Devlet ve cemaatler (2)
Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, bugünkü yazısında “Hizmet hareketinin bu süreçte maruz kaldığı operasyonlar ve bundan sonra takip edeceği seyir, önümüzdeki dönemde hem İslam’ın, hem genel olarak siyaset-toplum ilişkisinin şekillenmesinde birinci derecede rol oynayacaktır” dedi.
İşte Ali Bulaç’ın o yazısı:
19. yüzyılın sosyoloğu Tönnies, sanayi devrimi ve modernleşme süreciyle cemaatlerin ortadan kalkıp monolotik topluma (cemiyet) doğru yol alınacağını söylüyordu. Bugünkü durumda devletin hukuk, ekonomik düzenlemeler ve eğitim yoluyla sentetik olarak inşa ettiği toplumun tekrar cemaatlere-STK’lara ayrıştığına şahit oluyoruz. Son 200 senede devletin emredici ve taşıyıcı politikaları sonucunda cemaatlerden cemiyete doğru seyir izlenirken –ki bu gayrı tabii, mekanik ve ısmarlama idi- bugün cemiyetten cemaatlere doğru bir gidiş izlenmektedir. Küresel düzeydeki gelişme de orta sınıfları ve cemaatleri belirleyici aktörler olarak öne çıkarmaktadır. Kısaca eğer demokrasi yaşayacaksa bunun ekonomik temeli orta sınıflar, sosyal aktörleri cemaatler ve STK’lar (seküler cemaatler) olacaktır.
Burada temel soru şudur: Geçmişte toplum-ulus inşa etmek üzere tarih sahnesine giriş yapan modern devlet bu yeni durum karşısında nasıl bir tutum takınacak? Cemaatleri tasfiye edip sentetik toplum ve onun siyasi formasyonu ulus inşa etmeye devam mı edecek, yoksa beşerî iç dinamiklerin zorlamasıyla başlayan sürecin sağlıklı işlemesine engel olmaktan çıkacak mı?
Faşist ve komünist rejimler seçilmiş ideoloji zemininde cemaatleri tasfiye edip totaliter rejimler kurmuşlardı; liberal devlet de “birey”e istinaden kolektif haklar kavramanı reddederek rafine totalitarizme kapı aralar. Fakat devletin felsefî yapısında değişikliğe gitmediğinden piyasayı liberalleştirirken devleti değer yargılarından arındıramıyor, bu da farklı grup ve inançların devlet üzerinde etkin olma mücadelelerine girişmesine yol açıyor. Batı’da devletin bu yöndeki şiddetinin görece hafiflediğini söyleyebiliriz, Türkiye ve Ortadoğu’da giderek şiddetleniyor. Çin’de ise Komünist Partisi piyasa kapitalizmini işletiyor. Piyasa kapitalizmi, otoriter üretimden serbest tüketim aşamasına geçince komünist rejim zorunlu olarak çatlayacaktır.
Aslında hayli ciddi bir siyaset ve demokrasi sorunuyla karşı karşıya bulunuyoruz. Sorun iki noktada toplanmaktadır: 1) Henüz Batılı demokrasilerde siyasi çoğulculuğa sosyo-kültürel çoğulculuk eklenmiş değildir, 2) Karar mekanizmaları ve karar süreçleri üzerinde sivil toplum yeterince etkili olamıyor. Bu iki sorun, devlet fikrinin ciddi olarak gözden geçirilmesini gerektiren zihni bir çabayı zorunlu kılıyor.
Hizmet-hükümet gerilimi, aktüel çekişmeleri aşan yapısal bir krize işaret ediyor. Hükümet, bir yandan modern telakki, diğer yandan devlet ebed müddet ve fakat belirgin olarak Tanzimat-Cumhuriyet arası teşekkül eden iktidar anlayışının derin etkisinde devlet üzerinden toplumsal bir tahkimata gitmek istiyor. Hedefinde Türkiye’nin bölge liderliğine sağlam altyapı oluşturacak toplumsal bir inşa hareketine girişmek var. Adına “Türkiye ulusçuluğu veya Türkiye milliyetçiliği” diyebileceğimiz bu proje, doğası gereği bir mühendisliği gerektirmektedir. Her mühendislik gibi mekaniktir, dıştan sadme vurucudur ve otoriterdir. Varsayıma göre Türkiye’nin bölge (İslam âlemi) liderliği gevşek markaj toplumla olmaz. Sağlıklı, zinde bir toplum ancak “dindar nesiller” yetiştirmekle mümkün olur. Bunun için ilk iş olarak verili din anlayışlarından birini seçip ilan edilmemiş resmî görüş haline getirmek gerekir. Bu iş için “İmam Hatip davası” biçilmiş kaftandır. Projenin ikinci ayağı cemaatleri sivil olmaktan çıkarıp siyasî/resmî topluma dönüştürmeyi hedefler.
Bir kısım cemaat ve tarikatlar zaten buna dünden razıdırlar, belli bir büyüme potansiyeline sahip olduklarından devletten kendilerine akacak ilave kaynak onlar için dünyanın nimeti sayılır. Nitekim şimdi boşaltılan bürokrasi bu sürecin baş destekçisi cemaat ve tarikatlar üyeleriyle doldurulmaktadır. Fakat bu projeye cevaz vermeyip dün olduğu gibi bugün de sivil-özerk kalmayı seçen cemaatler de olabilir; Risale-i Nurların devlet tekeli altına alınmak istenmesinin hakiki sebebi budur. Risaleleri devletleştirmek demek Türkiye’nin en büyük dini hareketini devletleştirmek demektir.
Hizmet Hareketi’ne gelince. Hizmet’in bu süreçte maruz kaldığı operasyonlar ve bundan sonra takip edeceği seyir, önümüzdeki dönemde hem İslam’ın, hem genel olarak siyaset-toplum ilişkisinin şekillenmesinde birinci derecede rol oynayacaktır. Pazartesi bu konuyu ele alacağız.
Kaynak: http://www.zaman.com.tr/ali-bulac/devlet-ve-cemaatler-2_2229020.html
- tarihinde hazırlandı.