AB ve 'paralel devlet'

Avrupa Birliği (AB) diye yola çıktılar, daha milletvekili değilken, bütün AB başkentlerini gezdiler, “AB reformları konusunda irademiz tam, bizi Çiller’le, Yılmaz’la karıştırmayın.” dediler. Büyük reformlar yaptılar, haklı takdir gördüler, katılım müzakerelerini başlatarak tarihe geçtiler, askeri ve yargı vesayetine karşı Brüksel’in desteğini alıp, merhum Özal’ın yolundan gittiler.

‘Soykırım’ı ağza almak suçken, artık 24 Nisan’da, tasvip etseniz de etmeseniz de Taksim’de 1915 mağdurları için törenler düzenleniyor. 24 saat Kürtçe yayın yapan bir TRT kanalı var ve Kürt siyasetçiler de artık kendi dillerinde siyasi propaganda yapabiliyor. ‘Arap Baharı’ ufukta belirir belirmez, herkes AB reformları ile bir hayli yol alan Türkiye’yi model ya da ilham kaynağı gösterdi. Bütün bunları alkışladık, hem de ayakta.

2010’da referandum, 2011’de genel seçimlerden sonra ise işler tersine döndü. Ankara’nın kuşatmasına karşı direnerek, Ankara Kriterleri yerine Kopenhag Kriterleri’ni kendisine rehber edinerek Avrupa’da, ABD’de ve bütün dünyada emsal gösterilen iktidar, tanınmaz hale geldi.

Brüksel’den görünen

Bazı refiklerimiz, Brüksel’in nabzını Türkiye’den tutmaya çalışıyor. Ben de gözlemlerimi 12 yıldır Brüksel’de bulunan bir gazeteci olarak paylaşmak istiyorum.

Evvela, Türkiye’nin hızla bir ‘muz cumhuriyeti’ olmaya doğru yol aldığı kanaati her geçen gün kuvvetleniyor. Gezi Parkı olaylarından bu yana cilası fena halde bozulmuş iktidarın yolsuzluklar patlayınca yine aynı şekilde “Türkiye’nin yükselişini engellemek isteyen milletlerarası güçler ve yerli işbirlikçileri” tezi ile meydana çıkması, bir dönem ayakta alkışlanan AK Parti için “intihar ediyor” yorumlarına yol açıyor.

Saniyen, yolsuzluk davaları patlayınca iktidarın attığı bütün adımların istisnasız yanlış olduğu konusunda bir ittifak var. Bu kadar müteselsil hatanın ve mütenakız adımın aynı anda atılmasının bir tek yorumu var, diyorlar: panik!

Salisen, yolsuzluk davalarının hemen ardından son 10 yılın en büyük kazanımları olarak zikredilen askeri ve yargı vesayetine vurulan darbelerin ‘hata’ olduğunun açıklanması, belki de son 50 yılın en muteber, en inandırıcı iktidarının yaptığı en ciddi hata olarak görülüyor. Ergenekon ve Balyoz davalarının düzmece, delillerin sahte olduğunu savunanlar bile, iktidarın ‘U dönüşünü’ hak ve adalet duygularının geç de olsa incinmesine bağlayamıyor.

Rabian, üç yıl önce, oruçlu ağzıyla bütün yurdu bir baştan bir başa dolaşıp anayasanın tadil edilmesi için destansı bir mücadele veren, AB ve Avrupa Konseyi’ni arkasına alan başbakanın, yolsuzluklar patlayınca “paralel devlet, çete, maşa, hain, uluslararası komplo, ‘3. köprü, havalimanı, Boğaz’a ikinci alt geçide’ düşman olanlar vs…” diyerek, ışık hızıyla HSYK’yı Adalet Bakanı’na bağlama teşebbüsü AK Parti’nin itibarını tek başına hak ile yeksan etmeye aday.

Son olarak refiklerimiz soracak, Brüksel’de Hizmet’e hiç mi bir şey demiyorlar? Özünde laik bir yapı olan AB öncelikle dini hareketlere hem mesafeli hem şüpheli yaklaşıyor. Paralel bir devlet varsa bunun muhakkak kökünün kazınması gerektiğini söylüyorlar. Bu konuda da bir ittifak var, yani ‘AK Parti’yi tenkit ediyoruz ama bir paralel devlet varsa, onunla mücadelede AK Parti’yi sonuna kadar destekleriz’ havası hâkim. Ancak tam da bu noktada ciddi endişeler ortaya çıkıyor. Brükselli bürokratlar, paralel yapılarla mücadelenin hukuk çerçevesinde, hukukun üstünlüğünden taviz vermeden yürütülmesi gerektiğinin altını çiziyorlar. Mesela görev yeri değiştirilen 2.500 polisle ilgili tasarrufların soruşturmalar neticesinde mi yapıldığını soruyorlar. Çoğu amir olan bu memurlarla ilgili daha önce herhangi bir takibat yapılıp yapılmadığını sorguluyorlar. Suç işlemişlerse, görevi kötüye kullanmışlarsa neden behemehâl mahkemeye sevk edilmediklerini gündeme getiriyorlar.

“11 yıllık bir iktidar bu derin paralel yapıyı nasıl oldu da keşfedemedi, yolsuzluk soruşturmalarına kadar bu yapı kendisini nasıl gizleyebildi?” diye soruyorlar.

“Paralel yapı”yla mücadele edeyim derken kuvvetler birliğine giden bir ülkede paralel çetelerinin bırakın kökünden kazınmasını, devlete bizzat hâkim olacakları endişesini taşıyorlar. Başbakan’ın kadim dostu, eski İçişleri Bakanı, AK Parti’nin kurucusu ve 10 yıllık Genel Sekreteri İdris Naim Şahin’in istifa ederken, “niyetlerinden emin olmadığı oligarşik bir yapıdan bahsetmesi ne demek?” diye sual ediyorlar.