Dua etmesini unuttuk mu?
B. Jill Caroll'ın Romence'ye tercüme edilen "Medeniyetler Diyaloğu & Gülen'in İslami Öğretisi ve Hümanist Söylem" kitabının tanıtımı ve bu vesile ile Moldova Bilimler Akademisinde yapılan "Medeniyetler Diyaloğunda Eğitim, Ahlak, Özgürlük ve Sorumluluk" başlıklı konferansa katılmak üzere iki günlüğüne Moldava'daydık geçtiğimiz haftalarda.
Konferansa geri döneceğim ama başlangıçta beni derinden derine düşündüren bir vakıayı intikal ettirerek yazıya giriş yapmak istiyorum.
Program gereği başkent Kişinev'e yaklaşık 60 km uzaklıkta yer alan Curtie Manastırı'na ziyarete gittik. Ortodoks dünyasına ait bir manastır burası. Sovyetler döneminde metruk bir vaziyette kalmış. Restarasyon çalışmalarının tazeliğini manastırın her yerinde görmeniz mümkün. Hâlâ devam eden çalışmalar var. Manastır, çok keskin ve dışarıdan bakıldığında tahammülü imkansız denebilecek ölçüde sert kurallara bağlı olarak rahip ve rahiblerin belli bir müddet için yaşadıkları yer mânâsına gelen bir isim aslında. Ama aynı zamanda bir geleneği de ifade ediyor. Din adamlarının ruha seviye kazandırma, İslami literatürle belirtecek olursak, seyr-i sülük-i ruhaniye ulaşmak için uzlet ani'l en'am yaparak kendilerini kulluğa, ibadete, duaya adamaları manasında. Yine İslami literatürü kullanacak olursak, Kur'an'ın da bir ayetinde işaret ettiği "ruhbaniyyet". Manastır yetkilisinin verdiği ifadeye göre rahipler, ruhani inkişaflarına bağlı olarak bir yıldan 10 yıla ve belki daha fazlasına uzayan bir süre kalabiliyorlarmış burada.
Günün üçte birinde dua
Şimdi gelelim beni düşündüren noktaya; dedi ki baş rahip günlük programlarını anlatırken; "Sabah ve akşamları oldukca uzun sayılacak müddet ibadet ediyor ve dua okuyoruz. Arada kalan zaman diliminde de manastırın çevresindeki gelenek gereği arazide ziraatçılık yapıyoruz." Onlarca rahibin günün üçte birini sadece dua ile geçirdiğini düşünelim. Moldova'da toplam 22 manastır olduğu bilgisini de orada aldık. Her birinde ortalama 30-40 rahip olsa, kaç kişinin günde kaç saat sadece dua ettiğinin hesabını varın siz yapın. İsterseniz bu tahmininizi manastır geleneğinin olduğu Katolik dünyasını da ilave ederek tüm dünya Ortadoksları ve Katolikleri adına genişletin. Karşınıza hiç de küçümsenmeyecek ciddi rakamların çıkacağını muhakkak.
Başta Fethullah Gülen Hocaefendi olmak üzere Rabbileri ile irtibatını kavi bir şekilde kurmuş ve yakaladıkları münasebeti başka hiç bir şeye feda etmeyen başka Hocaefendilerden defalarca duydum ve okudum. Siz de duymuşsunuzdur. Ya da ibadet, ubudiyet ve ubudet üçgeni içinde imrar-ı hayat eden nice sufi büyüklerin kitaplarından okumuş, haklarında anlatılan menkıbelerinden dinlemişsinizdir. Diyorlar ki dua abidesi bu zatlar; "Dua, ümmet-i Muhammed'in yitirdiği bir değerdir. Biz dua etmesini unuttuk. Unutturdular bu değeri bize."
Düşünüyorum; İslam dünyası içinde örneğini verdiğim manastır ciddiyetinde duayı merkeze alan bir düzenlemenin olmadığını biliyoruz da, acaba ferdî ve gönüllü gruplar halinde dua eden, duaya kendini salan, duada fani olup onunla bütünleşen kaç kişi, kaç grup vardır acaba İslam dünyası genelinde?
