Hocaefendi’yi dinlerken...
Bir TV kanalında, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin bir konuşmasına tesâdüfen şahid oldum. Sakin, yumuşak, derin ve tatlı bir ses tonuyla konuşuyordu. Elimdeki işleri bıraktım ve dinlemeye başladım.
Bu bir vaaz üslubu değil; akademik bir dersi, karşısındakini sıkmamaya dikkat göstererek sıcak ve samimi bir tutumla, aradaki hoca-talebe mesafesini kaldırma özenine ağırlık vererek anlatma üslubuydu. Hassas noktaların birinden öbürüne geçiyor, birinin kolay kavranamayacak özelliğini diğerinin rengiyle ve daha bâriz bir çizgisiyle takviye ediyor, aynı şeyi mekik dokur gibi, oya işler gibi bütün hassas noktalara yayıyordu.
Çok zevkle ve dalgın dalgın dinledim... İçimden ilk geçen şuydu: Ah benim hocam ah! Bir yönünle hep yalnız gibisin. Bu, irtifânın getirdiği bir yalnızlıktır ama; biraz biraz paylaşılmalı ve o yalnızlığa eşlik eden hoşlukların cevelânı da mümkün mertebe yaşanmalı değil midir?
Benim gözlerim hiç beklenmedik zamanlarda dolar. O konuşma sâkin ve voltajı bilhassa düşürülmüş bir konuşmaydı ama, kelimeler üzerinde suhûletle fakat apayrı bir temyiz hassâsiyetiyle çiçekler derliyormuş gibi gezinişi, gafletimizi özel buket takdimleriyle sıkılmadan dinlememizi sağlayıcı incelikli hoşluklar tesis ederek dağıtmak istemesi; hem manayı tam vermeye hem de dinleyeni kıvâmında tutup korumaya çalışması; bir sürü dengeyi bir arada gözeten sanatkârlığı... Ağlattı beni.
Ben kendi anladığımın bir yönünü açmaya çalışacağım: Dürüst olmayı, merhameti, sevgiyi ve çeşitli faziletleri, dinlerin çoğu ifade eder. Birçok felsefe ekolü de anlatıp açıklar. İslâm'ın farklılığı, onları bir özel kimya içinde, bir özel terkip bütünlüğü içinde veriyor olmasıdır.
Hocaefendi, işte o kimyayı, o terkip bütünlüğünün özünü, ruhunu, rengini, sırrını, tefekkür tadını anlatıyordu. Tasavvuf da bunu yapmak içindir ama; Hocaefendi, tasavvufun içinden ve onun terminolojisiyle değil, ondan da yararlanan hür bir tefekkür diliyle yapıyordu bunu. Ve bunu yaparken, sınırsız özgürlük meyillenmelerini disipline edici ihtarları da hiç Batıcı olmayan güzellikler halinde serpiştiriyordu.
... İnsan çok anlatırken kendini biraz boşalıyormuş gibi hisseder ve yeniden şarj etmek duraksamalarından yararlanmaya çalışır. Hiç yoktu öyle bir derdi. Konuştukça ivmesi yükseliyor, daha bir rahatlayıp açılıyor, "ne olurdu dinleyenlerin tahammül ve algılama elverişliliği hiçbir problem teşkil etmeseydi" hasretinin gölgeleri simâsında geziniyordu.
... Çok tat aldım. Hem doğrudan hem dolaylı olarak, çok fazla paylar, konular, meseleler, işaretler, tefekkür açıları hareketlendi içimde. Tam da Ramazan programlarını seyrederken biraz sıkılıyor gibi olmamın kendi kendimi kınayıcı çelişkilerinden tedirgin olduğum bir sırada, fevkalâde iyi geldi. Bu Ramazan'da, bu bana yeter, farklılık oluşturma yardımları bakımından.
... Ben onun anlattığını anlatamam, ama anladıklarımı anlatabilirim. Hem de çok geniş, çok uzun anlatabilirim.
Bazı tefeyyüz devamlılıkları, bakım ister, özel ilgi ister. Hep aynı şeyleri tekrarlayarak bunu sağlayamazsınız. Onların da bir yeri vardır ama, üzerinizdeki bazı farklılıkların, inceliklerin, tefekkür alâkalarının canlı durmasına da ihtiyaç vardır. İstediklerinizle, arayışlarınızla, haliniz ve gayretiniz arasında bir liyâkat irtibâtı olmalı. Bir zerre gayret hatırına derya istenmez, yahut derya nasiplerine yönelme iştiyâkı kısmen de olsa tatmin bulamaz. Muayyenlerden, mûtadlardan fazlası lazım... Bu, zorla ve zorlanmayla da olmaz, gönül ve tefekkür incelikleriyle olur. Hocaefendi'yi derinlemesine anlamak cehd ister.
O konuşmayı, isim isim, bazı kişilerin dinlemesini ve "Hadi şimdi bir yorumlayıver" diyebilmeyi o kadar çok isterdim ki. O konuşma tam bir “kimlik ve kişilik tecelliyâtı” idi. Biyografi de neymiş.
- tarihinde hazırlandı.