"Şucu-bucu"
Sayın hâkimler! Şener ve Şık'ı tahliye edince "Cemaat" ekseninden çıkıp, iktidar emrine girdiniz! Aman dikkat! Soner Yalçın, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Müyesser Yıldız'ı tahliye etmekte direnirseniz, gene sizi Cemaatçi sayabilirler! Aynı mahkeme, ilk başta 9 kişiye takipsizlik kararı vermişti; demek o tarihte Cemaat'e sırtını dönmüştü. Süreç içinde Mümtaz İdil, Ayfer Kaleli ve Doğan Yurdakul'un tutuksuz yargılanmasına karar verildi. Acaba o tarihte mi başladı özel yetkili hâkimlerin Cemaat gölgesinden kurtulup, hükümetçi olmaları!!! Bu örnekleri, her karara bakıp, ona göre yargıçları "şucu bucu" diye damgalamanın doğru olmadığını göstermek için verdim.
Tutuklama-tahliye
Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın tahliyesini, 7 Şubat'taki MİT olayının bir yansıması gibi değerlendirenler var. O tarihte, savcılık, içlerinde Hakan Fidan'ın da bulunduğu 5 MİT mensubunu şüpheli sıfatıyla ifade vermeye çağırmıştı. Bu hadiseden sonra siyasi iktidarın, özel yetkili mahkemeleri eleştirmesi, dengelerin değiştiğinin bir işareti sayılıyor. Şener-Şık tahliyesiyle, söz konusu mahkemelerin, artık "operasyon/ tutuklama" sürecinden vazgeçtikleri ileri sürülüyor. Hatta bir adım ötesi, gelişmeleri "Cemaat- iktidar çatışması" ekseninde görenler bile var.
Oysa özel yetkili mahkemelerin hep tutuklama kararı verdiği kamuoyunda yerleşmiş yanlış bir algı. Meselâ Ergenekon davasını yürüten 13. Ağır Ceza Mahkemesi (Silivri), 257 Ergenekon sanığından sadece 65'ini tutuklu yargılıyor. Bir başka özel yetkili mahkeme, 12. Ağır Ceza Mahkemesi, 2 bin 600 sanığı yargılıyor; bunlardan yalnız 542'si tutuklu. Bu mahkemelerin, çok sanıklı ve örgütlü suçları ağır ceza talepleriyle yargıladığı düşünüldüğünde, yüksek tutukluluk oranından söz edilemez. Demem o ki, Ergenekon sürecini ve davaların görüldüğü mahkemeleri yıpratmak için uydurulan lâflara kanmayın. "Polis operasyon yapıyor; özel yetkili mahkemeler de, insanları hemen hapse atıyor; herkesi tutukluyor" gibi iddialar gerçeği yansıtmıyor.
Dink ve Şener
Nedim Şener'in cezaevinden çıkmasına en çok sevinenlerden biriyim. Çünkü kitaplarını, onunla, karşı karşıya tartışacak fırsatım var artık. Yasin Hayal'in de açıklamalarının ortaya koyduğu gibi, Dink cinayetinde Jandarma ayağı çok önemli. Erhan Tuncel, nisan-mayıs 2006'dan sonra, Jandarma ile çalışmaya başlamıştı. Ve muhtemelen, Trabzon Jandarma Alay Komutanı Albay Ali Öz'ün cinayete giden süreçteki gelişmelerden haberi vardı. Şener, kitabında, bırakınız Jandarma'nın sorumluluğunu dile getirmeyi, ihmali görülen İstanbul'daki Emniyet mensuplarını bile kayırıyor. Buna mukabil, "Fethullahçı" diye tanımladığı Ramazan Akyürek'in, İstihbarat Daire Başkanlığı'ndaki Log kayıtlarını silerek, Mülkiye Müfettişlerini yanlış yönlendirdiğini, amacının, İstanbul İstihbaratı'nı suçlu duruma düşürmek suretiyle, bu göreve bir başka "Fethullahçı"yı, Ali Fuat Yılmazer'i getirmek olduğunu belirtiyor. Her iki kitabı da, (İstihbarat Yalanları-Kırmızı Cuma) ağırlıklı olarak, Hanefi Avcı paralelinde "Emniyet'teki Fethullahçı örgütlenme" iddiasını kanıtlamak üzere yazılmış.
Cezaevinden çıkarken, "Hrant Dink'i katleden karanlık güçler bugün bizim özgürlüğümüzü tehdit ediyorlar" dedi ya... İşte karşı karşıya geldiğimizde bu iddiasını bir de bana izah etmesini isteyeceğim. Başaracağını pek sanmıyorum.
- tarihinde hazırlandı.