Derinden derine düşündüğünüzde inanan her müminin ciğerini dağlayan bu manzarayı bırakıp bir başka fasla geçelim. Moldova'nın bize bakan en önemli özelliği burasının tam 300 yıl Boğdan eyaleti olarak Osmanlı topraklarında kalmış olmasıdır. 1812 yılında Osmanlı-Rus barış anlaşması ile bölge Ruslara devredilmiş. Yemek kültüründen misafirperverliğe kadar bir çok benzeşim söz konusu diyor rehberimiz ve hükmünü de ardından veriyor: "Osmanlı'nın günümüze kadar uzanan etkisi."
Stefan cel Mare, milli kahramanları. Kişinev'in merkezinde büyük bir heykeli var. Şehrin en büyük caddesine onun adı verilmiş. Stefan'ı milli kahraman yapan unsur ise anlatılanlara göre Osmanlı'nın Moldova'yı fethe gelen Rumeli Beylerbeyi'ne karşı vermiş olduğu mücadele. Dünyanın en büyük şarap mahzeninin 40 milyon litre küp şarap ile burada olduğunu söyleniyor. Yaklaşık 4,5 milyon nüfusa sahip ülkede 180 bine yakın nüfusuyla Hıristiyan Gagavuz Türklerinin yaşadığı ülke olması da önemli bir başka nokta.
Kadın-erkek nüfusundaki dengesizlik Moldava'nın dünyaca bilinen özelliklerinden biri. Bir zamanlar yüzde 18'lere varan oranın şimdilerde azalmaya durduğunu söylüyorlar. Tabii bunun ahlaki hayata getirdiği menfi etkilerden bahsetmek mümkün. Ülke 27 Ağustos 1991'de bağımsızlığını kazanmış. Resmi dili Romence ama Rusça hala etkin dillerden biri.
Konferansa gelince: O dünyanın ne akademisyenleri ne de akademik usullerine vakıf olmadığım için sağlıklı bir değerlendirmede bulunabilecegim kanaatında değilim. Bu bağlamda özellikle Batı dünyası ile yapacağım mukayeseler doğru sonuçlara ulaştırmayabilir beni. Onun için bu dünyaya vakıf insanların kanaatleri daha önemli. Bu açıdan Moldova Bilimler Akademisi, Avrupa Entegrasyon Enstitüsü Müdürü Victor Moraru'nun "Şu ana kadar bu çatı altında yapılan en seviyeli ilmi toplantıydı." tesbiti konferansın başarısı adına önemli bir veridir bence.
'Et soteye soya sosu koymasınlar'
Bununla beraber illa kanaatiniz nedir denecek olursa; simultane tercümelerdeki anlam kayıplarını da nazardan dûr etmemek şartıyla, seviyeli düşüncelerin dile getirildiğini söyleyebilirim. Moldova 2. Cumhurbaşkanı Dr. Petri Luçinskiy'in, Diyalog Avrasya Platformu'nun dönem başkanı Vladimir Serghiichuk'un ve o coğrafyada efsane isim diye bahsedilen Rostislav Ribakov'un gerek açılışta gerek resepsiyonda yaptığı değerlendirmeler ayrı bir değer taşıyor. O konuşmalardan yapacağım alıntılarla yazıyı uzatmak istemem. Onların bütününe vakıf olmak için konferans tebliğlerinin Romence, Rusça ve Türkçe olarak yayınlanacağı günü beklemek gerekiyor ki bu yetkililerin konferans sonrası verdiği bilgiler arasında.
Son olarak, Türk müteşebbislerinin işlettiği Leogrand otelinde kaldık. Tutku ile işini yapan, bir motto'da denildiği gibi "kaliteyi tutkuya dönüştüren" bir izlenim edindim otel personelinin hemen hepsinde. 26 yıl mutfak mazisi olan ve şu an otel yöneticiliği yapan Barbaros Alta Bey ile yaptığımız kısa konuşmanın mihveri de zaten kaliteydi. Son sözü önemli Barbaros Bey'in. Diyor ki: "Et sote'ye soya sosu koymasınlar." Ne demek diye sordum. "Müteşebbislerimiz kaliteye önem versin ve bundan vazgeçmesinler" dedi. "Pekala et sote teşbihi ne demek?" dedim. Verdiği cevap; "et sote tereyağı ile lezzetli olur, soya sosu ile değil." Evet, et sote yapıyorsak, soya sosu yok, tereyeğa devam.
- tarihinde hazırlandı.