Şık ve Şener Silivri’den; Çakır ve Musluk Maldivlerden!..

İnsan mesleğinden utanır mı?..

Utanmaz tabii ki...

Ama...

Kimi meslektaşlarının yaptıklarından ve yazdıklarından mesleği adına utanır...

Meselâ ben kimi meslektaşlarımın yaptıklarından ve yazdıklarından mesleğim adına utanıyorum...

Meselâ ben Yılmaz Özdil, Ayşenur Arslan, Ruşen Çakır, Bekir Coşkun, Uğur Dündar ve Emin Çölaşan'la aynı mesleği yapıyor olmaktan hicap duyuyorum...

Neden mi?..

Gayet basit bir sebepten...

Ey güzel insanlar!..

Ey vicdan sahipleri...

Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın tahliye oldukları gün iki meslektaşımız daha özgürlüklerine kavuştu...

Kim olduklarını hiç düşünmeden söyleyebilir misiniz?..

Hayır!..

Söyleyemezsiniz...

Çünkü az önce adlarını andığım sözde gazeteci/yazarlar o diğer iki meslektaşımızın özgürlükleriyle de, acılarıyla da, çileleriyle de hiç ilgilenmiyorlar...

Yılmaz Özdil, Ayşenur Arslan, Ruşen Çakır, Bekir Coşkun, Uğur Dündar ve Emin Çölaşan'ı okuduğunuzda Şık ve Şener'in Silivri Cezaevi'nden çıktıklarını; diğer iki gazetecinin ise Maldivler'den tatilden geldiklerini sanırsınız...

Peki...

O ikisiyle ilgilenmek kime kaldı medyada?..

Yukarıda isimlerini andığım sözde gazetecilerin hiç haz etmedikleri gerçek gazeteci Cüneyt Özdemir'e kaldı...

Eğer Cüneyt; Şık ve Şener'le aynı gün, aynı kovuşturma dosyasından tahliye olan iki meslektaşımızı ekrana (CNNTÜRK 5N 1K) çıkarmasaydı diğerleri o iki meslektaşımızı görmezden gelmeye devam edeceklerdi...

Peki..

Yılmaz Özdil, Ayşenur Arslan, Ruşen Çakır, Bekir Coşkun, Uğur Dündar ve Emin Çölaşan'ın Maldivler'den tatilden döndüklerini zannettikleri o iki meslektaşımız kimler mi?..

Söyleyeyim:

- SAİT ÇAKIR,

- COŞKUN MUSLUK...

Evet efendim...

Çakır ve Musluk da 370 günden fazla ve aynı iddialar yüzünden hapis yattılar...

İkisi de gazeteciydi...

İkisinin de birer ailesi, sevenleri vardı...

Ama...

Ne Ruşen Çakır'ın aklına geldiler...

Ne Ayşenur Arslan'ın...

Ne Emin Çölaşan'ın...

Ne Uğur Dündar'ın...

Ne Yılmaz Özdil ağıt yazdı onların adına...

Ne Bekir Coşkun...

Neden?..

Çünkü ne girerken kötülediler Gülen Hareketi'ni...

Ne çıkarken...

Kaldı ki, onlardan "mağdur iki gazeteci" yaratılacağı hesaplarda yoktu...

Ama...

Hem Şık...

Ve hem de Şener; Gülen Hareketi için demediklerini bırakmadılar...

Az önce isimlerini andığım sözde gazetecilerin adalet, hak, hukuk, vicdan gibi hassasiyetleri yok ki...

Onların kavgaları inançlı Müslümanlarla...

Onlar inanan insanları düşman bellemişler kendi çıkarlarına...

Onların tek amaçları var: "Madem ki dindarsın, mutlaka kindarsın" diye bir garip özdeyiş uydurup halkımızı da o uyduruk özdeyişe inandırmak.

Hâsılı ey güzel insanlar!..

Yılmaz Özdil, Ayşenur Arslan, Ruşen Çakır, Bekir Coşkun, Uğur Dündar veya Emin Çölaşan'ın "tutuklu yargılanan gazetecilere adalet isteriz" gibi samimi bir talepleri yok...

Olsa; Sait Çakır ve Coşkun Musluk için de ağıt yakarlardı...

Ama yakmadılar...

Bırakın ağıt yakmayı...

İsimlerini bile anmadılar...

Çünkü...

Yılmaz Özdil, Ayşenur Arslan, Ruşen Çakır, Bekir Coşkun, Uğur Dündar veya Emin Çölaşan gibi sözde gazetecilerin tek hedefleri var...

Şık ve Şener'den "mağdur/kahraman" yaratıp sonra da onları Gülen Hareketi'ni itibarsızlaştırma savaşında kullanmak...

Tabii yerseniz...

Son söz:

Şık ve Şener'in tahliyesi sonrası yapılanlar ve yazılanlardan beri fikrim değişti...

Ben artık Şık ve Şener'in Ergenekon Terör Örgütü ve Gülen Hareketi'ni yok etmek isteyen askerlerin "ortak" operasyonları sonucu tutuklandıklarını düşünüyorum...

Operasyonun amacının iki medya mağduru(!) yaratıp onları Patrona Halil niyetine kullanmak olduğu kanaati taşımaya başladım...

Buyursun kullansınlar...

Kullansınlar ama bakalım kendilerinden başka kaç kişiyi ikna edebilecekler...

Not: Tahliye, beraat (aklanma) değildir...