Melez yönetim anlayışı ve Türkiye’nin sivil haklarla imtihanı
Geçtiğimiz hafta insan haklarının çağımızdaki dev sembollerinden Nelson Mandela, geride eşsiz bir hatıra bırakarak hayata gözlerini yumdu.
İstisnalar haricinde (maalesef Türkiye de o istisnalardandı) neredeyse bütün dünya ülkelerinin en üst seviyede temsil edildiği Johannesburg'daki anma merasiminde konuşan Başkan Obama'nın Mandela'dan naklettiği şu sözleri duyar duymaz not ettim: “Beyazların tahakkümüne karşı mücadele ettim; siyahların da tahakkümüne karşı mücadele ettim.” Bu iki kısa cümleciğin Türkiye'de bugünlerde yaşadığımız sosyo-politik durumu çok iyi resmettiğini düşünüyorum.
Beyaz-siyah ayrımı Türkiye'de de bir hakimiyet ve var olma mücadelesinin mecazi adı. “Beyaz Türkler”, toplumumuzda merkezi tutanlar ile çevreye mahkûm edilenler arasındaki ayrışmada hep merkezdekileri işaret etmek için kullanıldı. Beyazın karşısındakiler haliyle esmer vatandaştan başkası değildi. Ama günümüzde merkezi tutma yarışında ne tam beyaz ne de tam esmer olan, bize has melez bir rengin ağırlığını giderek hissettirdiğini söylemek yanlış olmaz.
Gökhan Bacık'ın Ortadoğu'daki Arap ülkelerinin yönetim tarzını tarif ederken kitabına başlık olarak kullandığı ve sosyal bilimlere kazandırdığı Melez Egemenlik (Hybrid Sovereignty) kavramı aslında Tanzimat'tan bu yana Türkiye'deki durumu tarif için de münasip düşmektedir. Yönetim anlayışımız dünden bugüne doğu-batı, din-laiklik, vesayet-hürriyet gibi karşıtlıkların med-ceziri altında “ortaya karışık” bir tablo arz etti. Günümüzde de hükümet kim olursa olsun yönetim tarzının bu melez karakterin rengine büründüğünü söylemek mümkün. Türkiye, Ortadoğu'daki diğer rejimlere göre görünürde Batılı demokrasiye en yakın –ya da öyle olduğu zannedilen– bir ülke iken son zamanlarda bu algıya ciddi darbe vuran hadiselere maatteessüf şahit oluyoruz.
Hizmet Hareketi, 150 küsur ülkede eğitim ve diyalog faaliyetleri gösteren bir sivil toplum. Bana göre en büyük özelliği ise şartlar ne olursa olsun her zaman bağımsız kalabilmeyi başarmış olmaları. İster beyaz olsun, ister siyah, isterse de melez, yönetimde olanlar Hizmet'ten rahatsız ise diğer bütün özelliklerinin hepsi bir kenara, bunun en önemli sebebi bağımsızlıkları. Yönettiklerinden kayıtsız şartsız biat bekleyen yönetimler için bu tahammül edilebilecek bir durum değildir. Hizmet'in şeffaf olmamakla suçlanmasındaki en büyük sebep de budur aslında – hiçbir parti, ideoloji ya da gruplaşmaya kendini mahkûm etmemiş, herhangi bir aidiyet tahakkümüne girmemiş olan Hizmet'in siyasi ve ekonomik bağımsızlığı, yönetimler tarafından iktidarlarına rakip olarak algılanmalarına ve bir tehdit olarak tevehhüm edilmelerine sebep olmaktadır. Başkalarının ispat-ı vücud etmek için illa böyle bir şablon içine girme ihtiyacı hissetmeleri, bu ihtiyacı hissetmeyen ve prensip olarak reddeden Hizmet Hareketi'ne şüpheyle bakmalarına yol açıyor. Halbuki, Hizmet'in bağımsız bir sivil toplum olarak kalması birçok açıdan tabii, zaruri ve çok faydalı bir durumdur:
Siyasi açıdan: Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın deklarasyonlarında ifade edildiği gibi Hizmet'le bir şekilde yolu kesişen herkes bilir ki Hizmet hiçbir zaman herhangi bir siyasi partiye kendisini endekslememiştir. Parti taraftarlığı doğası gereği kendi partisinden olmayanları karşısına almak demektir ki, Türkiye'de toplumun bütün kesimlerini, dünyada ise din, dil, renk, ırk ayrımı gözetmeksizin bütün milletleri kucaklama gayretindeki Hizmet Hareketi, kendi varlık sebebine ters böyle bir angajmanın içerisine girmez. İkinci olarak, hem icraatlarıyla hem de söylemleriyle her zaman toplumun gözü önünde olan ve şartlara göre devletin her türlü imkânına sahip olan siyasilerin bilerek-bilmeyerek yapacakları hata ya da günahlardan kendisini ari tutabilmesi de Hizmet'in hiçbir siyasi yapıyla özdeş olmamasına bağlıdır. Siyasi partiler geçicidir, Hizmet ise bir hayat tarzıdır ve siyasi irade kimin elinde olursa olsun hayatiyetini sürdürebilmelidir.
