Sokaktan siyasete ‘algı’

Sokaktan siyasete ‘algı’

Toplumsal ve siyasal olayları anlamak için algı kavramının içeriğini anlamak önemlidir. Bilindiği gibi algı, duyu organlarımızın yeterli düzeyde uyarılması sonucunda dışımızdaki nesneleri ve oluşumları anlama yetisidir. Algı operasyonu ise belli bir grubun, partinin karşıtını etkisizleştirmek üzere yapmış olduğu propagandadır.

Ünlü ekonomist Adam Smith; bir toplumda bireyin davranışlarını belirleyen en önemli etkenin “kişisel çıkar” olduğunu belirtmiştir. Thomas Hobbes; egoizm, kuvvet ve güç gibi faktörlerin toplumda insanlar üzerine etki ettiğine vurgu yapmıştır. Siyasal iktidarların iktidarlarını sürdürmek için yürütmüş olduğu politikaların temelinde “çıkar” olduğu pek çok yazar tarafından dile getirilmiştir. Bahsi geçen fikirleri öne süren düşünürler bu sonuca, maddeci bir toplumdaki insan davranışlarını gözlemleyerek varmışlardır. Birçok yazar ise ideal bir toplumda bireysel çıkar temelindeki tutum ve davranışları eleştirmiştir.

Hükümet üyeleri ve onların yönetimindeki bürokratlar devletten almış oldukları maaş karşılığında ülkeye fayda sağlamak ve halka hizmet etmek zorundadırlar. Bu hizmetleri yaparken ilave olarak komisyon, rüşvet vs. alamaz ve devletin çıkarlarını görmezlikten gelemezler. Oysaki, 17 Aralık yolsuzluk soruşturması sonrasında hükümetin bazı üyelerinin devlet işlerini görürken devletin çıkarlarını kollamak adına vurdumduymaz davrandıkları ve yolsuzluğa bulaştıkları kamuoyuna yansımıştır. İktidar, ortaya çıkan bu kirliliği ve üzerlerindeki olumsuz bakışı başka yöne çekmek için algı operasyonlarını başlatmıştır.

İktidar partisinin “oligarşik yapı” etrafında kümelenen kesiminin bireysel çıkar temelinde algı operasyonu yaptığının en önemli göstergeleri; ahlaki temelde yerleşmiş esasları ve sosyal normları dikkate almamaları, teamülleri yok etmeleri, mevzuatları, yasaları ve anayasayı hiçe saymalarıdır. Siyaset üretmek için kullanmış oldukları savlar, ne evrensel ilkelere, ne herhangi bir ideolojiye ne de dini bir esasa dayanmamasıdır. Herhangi bir ilkesel duruşa dayanmadıkları için egoizm ve bireysel çıkar ön plana çıkmaktadır. Seçim meydanlarında “dindar” olduklarını halka göstermek için kullanmış oldukları dini söylem içeriklerini, algı operasyonu yaparken unutmuş veya anlamamış gibi davranmaktadırlar. Binlerce kamu görevlisi haksız ve hukuksuz olarak pasifleştirilmiş, görevinden uzaklaştırılmış ve binlerce işadamı ayrımcılığa maruz kalmıştır. Evrensel hukuk ilkeleri ve insan hakları ise onların nazarında sadece kendi çıkarlarına uyduğunda kullandıkları araçsal yöntemler mesabesinde kalmıştır. Toplumsal çıkar yerine benmerkezci politikalar ön plana geçmiştir.

İktidar partisi, algı operasyonlarını tamamen kendi taraftarlarını inandıracak şekilde organize etti. Bunun için kullanmış olduğu taktik; yapılan yolsuzluk, hukuksuzlukları inkâr, karşı taraf olarak seçtikleri kişi veya grupları hain ilan etmekti. Toplumun geri kalan kısmının ne söylediğini ne de yazıp çizdiğini önemsediler. Kendi taraftarlarını fanatik hale getirmek için ellerinden gelen her türlü yalan, dolan ve iftirayı kullanmaktan çekinmediler. Karşı taraf olarak seçilen kişi ve gruplara kulaklar tıkandı, alternatif düşünce dinlenmez ve mantık işlemez oldu. Zihinlerin kapalı tutulması için taraftarlara yandaş medya dışında bilgiye ulaşmaları engellendi, muhalif televizyon kanallarına yayın yasağı getirilip tek yanlı iletişim hâkim kılındı.

