Işık Pervaneleri

Yurtdışındaki okullarımızda yüzümüzü ak eden ve canla başla çalışan koç yiğitlerimizden oralarda vefat eden adanmışların hayat serüvenlerini Niyazi Sanlı Bey, IŞIK PERVANELERİ isimli kitabında anlatmış.

Bunlar Ali Aytekin, Bilal Kaya, Hakan Duran, Bilal Yaldız, Celal Ergüder, Murat Alkan, Kadri Fidanoğlu ve Hakan Usta...

Bunlardan Ali Aytekin 1971 Haziran'ının başında Gaziantep'in Yavuzeli kazasına bağlı Ballık köyünde doğdu. Konya'da ilâhiyat fakültesinde okurken hizmet gönüllüleri adanmış ruhlarla tanıştı. Son sınıfta iken bir sene ara vererek hizmet için 1992 Kasım ayında Romanya'nın Köstence şehrine gitti. 4 Aralık 1992 tarihinde Tulça'ya hizmet yerine vardı. Tulça'da Sultan Abdülaziz tarafından yaptırılan Aziziye Camii karşıladı Ali'yi... Burada okullarda Türkçe dersleri, camilerde ve evlerde Kur'an-ı Kerim dersleri verdi. Orada işçiden patrona, memurlara ve Katolik papazlara kadar herkesle irtibata geçti. Hatta Tulça'nın civarındaki Çukurova, İshakça ve Babadağ'a da sık sık gidip programlar yaptı.

Bir gece on bir sularında kapısı kimsesiz bir kadın tarafından çalındı. Kadıncağız, bir cenazesi olduğunu ve tekfini konusunda yardıma ihtiyacı olduğunu söyledi. Ali, arkadaşı Hamza ile işi üzerlerine aldılar. İlk defa cenaze yıkayacaklardı. Cenaze toprağa verildikten sonra, kadıncağız dört bin ley para ve çeşitli hediyeler getirdi ama kabul etmediler. Her şeyi Allah rızası için yapıyorlardı. Çok memnun olan kadın Ali'ye "Sen Hızır mısın? Nereden çıktın?" diye sordu.

Bayram vesilesiyle Ali Aytekin köyüne geldiğinde annesi ve babası "Oğlum oralarda sana bir zarar gelir! Yabancı memleket. Bilmediğimiz yerler." deyince, başından geçen bir hadiseyi anlattı: "Telefon etmek için bozuk paraya ihtiyacımız vardı. Para bozdurmak için bir adama: 'Abi şu paramızı bozabilir misin?' dedik. Adam bize 'Ben buranın bir numaralı yankesicisiyim. Alın, ben size telefon paranızı vereyim. Paranızı kimseye göstermeyin. Sonra bir daha karşılaşırsak paramı bana iade edersiniz.' dedi. Allah yolunda gidene Allah yardım eder. Oranın en büyük yankesicisi bile bize yardım etti. Yüreğiniz ferah olsun! Allah kimlere hizmet ettiriyor!.."

31 Temmuz 1993 gecesi, Ali hüzünlüydü. Çünkü ilahiyatta kaydını dondurduğu için geri dönmesi gerekiyordu. Öbür gün, Mecidiye'deki Yurt Müdürü Cavit Bey kendisini pikniğe davet etti. Yirmi-otuz civarındaki ortaokul-lise talebesiyle Tuna Nehri'nin bir kolunun kıyısındaki Düvelen mevkiine gidiyorlardı. Hıristiyan öğrencilerden Klaudio ile Dun, "Biz yüzme biliyoruz." diyerek ikazlara kulak asmayıp nehre atladılar. Biraz sonra çırpınmaya başlayıp Cavit Bey'den, "Hocamm!" diyerek yardım istediler. İkinci imdat sesinden sonra nehre battılar. Cavit Bey hemen kendisini sulara attı. Klaudio'ya ulaştığında çocuk, hocasını kafasından sıkıca tuttu ve beraber nehrin dibine indiler. Nefesleri tükenip, 'ölüyoruz' dedikleri anda hiçbir şekilde kurtulma ümitleri yokken kurtulmuşlardı. Üstelik Dan'ı da güç bela kayığa çıkarmışlardı. Zar zor piknik yerine döndüler. Çocukların ağzından hâlâ köpükler çıkıyordu. Ama ortada Ali hoca yoktu. Sonradan kendilerini Ali hocanın kurtarıp kendisinin vefat ettiğini anlamışlardı. Ancak cesedi 03.00'te balıkçılar tarafından nehrin kıyısında bulunmuştu. Ali'yi kabre kardeşleri İzzet ve Kadir beyler indirmişti. Kefeninden kan damlıyordu...

Anne ve babası biriktirdikleri üç-beş kuruşla hacca gitmişlerdi. Müftü Mehmet Öden Bey, "Oğlunuzu hakiki şehitse, burada görürsünüz!" demişti. Hacerü'l-Esved'i görmek isteyen bir insan dalgası anne-babayı birbirinden ayırmıştı. Annesi ayak altında ezilme tehlikesi geçiriyordu. Suudî polisi bile tehlikeyi fark etmiş, bağırıyordu. Tam o sırada bir genç arkadan geldi, onu aldı ve Hacerü'l-Esved'in yanına kucağında götürdü. Elindeki mendilleri Hacerü'l-Esved'e sürmesini sağlayıp sonra da sakin bir yerde babasına teslim etti. Anne, "Ne oluyor hacı?" diye babaya sordu. O da "Sen baygınlık geçirdin. Oğlumuz Ali seni aldı, kucağıma koydu!" dedi.

Onun Ali olduğunda hiç şüpheleri yoktu!..