Egoist ve Egosantrik

Bundan önceki yazımı egoist ve egosantrik ayrımını ifade eden bir açıklama ile bitirmiştim Hocaefendi'nin sözlerine dayanarak. Demiştim ki o bir paragraflık açıklamada: "Egoist; bencil, hodbin, kendi çıkarından başkasını düşünmeyen ve bunun uğruna herkesi ve her şeyi feda edebilen insan demektir. Egosantrik ise; psikolojik bir özelliktir ve her türlü hadiseyi kendisi ile ilişkilendiren, her şeyin merkezine hep kendisini koyan ve kendisini gören insandır. Dikkat ederseniz Hocaefendi egoist demiyor, egosantrik diyor. Farkı fark edin lütfen."

Hocaefendi'nin o sohbette söylediği sözler bitmemiş ama benim yerim bitmişti. Bu yazıda önemine binaen devam edeceğim o sohbet notlarına. Belki hatırlayacaksınız, sohbet, yurtiçi ve dışında yapılan fevkalade güzel hizmetlerin "ben yaptım, ben tuttum, ben başardım, ben olmasaydım" türünden "ben" merkezli ele alınmaması ekseni üzerine oturuyordu.

Devam etti Hocaefendi: "Bugün dünyanın 140 ayrı ülkesine gidildiği söyleniyor. Oralara giden arkadaşlarımızın birçokları gittikleri ülkenin dilini bilmiyorlar. O ülkeye yönelik tarihi, kültürel, dini, sosyal alanlarda bir malumat sahibi değiller. Ciddi bir eğitimden geçmiş değiller. İdari sistemlerinden habersizler. Kısa-orta vadeli plan ve projeleri de yok. Çoğunlukla şartların yönlendirmesine göre hareket ediliyor. İnsan-insan münasebetlerinde önemli yer işgal eden psikoloji eğitimi de almamışlar. Ama bütün bunlara rağmen gittikleri yerlerde başarılı oluyorlar. Ağza kolay; 140 ayrı tarihin, kültürün, idari sistemin ve hayat tarzının olduğu yerde yüzlerce müessese. İşte maddi donanım açısından yetersizliğine rağmen elde edilen başarıyı insanın kendinden bilmesi, 'ben, ben, ben' demesi Allah'a karşı saygısızlıktır. Bunları şahsına mal etmesi şirktir. Bereketini alır Allah, eğer böyle denirse."

Yüzlerce, binlerce defa söylediği şeyler bunlar Hocaefendi'nin. İsteyen bu gözle 60'ı aşkın eserlerine baksın, binleri aşan sesli ve görüntülü vaaz ve sohbetlerini dinlesin. Yüzlerce yerde aynı hakikatin farklı şekillerde vurgulandığını göreceklerdir. Bu kısa hatırlatmadan sonra biz yine sohbete dönelim.

Çok kısa bir müddet sustu bu sözleri söyledikten sonra ve aynı heyecan atmosferi içinde sözü farklı bir zaviyeye kaydırdı. Bu defa "ben" değil de "o" diyenleri hedefine koydu: "Ben değil de 'falan yaptı' derseniz de aynı şeydir. Bu da Allah'a karşı saygısızlıktır, bu da şirktir, bu da bereketi alır götürür. Doğrusu, her şeyi Allah yapıyor." Siz burada şu ilaveyi yapabilirsiniz; bizleri de layık olmadığımız halde istihdam buyuruyor. İstihdam edene hamdler, şükürler; istihdam edilene de tebrikler, şükranlar.

'Dine hizmet ettim' diye gururlanma!

