‘İmanınız ne kötü emrediyor!’

Beş yıl önceydi. Fethullah Gülen Hocaefendi, şahsî bir kitaplıktan, sahibinden izinsiz, okumak üzere bir kitap alındığını öğrenir. Alan da, herkesin kendisine büyük hürmet beslediği çok mübarek bir zattır. Hocaefendi, “Bir mü'min, başkasının bir eşyasını ondan izinsiz nasıl alabilir? Kul hakkı ve âmme hukuku karşısında nasıl böyle lâubalî olunabiliyor?” diye büyük tepki gösterir. Hocaefendi, bu meseleyi günlerce gündemde tuttu. Nihayet güya teselli için kendisine, “Hocam” dedim, “rahmetli babam da, ne zaman namazın âdâbından birini bile ihmal ettiğimizi görse bıkmadan, usanmadan ikaz ederdi. Bunu fazla bulurdum. Fakat şimdi anlıyorum ki, herhalde zamanla hassasiyetler gelişiyor ve yapılan en küçük yanlışlar bile bu hassasiyetlere dokunabiliyor.” Hocaefendi, o anda bir şey söylemedi. Fakat birkaç gün sonra ağır bir itap ve ikazda bulundu: “Siz, benim okumak için de olsa sahibinden izinsiz kitap alınması karşısındaki tavrımı hassasiyet olarak değerlendirdiniz. Meseleye böyle bakıyorsanız ben, ciddî gönül koyarım. Bu, bir mü'minin kul hakkı ve âmme hukuku karşısında sahip olması gereken asgarî haldir.” Fethullah Gülen Hocaefendi'den, talebelerinden İsmail Büyükçelebi hocamızı hep şöyle övdüğünü işitmişimdir: “İsmail efendi, hizmet için kendisine emanet olarak verilen parayı, temas etmesin diye kendi parasının bulunduğu cüzdana koymaz.” Bekkâ diye anılan Muhammed ibn Münkedir'in kız kardeşi, Süfyan-ı Sevrî'ye, “Ey imam! Çatının üstünde yün eğirirken yoldan zabıta geçiyor ve birkaç saniye onların fenerinin ışığında yün eğirme durumunda kalıyorum. Bu, haram olur mu?” diye sorar. Süfyan-ı Sevrî ağlar ve “İbn Münkedir'in evine bu kadarcık bile şüpheli şey girmesin!” cevabını verir.

Kur'ân; iman ve iman–amel münasebetinin pratiği mevzuunda önümüze çok önemli projektörler tutar (5: 42, 52, 57–63, 78–79; 2: 93).  Medine'de Yahudiler içindeki fâsıklar, mü'minlerin ezan ve namazlarıyla alay eder, onların bütün diğer peygamberlerin yanı sıra Peygamber Efendimiz'e de (s.a.s.) inanmalarını hazmedemezlerdi. Münafıklar da, “Zaman ve hadiseler aleyhimize dönüverirse?!” diye onların güdümünde hareket ederdi. Kur'ân, onların hallerini resmederken, o anda ve tarihte içlerinde bulunan ve Cenab-ı Allah'ın “kendilerine gazap ettiği ve kendilerini lânetleyip, maymunlar, domuzlar ve tağutun kulları/köleleri yaptığı” bazılarını nazara verir. Bunlar, hep münafıkça davranır, gerçekleri gizler, günah işleme, düşmanlık ve haram, bilhassa rüşvet yemede birbiriyle âdeta yarışırlar. Yine bunlar, Elmalılı'nın ilgili âyetleri engin manâlandırması ve yorumuyla, doğru sözden hoşlanmaz, yalana seve seve kulak verir, masumları suçlamak ve bazılarını ise aşırı övmekten haz duyarlar. Gerçekleri tersine çeviren, rüşvet yiyen, yalan olduğunu bildikleri bir davayı dinleyip hakkında hüküm veren veya verdirmeye çalışan, hasis menfaatler uğruna yalanı yayan, masumları suçlama ve halkı iğfal peşinde koşanlardır bunlar. Yalancı şahitlik yapar, yalancı şahitleri dinler, yalancıların yalanlarını neşreder, yalanlar uydurup para çekerler. Bunları bu hale getiren de, en başta tağuta, azgın tuğyankârlara kulluklarıdır, kölelikleridir. Toplumdaki mürşidler ve âlimler de, birinci derecede vazifeleri olduğu halde, bunları işledikleri bu münkerlerden men etmemekte, sessiz kalmakla yaptıklarına ve yalanlarına rağbet vermektedirler. Bu sebeple bunlar, zamanında Hz. Davud (a.s.) ve Hz. İsa (a.s.) tarafından da lânetlenmişlerdir. Ne kötüdür böylesi tutumları ve davranışları! Bunlar, pek çirkin bir siyaset sanatına düşmüşlerdir; bunlardır halkın ahlâkını ve dinini bozanlar.

Kur'ân, böylelerinin mü'min olma iddialarına rağmen böylesi ve küfür ifade eden benzer fiilleri, tutum ve davranışları karşısında şöyle buyurur: “Eğer mü'minlerseniz, imanınız size ne kötü ve ne kötü şeyler emrediyor!” Âyetlerin aynasında aynen günümüzü de görmüyor muyuz?

Kaynak: http://www.zaman.com.tr/ali-unal/imaniniz-ne-kotu-emrediyor_2264313.html