Aman dikkat!

Aman dikkat!

Bu kaygan zeminde elbirliği ile toplumumuzun bu yöndeki sağlığını muhafaza etmeye, insanları ötekileştirmemeye, evrensel insanî değerler çerçevesinde ve gerçek hukuk kaideleri çerçevesinde işlerimizi yapmaya ne olur gelin hep birlikte özen gösterelim. Birbirimizle eskiden olduğu gibi konuşalım, birbirimizi dinleyelim.

Adamın biri deniz kenarında dolaşırken yerden bir taş almış ve denize doğru atmış, daha sonra da geriye dönüp “buldum buldum” diye koşmaya başlamış. Bunu gören bir başkası demiş ki “senin yaptığın ve söylediklerin yanlış”. Adam da “neresi yanlış” deyince, bunu gören adam “ben neresini düzelteyim ki her yeri” demiş. “Bu deniz değil hamam, taş değil tas ve batmıyor yüzüyor, buna Arşimet Kanunu denir, ben bunun neresini düzelteyim?” 17 Aralık'tan beri gerek gazetelerde yazılanlar gerek televizyonlardaki yorumların hemen hepsini yani tüm medyayı takip etmeye çalıştım. Buralarda söylenenlerin çoğu aynen bu fıkraya benziyor. Yani yapılan yorumlar, söylenen konuşmalar maalesef esas konunun dışından dolaşıldığından dolayı esas konuya bir türlü girilemiyor ama bundan da öte memleketimizi bekleyen, bekleyebilen, çok ciddi bir tehlike de göz ardı edilerek bu konuşmalar ve yorumlar yapılıyor. Böylece işin düzeltilecek tarafı kalmıyor. Ben burada söz konusu kişiler ve gruplar üzerinde değil de bilerek veya bilmeyerek göz ardı edilen çok önemli hayati bir konudan bahsetmek istiyorum.

Tarihî gerçekler

Hemen hemen insanlık tarihi ile yaşıt denilebilecek bir durum vardır. O da insanlar hangi dine, millete, kültüre mensup olurlarsa olsunlar formal eğitim yanında az veya çok, yeterli veya yetersiz birilerinden, gruplardan, cemaatlerden olması gereken genel insanlık öğretileri üzerine kılavuzluk ve davranış dersleri, kursları, öğütleri almışlardır, halen de alıyorlar gelecekte de almaya devam edeceklerdir. Bu durum evrensel insanî değerler bağlamında yadırganacak değil, takdir ve tebrik edilecek bir durumdur. Hatta bu öğretilerin bazılarını bu insanlar, konuşmalarında, yazılarında da kullanırlar. Böyle bir kılavuzluk, öğretiler ve değerler manzumesi diye adlandırabileceğimiz gayretlerin dışında kalmış olanlar da yine okudukları kitaplardan, dinledikleri insanlardan etkilenebilirler ve onlar da bu kişileri referans verebilirler.

Türkiye

Türkiye'de de durum böyledir. Tarihimiz boyunca değişik şekillerde tarikatlar, gruplar, cemaatler olmuştur. Bunların her birinin toplumumuza insanî değerler bağlamında çok ciddi katkıları olmuştur, olmaya da devam etmektedir. Bunların çoğu dinî referanslıdır. Dinî referansı olmayan gruplar da vardır, onların da farklı söylemleri vardır ve onların da takipçileri olmuştur. Asırlar boyunca bu durum böyle devam etmiştir. Pek tabii olarak bu grup ve cemaatlerden istifade eden kişiler bürokrasi dahil toplumun tüm katmanlarına dağılmışlardır. Bu katmanlarda bulunan insanlar birbirlerinin bu özelliklerini bilirler ve kimse kimseye gözünün üstünde kaşın var dememiştir..

Kutuplaşmalar

Ne var ki toplumu rahatsız edebilecek belli sebeplerden dolayı, ortalığın biraz karıştığı zamanlarda bazılarınca bu özellikler ön plana çıkarılmış ve kamplaşmalar veya diğer bir tabirle toplumun kutuplaştırılması (polarizasyon) olmuştur veya meydana gelmiştir. Böyle durumların her defasında toplum ağır faturalar ödemiş, alınan derin yaralar meydana gelmiş ve bunların normale dönmeleri seneler almıştır. Bu durum sadece ülkemizin tarihinde değil ama tüm insanlık tarihinde görülmüş bir gerçektir.

Cadı avı

1950 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri'nde Senatör McCarthy, solcu ve komünistlerle ilgili bir cadı avı propagandası başlatmış, maalesef bunun kötü neticeleri senelerce sürmüştür. Herkes birbirini bu şekilde suçlamış ve herkes şüpheli hale gelmiştir. ABD toplumunda çok ciddi bir fitne ve fesat kaynar hale gelmiş, insanlar birbirine güvenemez duruma düşmüştür. Aynen bir hastalığın senelerce eradike edilebilmesi (yok edilmesi) gibi bu durum da uzun zaman almış ve bu süreçte bu toplum ciddi yaralar almıştır. Ülkemizde 12 Eylül öncesi sol-sağ çatışmalarında toplum ikiye bölünmüş, neticede aynı ailede kardeş kavgaları başlamıştır. Biz bunları yaşayan nesilleriz. Bu yaralar daha halen iyileşebilmiş değildir. Binlerce genç ölmüş, binlercesi hapishanelerde çürümüş, binlercesi de bir yok uğruna heba olup gitmiştir. Küreselleşen bir dünyada farklı din, millet, ırklardaki insanların herkesin kendi konumunda kabul edilmesi prensibine uyarak birbiri ile ticaret yapmaları, görüşmeleri değişik anlaşmalar içine girmeleri artık kaçınılmazdır ve bu süreç çoktan işlemeye başlamıştır. Durum böyle olunca yukarıdaki düşünce ve davranışlar çağdışı görülür olmuştur.