Ekonomik açıdan: Hizmet kurumları genel olarak kurulum aşamasında hayırseverlerin yardımlarıyla hayatiyet kazanırken sonrasında o kurumun kendi yağıyla kavrulabilmesi gerekmektedir. Bu da her kurumun bulunduğu sektörde kaliteli bir hizmet sunarak kendini topluma arz etmesi neticesini doğurur. Dolayısıyla her kurum merkezi bir yapıya ihtiyaç duymadan “yerinde hizmet” anlayışıyla zaman ve mekânın ruhunu “yerinde” ve doğru anlayarak ve mevcut şartlara ve hakim zihniyetle çatışma içerisine girmekten azami kaçınarak misyonunu eda etme amacındadır. Ekonomik bağımsızlık Hizmet'i ekonomik olarak egemen güçlerin tahakkümünden ve minnet altında kalmaktan kurtarır.
Bireyler açısından: Hocaefendi'yi takip edenler, insanları “şucu, bucu” şeklinde sınıflandırmanın hakaret seviyesinde bir yanlışlık olduğunu yıllardır söylediğini bilir. Hocaefendi'nin, Hizmet'e gönül verenlerin kendi ismine nispet edilip böyle bir etiketlenmeye maruz kalmamaları için de kendisini hep hariçte tutmaya çalıştığı, hatta “Gülen” Hareketi ismini dahi kabul etmediği herkesin malumudur. Hizmet'in gönüllülerine herhangi bir isim takmaması, bir kulübe üye olmak gibi bir zorunluluğunun olmaması ve her türlü etiketlendirmeye ontolojik olarak karşı çıkması, gönüllülerin gönüllü olarak yaptıkları hizmetlerin haricinde kendi kariyerlerine de devam edebilmelerine imkân tanımıştır. Fişleme hadiselerinin halen devam ettiğini teessüfle öğrendiğimiz ülkemizde insanların şahsi hayat felsefesi olarak benimsedikleri değerlerinden ve sosyal çevrelerinden dolayı tasfiyeye uğradıklarından bahsediliyor. Bu vahim durum doğruysa Hizmet'e gönül verenlerin bireysel olarak bağımsız kalma tercihlerinin ne kadar da isabetli olduğunu ispatlıyor. Son çıkan hadiseler de göstermiştir ki, bazı çevrelerin şeffaf olmamakla suçladığı Hizmet'in toplumun her kesiminden gelen, dindar olan olmayan, tesettürlüsü-tesettürsüzü ile bütün gönüllülerinin ve sempatizanlarının aslında bulundukları kurumlarda ve sivil yaşamlarında tasfiyeye uğramamak için hayatta kalma mücadelesi vermektedirler. “Paralel devlet” gibi, “şeffaf değiller” gibi töhmet altında bırakıcı ifadeler –hele de herhangi bir suç söz konusu değil ise– tam bir kara propaganda örneğidir ve insan haklarına apaçık aykırı bir durumdur. Hizmet'e nispet edilen örgütlenmelere dair iddia sahipleri karalama yapmayı bırakıp ortada bir suç varsa bunu yazmalıdır.
Hizmet'in farklı Müslüman ülkelerinde faaliyet gösteren, ismi-adresi belli bir kurum haline dönüşmesini talep edenlerin Hizmet'i hiç tanımadıkları ve gerek modern manada sivil toplumun ne olduğundan gerekse İslam medeniyeti mirasındaki otonom ulema geleneğinden haberleri olmadıkları ortadadır. Hizmet'i benzetmeye çalıştıkları kurumların –samimiyetleri bir kenara– siyasi ve çatışmacı söylemleri ne kendi ülkelerine ne de iddia ettikleri davalarına fayda sağlamıştır. Bütün dünya insanlarıyla gönül köprüleri kuran Hizmet'in şahs-ı manevisindeki ağırlığı ise taşıyabilecek kudrette bir tabela mevcut değildir. Bugün bir tarafı seçmek zorunda bırakılan dindar çevrelerin imtihanı da tam burada başlamaktadır: Geçmişte ulemanın bütün izzetiyle temsil ettiği gibi bağımsız bir sivil yapı olarak kalmak ve hakkın müdafaasını yapmak mı, yoksa tahakküm altına girip bürokratik bir oligarşi yapısına bürünmek mi? Dindar çevrelerin ve ulemanın bağımsız kalıp yanlışa yanlış demesi hakkaniyetli bir yönetim için de olmazsa olmaz bir şarttır.
Demokrasi adına daha çok mesafe almamız gerektiği gün gibi aşikârdır. İnsanların herhangi bir suç maksadı olmaksızın istediği sosyal oluşumu kurmasında, istediği sosyal yapıya mensup olmasında ve bunu açıkça ifade edebilmesindeki engeller hem zihinlerde hem de hukuken kaldırılmadıkça fişlenmelerin önüne geçilmesi ve melez yönetim anlayışından kurtulmamız mümkün değildir.
Mandela'dan alacağımız ne kadar çok ders var...
Hakan Yeşilova, The Fountain Dergisi Yayın Yönetmeni
- tarihinde hazırlandı.