Siyasilerin topluma yönelik kararlarında rol oynayan faktörler genelde akıl, karakter, vicdan ve duygularıdır. Eğer dini, felsefik veya evrensel bir ölçüleri yoksa çoğu kez kendi nefs-i emmareleri devreye girer. Yaptıkları, yapacakları faaliyetleri bireysel çıkarları, geleceğe yönelik bekleyişleri veya endişeleri etrafında örgülerler. Şimdiye kadar Türkiye'de iktidara gelen hemen tüm parti liderlerinin başlangıçta hep güzel mesajlar vermiş olduklarına ancak iktidara geldikten sonra üyelerinin birçoğunun “egoizm”, “bireysel çıkar” ve “beklentiler” girdaplarında boğulduklarına şahit olmuşuzdur. Toplumun önüne çıktıklarında hamasi destanlardan bahsedip, vatan, millet, din ve imandan bahsettikleri halde kapalı kapılar ardında rant pazarlıkları güttükleri, ihaleleri kime ve nasıl peyleyeceklerinin hesaplarını yaptıkları malumdur. Meydanlarda vermiş oldukları mesajlarla kapalı kapılar ardında dönen dolapların içeriği aynı olmamıştır.

İktidarın bazı yöneticileri varsayımsal, bağlantısız ve vehmi temelden yola çıkarak 17 Aralık yolsuzluk soruşturmasını “darbe” olarak lanse etti. Yanlış bir temelde kurgulamış oldukları propagandayı yürütmek için kullandıkları temel saldırı araçları; yalan, iftira, karalama, itibarsızlaştırma, aşağılama, hakaret olarak sayılabilir. Bütün bu propaganda teknikleri ne yazık ki toplumun bir kesimi tarafından alkışlandı.

Ünlü filozof Hamann, “Konuş ki seni görebileyim” der. Atalarımız konuşma ile karakter arasında ciddi bağlar kurmuşlardır: “Söz yarası kılıç yarasından derindir”, “İnsan, dilinin altında gizlidir” veya “Lisan ayniyle insan” diyerek medeni insan olmanın yolu olarak üsluba dikkat çekmişlerdir. Yaklaşık bir yıldan beri siyasal iktidarın bazı üyeleri tarafından topluma yönelik yapılan konuşmalarda en fazla işittiğimiz ne oldu? Mutluluk, hüzün, şaşkınlık, nefret, tiksinme ve öfke olarak sayabileceğimiz altı temel duygudan mutluluk hariç hepsi ile toplum yoğun bir şekilde karşı karşıya kaldı. Duygular sadece duygu olarak kalmadı ve ardından geliştirilen tutumlar davranışlara aksetti. Gezi olayları sırasında gösteri yapanlar “çapulcu” olarak yaftalandı. Kendisine muhalefet eden iş dünyasının bir kesimine “hainler” dendi. Sivil toplumun önemli aktörlerinden “Cemaat” kastedilerek; “bunların dershanelerine, okullarına çocuklarınızı göndermeyin”, “su vermeyin” gibi tamamen hukuk dışı söylem ve aynı zamanda kin, nefret ve intikam duygularının davranışsal yansımaları ortaya çıktı. İslam'ın açık bir nehiy emri olan “başkalarına lakap takmayın” dendiği halde ısrarla dünyaca kabul edilen muhterem bir allameye tarihte benzeri görülmedik şekilde “haşhaşî”, “paralel”, “çete lideri” gibi daha birçok kötü söz söylendi. Buradaki amaç; bir hareketin liderini karalamak yoluyla ona taraftar olanların ondan uzaklaşmasını sağlamak veya yeni taraftarların katılmasını önlemekti. Oysaki fazilet abidesi bir şahsiyeti, yolsuzluğa, haksızlığa, ayrımcılığa battığı iddia olunan kişi veya kişilerin karalaması, zarar vermesi mümkün değildir.

 Yolsuzluk soruşturmasının ardından miting meydanlarında ve iktidar tarafından oluşturulduğu iddia edilen “havuz medyası”nda defalarca hâkim ve savcıların düzmece delil uydurdukları yolunda akla, mantığa aykırı söylemler, tehditler, yalanlar, iftiralar tekrarlandı. Ardından asayişi sağlayan polis ve amirlerine operasyonlar düzenlendi. Savcı ve hâkimlerin emrinde çalışan emniyetçiler tutuklandı. Hiçbir somut delile dayanmayan bu operasyonlarda amaç güya “yolsuzluk çetesi”ni yakalayanların aslında suç işlemiş olduğunu topluma inandırmaktı. Hukuk felsefesine aykırı olarak kurulan “Sulh Ceza Mahkemeleri”nde sorgulanan polislere sorulan sorular ise “evlere şenlik” denebilecek türdendi. “Casusluk soruşturması” adı verilen soruşturmada polislere casuslukla ilgili soru sorulmayınca emniyet müdürünün “casuslukla ilgili soru sormadınız?” sorusunu savcıya yöneltmesi, işin vahametini göstermesi bakımından yeterli değil midir? Böyle bir uygulama hukuk tarihinde nadiren rastlanan bir olaydır. İnsaf, vicdan ve hukukla katiyen bağdaşmamaktadır. Varsayalım ki polisler suç işlemiş olsunlar; hukuk literatüründe bilinen ve bütün akademik çalışmaların sonucunda ortaya çıkan gerçek şudur: suç sonrası oluşturulan mahkemelerin adil karar vermesi mümkün değildir.

