Orta Asya bozkırlarında kalanlar
Uçsuz bucaksız Orta Asya stepleri, geri kalan dünyanın kaderini belirlemiş. Hoca Ahmet Yesevi'nin türbesinde, haleflerinin gidip yerleştiği yerleri gösteren harita, delillerden biri.
Biyolojik DNA yapısını bir kenara bırakın; tarihin kader olarak oluşturduğu genetik kodlar var. Türkistan'da yaşayan insanların fizikî görüntülerini değil, bu tarihî genetiğin izlerini takip ettiğiniz zaman kaynağa ulaşıyorsunuz. Bu kaynak Hoca Ahmet Yesevî'nin Türkistan'da kurduğu ocak. Bu merkez bir maden ocağı gibi çalışmış. Kalıba en zor dökülen cevheri, insanın özüne işlemiş. Daha önemlisi bir insanı biçimlendiren bir düzenek oluşturmuş. "Hamdım, piştim" diyebilenler bu ocaktan Hazret-i Türkistan'ın talimatıyla Rum diyarına yönelmiş. Harita, Yunus Emre'nin, Hacı Bayram Veli'nin, Hacı Bektaş'ın güzergâhını gösteriyor. Bir kültür, yüzyılları kapsayan deha eseri bir mühendislik projesi olarak şekillenmiş ve bizim kaderimizi belirlemiş. Türkler Orta Asya'dan, sadece göçebe topluluklar olarak Anadolu'ya gelmediler. Yine sadece bu göçebe toplulukların içinden çıkan düzenli ordular da gelip kalıcı olmalarını açıklamak için yeterli değil. Göçebeler ve ordular her yerde var; fazladan bir şey lazım. Hoca Ahmet Yesevî Dergahı'nda kurulan zembereğin işlettiği çarkları hesaba katmadan, son bin yıllık tarihi anlamak ve açıklamak mümkün değil. İnanması güç ama koca tarih, gerçekleşmeden önce küçücük bir ocakta satır satır yazılmış, ince ince çizilmiş.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile hafta sonu Almatı'dan Çimkent'e, oradan Türkistan şehrine bozkırda yol alırken o zorlu tarihin izlerini gözledik. Bozkır, yaz başlarında yeşeren otların üzerine inşa edilen bir göçebe hayatına izin veriyor. Amu Derya ile Siri Derya arasında kalan ve adına Maveraünnehir denen geniş coğrafya göçebelerin mizacını da sertleştirmiş. İşte bu sert mizaç, Hoca Ahmet Yesevi'nin yüreğinin sıcaklığı ile yumuşamış, bir medeniyet kalıbına dökülmüş. Yesevi'nin sırrını, 63 yaşına geldiği zaman kapandığı yerin altındaki mezar yeri gibi daracık hücresinde buluyorsunuz. Peygamber'in veda yaşına geldikten sonra, geri kalan on yıllık hayatını geçirdiği bu kuyu gibi hücreyi gördüğünüz zaman, büyük projelerin nasıl zorlu bir ruh terbiyesi ile kemâle erdiğini anlıyorsunuz. Gazi Derviş'ler, Alp Eren'ler aynı ruh terbiyesi ile görevli olarak Anadolu'ya geldiler ve ta Balkanlar'ın uç noktalarına kadar uzanan bir iskân politikasının uygulayıcısı oldular. Her dağın, her tepenin öldükten sonra da sahibi olarak kaldılar. Arap selefilerin, bizde canlı şekilde devam eden her şehrin sahibi bu Allah dostlarının türbelerine duyduğumuz bağlılığı anlamaları mümkün değil. Bizler o ermişlerden sadece inançlarımızı değil, bu zorlu coğrafyaya kök salıp yaşamayı ve her daim var olmayı öğrendik. Bugün dünyanın her yerine yayılıp, kök salan öğretmenlerimiz ve kurdukları okullar aynı formatta yeni bin yılın tarihini inşa ediyorlar. Yesevî'nin projesi ile, Hocaefendi'nin çizdiği ufuk, özünde aynı değil mi? Türkiye'nin Dışişleri Bakanı'nın Yesevi'nin o küçücük hücresinde sabah namazına kadar iki saat boyunca itikafa daldığı esnada, yukarıda Hazret-i Türkistan'ın müridlerini pişirdiği küçük-mütevazı salonda otururken bin yıllık tarih boyunca ana aksın hiç değişmediğini fark ettim.
Bu tarih gerçekten zorlu bir tarih. Otrar, Türkistan'a yakın eski bir şehir. Bugün sadece enkazdan oluşan bir tepe gibi görünüyor. 1218 yılında Cengiz, bu şehrin ahalisini tek bir kişiyi sağ bırakmayacak şekilde kılıçtan geçirmiş. Sonra da şehri yıktırmış. Dolaşırken topraktan insan kemikleri fışkırıyor. O zulüm sonra Anadolu'ya kadar yayıldı. Zorlu tarih zorlu adamlar yetiştiriyor. Ayrıca her daim her zorluğa hazır olmayı gerektiriyor. Gevşeme lüksünüz yok. Öfkenize kapılıp aklınızı iptal edip, zamansız hareket edemezsiniz. Uzun bir yolculuk kaldığı yerden devam ediyor.
- tarihinde hazırlandı.