Yenilenerek yürüyeceksiniz...

Yenilenme Cehdi, "Kırık Testi" serisinin, yani Hocaefendi'nin 1999'da başlayan Amerika hayatında yaptığı sohbetlerden derleme kitapların on ikincisi. Bir başka deyişle, çeşitli vesilelerle yapılan sohbetlerde sorulan sorulara irticalen verilen cevapların yazı diline dökülmüş şekli. Serinin her kitabında olduğu gibi çok çeşitli konulara temas edilmiş eserde. Dindarlık ve dinî hassasiyetle başlamış, ilim ve araştırma aşkına, siyer felsefesinden zikir ve duaya, haset, öfke, kin ve nefretten intihara kadar çok geniş bir çerçevede ferdî ve içtimaî hayatımızı ilgilendiren meselelere yer verilmiş.

Kitabı ilk elime aldığımda bir bütün olarak nazara alıp acaba bir ortak payda çıkarabilir miyim, diye düşündüm. Okuyuculara bu bağlamda ne diyebilirim sorusu etrafında ârâm eyledim. Şaşırtıcı olmayan bir sonuca rahatlıkla ulaştığımı söyleyebilirim. Ulaştığım sonuç, kitabın ismi oldu: Yenilenme cehdi.

İmanı yenilemek...

İmanı, İslam'ı ve bu ikisine derinlik katan ihsanı yenileme, mümin olan herkesin üzerine düşen bir sorumluluk. Bunu en güzel Kur'an'ın ve Hazreti Peygamber'in (aleyhissalâtü vesselam) ilk muhatapları olan sahabe-i kiram yerine getirmiş. "Gel seninle bir saat iman edelim." demişler birbirlerine mesela. Lafzî tercüme olarak söylediğimiz bu cümle bir deyim aslında. Bununla kastedilen, "Gel, seninle şurada bir müddet oturalım, imanî değerlerimizi mütalaa edelim, kalbî ve ruhî hayatımızda bize seviye kazandıracak şeyleri tekrarlayalım, ibadet ve taat duygumuzu coşturacak, kulluk şuurumuzu artıracak şeylerle meşgul olalım, içtimaî hayatın üzerimize bulaştırdığı tozu dumanı bir silkeleyelim ve fıtrat-ı aslimize dönelim." manası... Daha veciz ifadeyle, "Kur'an'ın 'Ey iman edenler! İman edin...' buyruğunu yerine getirelim." demek...

Dikkat ederseniz sahabe örneğinden hareketle bir yenilemeden bahsediyoruz ama derinlemesine düşündüğümüzde bu yenileme değil, yenilenme. Çünkü kelimenin etimolojik yapısından ve muhtevasından anlaşılacağı üzere, yenileme kendiliğinden olmaz ve olmuyor. Yenileme bir sonuç aslında. Onun olabilmesi için öncelikle niyet gerekiyor, ardından o niyeti hayata taşıyacak irade, sonra onu sürekli kılacak azim, gayret... İşte bunların hepsini birden ifade eden kelime "yenilenme". Bu sebepten olsa gerek kitap "yenileme" değil, "Yenilenme Cehdi" adını almış.

'En önemli hastalık durağanlıktır'

Kitabın ismini merkeze alarak ifade etmeye çalıştığım bu düşünce için bana, "Yani kitabın mihveri, müminin imanını yeniden ter ü taze duyması, imanın gereklerini hayata taşıyacak iradeyi göstermesi, bunu maddî-manevî çaba ile desteklemesi diyebiliriz mi demek istiyorsunuz?" diye sorulsa, cevabım evettir. Nitekim bu yazıyı kaleme almadan birkaç gün önce bir huzur sohbetinde söylediği şu sözler benim ifade etmeye çalıştığım hakikati farklı bir zaviyeden daha güzel anlatıyor: "Allah sizi sizden daha iyi bilir. Yalan söylemeye gerek yok. İçinizde O'na (c.c.) ne kadar iştiyak varsa o kadar insansınız. Kalbinizle ruhunuzla ne kadar Müslümansanız, o kadar Müslümansınız. Bu mevzudaki en önemli hastalık durağanlıktır, mevcutla iktifa etmektir. Büyük insanın büyük ifadesiyle dûn-himmetliliktir. Halbuki insan mahiyeti itibarı ile kalbî inkişafa müstaid yaratılmıştır. İnkişaf ettirmiyorsa o alanı ihmal ediyor demektir. Felç edilmiş ruh kanatlarıyla Allah'a ulaşılamaz. Ruh-u Seyyidü'l-Enam memnun edilemez. Cennete gidilse bile rıdvana ulaşılamaz."

Onun için diyorum ki, Yenilenme Cehdi'nin bu gözle okunması, belki bazılarının "defalarca okuduk, dinledik, duyduk" türünden yapacağı, ilk bakışta ülfet ve ünsiyeti çağrıştıran itirazların önünü kapatır ve tam istifadeye hizmet eder.

Kitabî olanla kelâmî ya da daha doğru bir tanımlama ile şifahî olan birbirinden farklıdır. Kitabî, bir yazarın eline kalemi alıp düşüncelerini ilk elden beyaz kâğıda aktarması ise; kelâmî/şifahî olan, bunun dille ifadesidir. Bu ikisi arasındaki belirgin farkların başında üslup gelir. Konuşulan ile yazılanların düşünce vizesinden geçirilmesi-geçiril(e)memesi ikinci farktır. "Maksadı aşan söz", düşünmeden konuşan, konuştuktan sonra düşünen ve en iyi ihtimalle konuşurken düşünenlerin yaptığı yanlışlar için söylenen bir deyiştir. Halbuki hem kitabide hem kelâmide en doğrusu, düşündükten sonra söylemektir.

Hem kelamî hem kitabî

Şahsî kanaatime göre Hocaefendi'nin irticalen konuşmalarından derlenmiş Kırık Testi, Prizma, Asrın Getirdiği Tereddütler, Fasıldan Fasıla serileri öncelikle aslı, yani düşüncelerin irticalî olarak ifadesi açısından kelâmî/şifahî ama kalem-kâğıtla buluşması itibarı ile kitabîdir. Bununla birlikte muhteva açısından bu serilerde yer alan eserler kitabîdir denebilir, zira Hocaefendi konuşurken düşünen ve düşünürken konuşabilen bir özelliğe sahip. Zengin müktesebatı, bu müktesebatın zekâ ile birleştiği yerde kendine yer bulan ilmî derinliği, engin ufku ve tecrübesi kesbî manada ona bu özelliği kazandırmıştır diye düşünüyorum. İşin vehbî boyutu ise sübjektif bir mesele. Şöyle de söyleyebilirim, inşa edici bir beyin olarak merkezde duran Hocaefendi, fonksiyonunu hem kitabî hem de kelâmî olarak yerine getiriyor.

Bir kitap tanıtım yazısında bu düşüncemi kaleme almamım sebebi, okuyucuya bir perspektif sunmak. İsterseniz eseri bir de bu gözle okuyun.

Yenilenme Cehdi'nin merkezinde "iman" olduğu için sözü noktalamadan önce Cemil Meriç'ten bir iktibas: "Yobaz biziz, en güzel taraflarımızla biz. Akıl devlerin değil, cücelerin silahı. İnanç asıldır. Medeniyetler inancın eseri. Akıl mühendisleri yaratır, inanç kahramanları." Fakat bu, aklı bütün bütün dışlamak demek değildir. Alın size bir de İmam Cafer'den iktibas: "Akıl, insanın içindeki peygamber; peygamber, insanın dışındaki akıldır.