Halihazır durum ve tehlike

Bugünlerde maalesef 12 Eylül öncesine veya 1950 Amerika Birleşik Devletleri'nde olan cadı avı durumuna benzer durum maalesef ülkemizde de yeniden sahneye konulmak istenmektedir. Biz, ülke olarak 21. yüzyıl toplumu olarak dünyanın her yeri ile ilişkiler kurmaya başlayan ve bu gerçekleri yaşayan bir toplum olmaya başladık. Tabii ki şu zamanda da toplumun her kesiminde olduğu gibi bürokraside de değişik grup ve cemaatlerle diyaloğu olan insanlar olacaktır, olmalıdır da. Ama bu grup ve cemaatlerin takipçileri, bunları sevenler, bunlara sempati besleyen insanların bulundukları kurumlarda, yerlerde yaptıkları işlerde daima oralarla geçerli hukuk kaidelerini ön plana almaları ve bu çerçevede işlerini yerine getirmeleri ve daima adaletle davranmaları, olması gereken bir davranıştır. Eğer bunların dışında hareket ediliyor ise o zaman da geçerli hukuk kaidelerine göre bunlar da hesaplarını vermelidirler, bunlara da hesapları sorulmalıdır. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Mesailerinin dışında kanunun suç saymadığı her şeyi yapmaya, söylemeye hakları olduğu gibi her çeşit legal sivil toplum kuruluşlarında da bulunabilirler, oralarla ilgili aktiviteler yapabilirler. Olmaması gereken hadise ise bu grupları sınıflandırarak bunlardan bazılarını “tu kaka” göstermek ve bunları toplum nazarında itibarsızlaştırmaya çalışmaktır. Aynı durum, bürokrasiye eleman alırken de geçerlidir. İlgili yere ait liyakatler değil de belli yerlere mensubiyet, olumlu veya olumsuz anlamda ön plana çıkarılırsa yine aynı haksızlık işlenmiş olur. Bu durum, ahlaken de doğru değildir, insanlık adına da bir cinayettir, toplumu kutuplaştırmaktır, polarize etmektir. Bunu ister kişiler, ister gruplar, isterse devlet yetkilileri yapsınlar durum değişmez.

Kaos

Bunun neticesi bu durumda basit provokasyonlarla insanlar birbirlerine düşmeye, birbirlerini düşman görmeye başlarlar, birbirlerini öteki görmeye başlarlar, her türlü çatışma ortamı oluşmuş olur. Böyle bir toplumsal yaranın nerelere kadar varacağını kestirmek çok zordur. Tedavisi de eğer toplum sağ kalabilirse seneler hatta asırlar alır. Özellikle komşu ülkelerimizde, sonra bölgemizde daha sonra da dünyanın her yerinde ülkemiz insanından insanlık adına çok şeyler beklendiği bir zaman diliminde cadı avı veya McCarthy dönemi tipi uygulamalarının ayak seslerini duyar gibi oluyoruz. Tıpta esas olan insanın sağlığının muhafazasıdır. Hasta olduktan sonraki tedavi ikinci sırada gelir. Toplumların da önce sağlığının muhafazası önemlidir. Problemleri tedavi, hem pahalı hem de uzun zaman alır.

Bu kaygan zeminde elbirliği ile toplumumuzun bu yöndeki sağlığını muhafaza etmeye, yanlış yapmamaya insanları ötekileştirmemeye grup aidiyeti fikrini öne çıkarmamaya, evrensel insanî değerler çerçevesinde ve gerçek hukuk kaideleri çerçevesinde işlerimizi yapmaya ne olur gelin hep birlikte özen gösterelim. Birbirimizle eskiden olduğu gibi konuşalım, birbirimizi dinleyelim. Yoksa bu günler de geçecek. McCarthy'yi Amerika Birleşik Devletleri'nde kimse hayırla yâd etmiyor. 12 Eylül öncesini o günleri yaşayanlar -ben dahil- hatırlamak bile istemiyoruz. Toplum olarak başka yapacak çok işlerimiz var, zaman ve enerjimizi bunlara harcayalım.

Netice olarak, yukarıdaki yazdıklarımı günler, haftalar, aylar veya yıllar sonra “ben bunları demiştim, nasıl da haklıymışım” demeyi asla istemiyorum, beklemiyorum. Ama beklediğim bir şey var ki o da bunların olmadığı ve bunların gerçekleşmediği aylar, seneler sonra “ben, demek ki o konjonktürde olanlardan ülkemiz adına çok korkmuşum, iyi ki de yine ülkem adına korktuğumuz başımıza gelmemiş” diyebilmeyi umut ediyorum.

Aman dikkat!