Ziya etkisi

Hayatımda gördüğüm en nefret dolu ve gerilimli bir süreçle yerel seçime doğru yol alıyoruz. Bilmem bundan sonra siyaset ile gerilim bu kadar iç içe olur mu ama Recep Tayyip Erdoğan’ın Gezi Parkı’ndan beri bilinçli ve bir tür siyasi yöntem olarak seçtiği bu gerilimli dili, ülkenin daha uzun süre kaldırabileceğini sanmıyorum. Açıkçası ‘Küçük Enişteler’ dışında başta Başbakan’ın yakınlarının bu dil ve sertlikten ciddi anlamda rahatsız olduğunu ancak bir şey diyemediklerini biliyorum.

O kadar ki, bir TV programında gayet naif bir dil ile uyarı yapmaya çalışan yandaş gazetecinin ardından hiç de hoş olmayan cümlelerin bizatihi ‘oligarşik yapı’ mensupları tarafından terennüm edildiğini birinci ağızdan işitmiştim.

Belki bu dili kullananlar, en azından kısa vadeli olumlu neticesinden memnun oluyordurlar lakin, nefretin bir süre sonra daha büyük bir hışımla kendilerine yönelip, siyasi hasımlarına verdiği zarardan çok daha fazlasını bizatihi kendilerine vereceğini düşünüyorum.

Nefreti evcilleştirmiş bir ev hayvanı gibi tasmasından tutup şuraya buraya çekiştiremezsiniz. Hele hele toplumsal nefrete uzun süreli rota çizmeye kalkışmak ciddi riskler ve tehlikeler içerir. Seçim meydanında şahit olduğumuz yüksek ‘volüm’lü dil, el freni çekilmiş, ancak gaza dibine kadar basılmış bir araç görüntüsü veriyor. Ortalık yıkılıyor sesten ve dumandan ancak, zerre kadar yol alma, mesafe kaydetmek mümkün değil.

Nefret ile politika üretilmez, bizatihi nefret politikası ise kimseye yâr olmaz. Başka bazı şeylerin üzerini örtmeye, tartışmaları ertelemeye belki nisbî oranda muvaffak olabilirsiniz ama bu da kalıcı olmayacaktır.

Hiç kimse kusura bakmasın ama açık yüreklilikle ifade edilmesi gerekiyor, günde dört defa, avazı çıktığı kadar nefret dili üreten bir politikacı bırakınız inandırıcılığı, oy oranını bile sabit tutamaz. Belki, öfkeyi yönlendirdiği kesimlere karşı bir nebze hiddet sürekli diri kalabilir ama bunun siyasi olarak bir getirisi olmayacak, aksine kitleler bir süre sonra hem inandırıcılığınızı zorlayacak, hem üslubunuzun rahatsız ediciliği konusunda artık yüksek sesle düşünecektir.

‘Ziya Etkisi’ diye bir şey var sanırım. Yeşilçam’ın Neşeli Günler filminde, Şener Şen’in şahane canlandırdığı Ziya karakterini hatırlıyor musunuz? Hani Almanya’da aslan avına gidişini anlatırken Münir Özkul ‘Ziyaaa’ diyerek ikide bir uyarıyordu. Politik öfke ve nefret bir bende artık ‘Ziya Etkisi’ oluşturmaya başladı. Duydukça ‘Ziyaaaa’ diyesim geliyor.

Şunu bilmiyorlar sanırım; “inlerine gireceğiz”den “Haşhaşiler”e, artık sakıza dönen “paralel”den “alim müsveddesine” kadar bıkmadan usanmadan tekrar edilen yüzlerce hakaret ve aşağılamalar ile yerel seçim kazanılsa bile gönüller yıkılır, kalpler kırılır ve bu insanları tekrar kazanmak mümkün olmaz, olmayacaktır.

Lidere yaranma çabası içindeki bağımlı medya ve alt kadronun koroya dönüşmesi ise bir stratejiden çok, çırpınış olarak görülmeye başladı. Mikrofonu eline alan siyasilerin başta Hocaefendi olmak üzere Hizmet Hareketi’ne akla hayale gelmedik hakaretlerde bulunmasını bu millet affetmez.

İçeriği için bir şey diyemem, hukuk karar verecektir elbette. Doğruluk ve inandırıcılığını çakma teknik merkezlerde arzu edilen raporlar ile zedelemeye yönelik çabaların elbette bir anlamı var ancak ben işin o kısmında değilim. Başbakan’ın oğlu ile yaptığı konuşmadaki sakin ses tonu ve üslup beni etkiledi. Bağırıp çağırmadan, öfkeye kapılmadan konuşulabileceğinin apaçık göstergesi gibi geldi. Ve açıkçası zihnimde  “Ziya Etkisi” yapmayan nadir konuşmalardan biri olarak kaldı.