Nedir bu şımarıklık Allah aşkına?
Eski Roma'nın menhus bir geleneği varmış. Önde görünen birini itibarsızlaştırmak istediklerinde önce bir iddia atarlarmış ortaya. Aslı faslı olmayan o laflara ilkin kimse inanmazmış. O yüzden tepkiyle karşılanırmış. Ne var ki ilk yalanı inandırıcı kılmak isteyen fettan bir ekip, ikinci gün uyduruk “ayrıntılar” üzerine dedikodu üretirmiş; ta ki ilk baştaki yalan tartışılmaz bir gerçek sanılsın. Bugün de aynen böyle yapılıyor internet üzerinden, medya kanalıyla. Siyasi fanatizm ve ideolojik şartlanmışlık, insanları itibarsızlaştırabilmek için yalan üstüne yalan uyduruyor. Kara listeler yapılıyor, tetikçilere emir salınıyor ve kitlelerin gıybeti topluca yapılıyor. “Tabanı nasıl olsa uydurma ayrıntılarla ikna ederiz; o yüzden önde görünenleri itibarsızlaştıralım.” mantığıyla yapılan kara propagandayı kim, kime, hangi maksatla yaparsa yapsın büyük bir vebaldir; hesabı hem burada hem mahşerde ağırdır...
Üstat Bediüzzaman, ürpertici bir hatırayı aynen şöyle paylaşıyor: “Bir zaman, bu garazkârâne tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki, mütedeyyin bir ehl-i ilim, fikr-i siyasîsine muhâlif bir âlim-i salihi, tekfir derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârâne medhetti. İşte, siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm, ‘euzubillahi mineşşeytâni ve'ssiyaseti...' dedim.” (Mektubat). Bu vahim davranış biçimini alışkanlık haline getirenleri bir günde bin kere görüp de o ürpertiyi yaşamayana ne demeli?
Mübarek Ramazan gününde nerden mi çıktı bu sitem? İnternet sitelerindeki tetikçilere bakın, gazete sütunlarından tertemiz vatan evlatlarına bir yerden emir almışçasına saldıranlara bakın, 140 karakterlik tweet mesajında 140 defa karakter katliamı yapanlara bakın. Daha düne kadar ‘tağut' deyip sövüp saydıkları, ‘helvadan put' diye tasvir ve takbih ettikleri mekanizmayı adeta teabbüd edercesine kutsayanlara bakın... Üzüleceksiniz. “Bunca senedir çekilen çileler bu gamsızlık için miydi?” deyip ıstıraplara düçar olacaksınız. Bir şımarıklık, bir şımarıklık ki sormayın. Elindeki kalemi, seyahat ettiği gemiyi delmek için kullanan ve bunu yazarlık çizerlik sanan kişilere ne demeli bilemiyorum. Istırapla söylenen çilekeş sözleri bile polemik yapıp bilye oynamayı ‘mukaddes yüke hamal' olmaya tercih edene ne anlatılabilir ki!
Neler oluyor Allah aşkına! Hayır mübarek günde müminlere ve onların sevdiklerine her fırsatta saldırıp dil uzatma cüretini kimden alıyor bazı arkadaşlar? İftar saatini bile beklemeden oruçlu kardeşlerine ‘siyonist' diyecek kadar küçülen ve o hırsla kendi ruh dünyasından uzaklaşan kişiler neyin peşinde acaba? Bir kısım yanlışları örtbas etmek için kafalarından uydurdukları Tel Aviv hikâyeleriyle nasıl bir korkunç iftirada bulunduklarını vicdanlarıyla baş başa kaldıklarında itiraf etmiyorlar mı? Her bir saniyesinin ilahî bir feyizle ihya edileceği bir zaman diliminde onlarca kere gıybet yapıp bir büyük kitlenin hakkına hukukuna tecavüz etmenin, hiç gereği yokken yaftalı bir kıyım mekanizması inşa etmenin gayretullaha dokunacağından hiç mi korkmaz insanlar?
Nedir bu şımarıklık, bu taşkınlık, bu hoyratlık Allah aşkına! Prensip bellidir: Dünyevi hiçbir konuda (başta siyasi meseleler olmak üzere) mutlak hakikatten söz edilemez ve herkesin aynı şeyleri düşünmesi için bir baskı oluşturulamaz. Hatta insanlar temelde sizinle aynı cephede yer alırken bazı konularda farklı fikirlere sahip olabilir ve o farklılık için kınanamaz. O farklılık bir zenginliktir çünkü. Hele insanlar hiçbir çıkar hesabı yapmaksızın yüreklerindeki endişeyi dile getiriyor ve kardeşlerine bazı ikazlarda bulunuyorsa bu civanmertlik karşısında onların kalpleri asla kırılamaz. Bir dostun feryad-u figan içinde, “Aman dikkat orada bir akrep gördüm.” demesi karşısında akrebi değil, ikaz yapanı dövmeye kalkışmak ne hakperestlikle, ne kadirşinaslıkla ne de vefa ile izah edilebilir.
Sahabi, Allah Resûlü'ne soruyordu: “Ya Resulallah, bu vahiy mi yoksa sizin görüşünüz mü?” Allah'ın şanlı elçisi bu tür sorulara kızmıyordu, aksine o konudaki tutumunun kaynağını beyan ediyor, usul ve edebine münasip yapılacak önerilere kapılarını aralıyordu. Hatta başta beyan ettiği bir fikir yerine meşveret sırasında serd edilen bir düşünceyi tercih buyuruyordu Kainatın Efendisi. Hal böyleyken yeryüzünde hangi fani, yaptığı dünyevi her işin yüzde yüz doğru ve itiraz edilemez olduğunu savunabilir!
Eyvah ki ne eyvah!
Ruh dünyamızdan, manevi disiplinlerimizden ne kadar da uzaklaşmışız! Üstelik maskeli iletişimin hükümferma olduğu sanal âlemde ve medyada kendi mukaddes değerlerinden bihaber bir zümrenin ruh kökümüze dair incelikleri hatırlaması hiç de kolay gözükmüyor. Yazık! Özgür ve farklı düşüncelerin meşveret bereketine dönüşmediği, istişare yollarının gıybetle kapatıldığı bir ortamda ‘Kazanma kuşağında kaybetme' riski doğar. Ve gerçekten yazık olur bu ülkeye, yazık olur insanlığa.
- tarihinde hazırlandı.