Türkiye göçüyor mu?

Lût kavmini helâke gelen melekler, önce Hz. İbrahim'e (a.s.) uğrarlar ve kavmin helâkini haber verirler. Fakat, Allah'ın kaza kanununu delen atâ kanunu vardır ve Hz. Yunus'un kavminin üzerinden, haklarında helâk hükmü verilmesine rağmen, nihayet iman etmeleri sebebiyle bu hükmün kaldırılması buna örnektir. Hz. İbrahim (a.s.), böyle bir atâ kanunu Hz. Lût hürmetine kavmi için devreye girer mi diye, “Ama o ülkede Lût da var.” der. Bu tavrından dolayı Cenab-ı Allah (c.c.), Hz. İbrahim'i sena eder. Çünkü onun vazifesi, insanların dünyada da, Âhiret'te de salâh ve felâhına hizmet etmektir ve o, hizmetinin gereğini yapmaktadır.

Hz. İbrahim'in şefaati, Hz. Lût kavminin helâkine mâni olmaz; çünkü kavim, geri dönülmez şekilde helâki hak etmiştir. Bir insan, dünya adına meselâ hırsı, şöhret arzusu varsa ve bunlardan kurtulamıyorsa, bunları en azından harama girmeyecek, Din'e ve başkalarına zarar vermeyecek yoldan tatmine çalışmalıdır. Hz. Bediüzzaman (r.a.), 1922 başlarında Ankara'ya gelince, bazılarının hatalı tavır ve yaklaşımlarının Mustafa Kemal Paşa'yı İslâm'a zarar vermeye götüreceği endişesine kapılır. “Korkarım bu dâhiyi İslâm aleyhine çevirecekler” der. Ona, İslâm'a zarar verecek davranışlara teşebbüs etmesin diye ciddî ve içten nasihatlerde bulunur. Ne var ki, Bediüzzaman'ın çabaları olacaklara mâni olmaya yetmez; milletin de istihkakı vardır.

Fethullah Gülen Hocaefendi'de, kendisiyle müşerref olalı beri, 25 yıldır, Türkiye'de bir iç çatışma ve çalkantı endişesini hep müşahede ettim. Bütün gayretiyle, hoşgörü ve diyalog çabalarıyla, emareleri ufkumuzdan hiç eksik olmayan böyle bir çatışma ve çalkantıya mâni olabilme sancısını yaşadı Hocaefendi. 2010 Anayasa referandumu ve seçimlerde AKP'ye verdiği destek ve Erdoğan'la münasebetleri de, büyük ölçüde aynı maksada yönelikti. Ülke sivil yoldan güzel bir bahara uyansın; çatışmalara, darbelere, bölünmelere maruz kalmasın; öfke ile harekete geçilip, Din'e, ülkeye zarar verilmesin –Hocaefendi, hep bu ızdırapla yaşadı. Ama böyle davranırken, elbette kanunsuzlukları, hukuksuzlukları, yolsuzluğu, rüşveti desteklemesi de kendisinden beklenemezdi. Ne var ki, olanlar yine oldu ve öyle anlaşılıyor ki, olacaklar yine olacak; Hz. Osman'ın şahadetine giden hadiselerin önünü alamaması karşısında Hz. Ali'nin buyurduğu gibi, “Yazılan, yazıldığına varacak.”

Öyle görünüyor ki, bugün Erdoğan'ı ve birlikte çalıştığı “oligarşik” kadroyu üç şey ilgilendiriyor: Hakimiyetlerini, iktidarlarını her ne olursa olsun devam ettirme; kanunsuzlukları kanun haline getirip, müesseselerini kapatarak ve hem onlara, hem de destekçi işadamlarının mallarına el koyarak Hizmet'i ve diğer Müslüman cemaatleri de bitirip, tek “cemaat” olarak kalma ve bu arada bazı Emniyet ve Yargı mensuplarından intikam alma;  PKK'ya verilen sözleri yerine getirme. AKP, bu maksatlar için PKK ile, Balyozcularla, Ergenekoncularla, “fabrikatör” Perinçek'le ittifak ediyor. Bu arada ülkede ayrışmalar yaşanıyor; karakterler, insanların madenleri ortaya çıkıyor; Kur'ân'da buyrulduğu gibi, Allah, düne kadar bir araya gelmesi mümkün olmayan hizipleri, hepsinin aynı kumaştan olduğunu gösterip, bir balya haline getiriyor. Evet, milletin de bir istihkakı var. Bu, aslında ülkemize vurulmuş paslı kapının açılma süreci. Fakat bu zor süreçte Hocaefendi'nin hep endişe ettiği çalkantılar yaşanacak, ülke terör, ekonomik ve sosyal krizler ve “tabiî” felâketlerle sarsıldıkça sarsılacak gibi görünüyor. Sonuçta ise, bütün gerçekler hakka'l-yakîn görülecek ve Hizmet, Allah'a daha içten yönelme, dua, sabır, sabırda yardımlaşma ve tam bir kenetlenme ile inşâallah bütün bu herc ü merçten çürüklerini atmış, daha da saflaşmış, güçlenmiş ve genel kabule mazhariyet içinde çıkacak; Türkiye de, nihayet özlenen baharın sabahına uyanacak.

Kaynak: http://www.zaman.com.tr/ali-unal/turkiye-gocuyor-mu_2255036.html