Layık olmadığımız halde dedim; çünkü liyakatimiz desek, sohbetten hiçbir şey anlamamışız demektir. Ne güzel anlatır bunu Bediüzzaman Hazretleri. Der ki: "İmana ve Kur'ân'a hizmet etmek her insana müyesser olmaz. Bu ancak 'istihdam edilmek'le mümkündür. İstihdam edilmek için kişinin 'ihlâs, tesanüt ve sadakat' vasıflarına sahip olması gerekir. Bununla beraber 'Allah bu dini racül-u facir ile de kuvvetlendirir' hadisine göre facir ve fasıklarla da Allah dine hizmet ettirir. Bu bakımdan her insan hatalı, noksan ve günahkâr olduğu için dine hizmet ediyor olsa da kendisini 'racül-u facir' bilmelidir. Hizmetini, ubudiyetini, geçen nimetlerin şükrü ve vazife-i fıtrat ve fariza-i hilkat ve netice-i sanat bilmeli, ucub ve riyadan kurtulmalıdır." (Sözler, 2004, s. 769)

Bir başka yerdeki ifadeleri de aynen şöyle: "İkinci Fıkra: Sen ey mağrur nefsim! Üzüm ağacına benzersin. Fahirlenme! Salkımları o ağaç kendi takmamış, başkası onları ona takmış. Üçüncü Fıkra: Sen ey riyâkâr nefsim! 'Dine hizmet ettim' diye gururlanma. 'İnnallahe leyueyyidi heze'd-dine birraculi'l facir' sırrınca: Müzekkâ olmadığın için, belki sen kendini o recül-i fâcir bilmelisin. Hizmetini, ubûdiyetini; geçen ni'metlerin şükrü ve vazife-i fıtrat ve fariza-i hilkat ve netice-i san'at bil, ucb ve riyâdan kurtul!"

Pekâlâ, egoizme girmeme, egosantrik olmama noktasında özellikle dikkat edilecek şeyler var mı? Yukarıda söylenenleri içselleştirmek -ki bana göre zaten imana ve imanın derecesine taalluk eden mevzulardır bunlar- ve mefhumu muhalifiyle hareket etmek yeterli. Hocaefendi'nin menfi istikamette söylediği her şeyin aksini düşünmek ve uygulamak zaten işin yörüngesine, olması gerekli olan zemine oturması demektir. İlave bir izaha ve açıklamaya gerek yok. Ama Hocaefendi bu suale cevap olabilecek bir-iki hususa işaret etti. Dedi ki: "Etrafınızdakileri değil, kendinizi sorgulayın. Kendinizle yüzleşin. Kendinizle hesaplaşın."

Söylediği, söylemek istediği şeyler çok açık Hocaefendi'nin. "Ben, ben, ben" sedalarıyla ortalığı velveleye veren insanın kendisini aşması, ancak samimi, candan ve doğruyu bulmak için yaptığı bir muhasebe ve murakabe ile olur. Geçecek aynanın karşısına o insan ve soracak kendisine: "Neredeyim ben? Yeterli miyim? Aşkın bir ruha, derin bir felsefeye, sahih bir dünya görüşüne, stratejik bir zekâya, ihata edici bir muhakeme gücüne, hayata bütüncül gözle bakabilecek bir nazara, insan ilişkilerini sağlam zeminde götürecek pedagojik eğitime, devletlûlarla resmî münasebetleri arızasız götürebilecek bilgiye ve dehaya, enginlerden engin bir hayat tecrübesine, yaşadığım ülkenin diliyle düşünecek -dikkat edin konuşacak demiyorum- rüyalar görecek ölçüde dile vâkıf mıyım?" Bütün bu sorulara vereceğiniz cevap hayır ise, ben demenin ne manası var o zaman?

İkinci dediği şey şu oldu Hocaefendi'nin ve zaten sözlerini bu cümlelerle bitirdi: "Ağaç şiddetli rüzgârlar karşısında devrilmemek için toprağın derinliklerine doğru kök üstüne kök salar. Sizler de bunca düşmanlıklar karşısında kendi değerlerinize bağlılığınızı her gün yeniden kontrol etmeli ve o değerlere doğru kök üstüne kök salmalısınız."

Hocaefendi'yi inandığı değerlerden taviz veriyor diye suçlayanların kulakları çınlasın.