyeni hizmet şekilleri ortaya konulmaktadır. Şu hengâmede dünya çapında sadece Efendimiz’in (sas) tanınması ve hayatının okunması için yapılan faaliyetler bile akılları durdurur.  Bu öyle bir ruhanî zevk ve neşe, öyle bir aşk ve şevk vesilesidir ki, yaşamayanların bilmesi hiç mümkün değildir.

İşte böyle yedi verenler gibi her mevsim açıp mücevherler gibi çiçeklenen ve çeşit çeşit meyve verenlerden kim usanır?..

İşte şevk atına binip, bütün cihanda koşturanların, hiç aceleciliğe düşmemesi, neme lâzımcılık batağına saplanmaması, hele hele öldürücü “meylürrahat” hastalığı olan rahat düşkünlüğüne prim vermemesi gerekir…

Bunun için bir hedefimiz olmalıdır. Allah için bir söz verip o hedefe ulaşmaya çalışmamız gerekir. Bütün büyük işlerin ve ticaretlerin birer hedefleri vardır. Bu hedefe ulaşıp ulaşamadıklarının da her sene sonu bir muhasebesini yaparlar. Acaba hedef tutturulmuş mudur? Hatta geçilmiş midir? Tutturulamamışsa sebep nedir? Engel nasıl aşılabilir? diyerek gerekli tedbirlerini alırlar.

İşte daha üniversiteye adım atarken hatta orta-lise çağlarında insanın bir hedefi olmalıdır. İlâhiyatçı arkadaşlara büyüğümüz sormuş: “Hedefiniz nedir? Himmetinizi âlî tutun… Fıkıhta, hadiste, tefsirde, tasavvufta, hangi büyüklerin durumunu hedefliyorsunuz?” demişti… Evet bir İmam-ı Azam, bir İmam-ı Râzi, bir Abdülkadir Geylânî veya bir İmam Gazâlî veya İmam Rabbanî olmak çok zor ama mutlaka bir hedefimiz olmalı ve bu hedefe ulaşmak için neler yaptık ve neler yapmadık bunun bir muhasebesinin ve muhakemesinin yapılıp sorgulanması gerekir.

Aslında diğer fen dallarında da öyle… İş hayatında, meslek dallarında da öyle… Siz kaliteyi yükseltir ve yüksek tutarsanız herkes size başvurmak zorunda olur.

Bir de bizim, meşgul olduğumuz işlere göre bir dua listemizin olması gerekir. İsmen yapılan dualar taahhütlü mektup gibi, doğrudan gider hedefine ulaşır. Dua, müminin en güçlü silahıdır; bu silah hiçbir cephanelikte  de bulunmaz. En küçük işlerimizde bile Cenab-ı Hakk’tan dua ile yardım istemek zorundayız. Her şey O’nun elinde…

Bir de unutmayalım bütün bunları işletecek şey, takiptir. Maalesef bizlerde fikr-i takip çok eksik. Yapılacak işlerin olup olmadığına, yapılıp yapılmadığına dair ciddi bir takibin olması gerekmektedir…

Kaynak: http://www.zaman.com.tr/abdullah-aymaz/ya-zalim-veya-mazlum_2227702.html