17 Aralık olayı sonrasında iktidarın davranışı, suçu başkasına yıkarak kendilerini temize çıkarma ameliyesidir. Suça bulaşanlar kendilerine toz kondurmadıkları gibi “hayali düşman” üretip suç atmaktadırlar. Toplumun algı operasyonlarına açık hale gelmesi veya bu propagandalara sorgusuz sualsiz inanması; büyük ölçüde “aldatma” temelli algı operasyonu yapanların özellikleri ile dinleyici konumunda olanların özelliklerinin benzeşmesinden, birleşmesinden kaynaklanmaktadır. Efendimiz (sas) “Siz nasılsanız öyle idare edilirsiniz.” buyurmuştur. Bireysel çıkarın ilke haline geldiği, suizan, gıybet, yalan, iftira gibi büyük günahların çok yaygınlaştığı toplumumuzda toplumu kandırmak üzere yalan, iftira ve karalama yapanlar "kötü insan" olarak görülmedi.

Kasıtlı ve ısrarlı bir şekilde toplumda kutuplaşma, ayrımcılık, hukuksuzluk ve karalama yapan karar alıcıların tutum ve davranışları karakterlerinden bağımsız değildir. Hemen hemen tüm siyasal ve sosyal olaylarda benlik, kişilik ve yetişme kültürü denkleme girmektedir. Anlaşılan o ki, dehşet ölçüde nefret söylemi yapanların iç dünyalarında var olan çirkin hasletleri böyle bir imtihan sürecinde ortaya çıktı. Evet, madene ateş verilmeden posa ile altın ayırt edilemez.

İktidardaki bazı siyasiler, devletin gücünü arkasına alarak ve gayr-i meşru yöntemlerle ele geçirilen medyayı kullanarak toplumun belli bir kesimini deyim yerindeyse “linç girişimi”ne uğratmaya çalıştı. Toplumun belli bir kesimi, önceden planlanan ve fırsat çıkınca da yürürlüğe konulan organize algı operasyonlarını görmedi, görmek istemedi. Eğriyi doğru görme eğiliminde oldular. Yapılan bütün denaet, psikolojik yıpratma ve asimetrik saldırılarla baskıya, zulme uğrayan kesim hiçbir şekilde yılgınlığa düşmedi. Hak ve hakikati korkusuzca haykırmaya devam ettiler, hakikati savunanların hiçbir zaman mağlup olmayacağına inandılar. “Küçük yardımlar büyük iş görür” fehvasınca elinde küçük imkânlarla hukuksuzluğa karşı çıkmaya, memurların haklarını savunmaya, banka kurtarmaya, öğrencilere ve saldırıya uğramış kimselere yardıma koştular. Kanun dışı, ahlak ve etik dışı davrananlara teslim olmadılar, yalana yalanla, iftiraya iftira ile mukabele etmediler, şiddete başvurmadılar. Bütün bunlar zulmedenlerle zulme uğrayanlar arasındaki psikolojik denge, dini salabet, yüksek karakter ve insaniyet farkını açıkça göstermektedir. Bahsi geçen süreci ancak şu şekilde tanımlayabiliriz: Algı operasyonları yapan “oligarşik kadro”nun, düşünce metodolojisi, olaylara bakış açıları, insan hakları, evrensel değerler ve dinin temel esaslarına saygı gibi konularda çok ciddi sorunları olduğu anlaşılmaktadır. Nefis, enaniyet, rekabet, kibrin ve bireysel çıkarın tatmin edilmesi uğruna bütün bu çirkinliklere ve aşağılıklara meydan verildi. Zira bu kadar pespayelik başka türlü açıklanamaz.

Doç. Dr. Ercan Sancak, Turgut Özal Üniversitesi

Kaynak: http://www.zaman.com.tr/yorum_sokaktan-siyasete-algi_2250427.html