Hukuk devletini mumla ararken…
Salı günü Türkiye gibi skandalları eksik olmayan bir ülkenin gündeminde bile sarsıcı etki yapacak nitelikteki yolsuzluk operasyonu sonrası, cılız da olsa bir umutla “İnşallah bu süreç bizi daha şeffaf bir topluma götürür.” demiştim.
Umut cılızdı, zira yolsuzluklarla mücadele konusunda, hele de iktidarlarla ilgili iddialar söz konusu ise çok da parlak bir sicilimiz olduğu söylenemezdi. Yine de temel vaatlerinden biri yolsuzlukla mücadele olan bir partinin 11 yıllık iktidarından sonra bu derece hayal kırıklığına uğramayı beklemiyordum.
O günden bu yana vahim ve zincirleme hatalar peş peşe geldi. Yolsuzluk operasyonuna oğullarının adı karışan üç bakanın demokratik bir ülkede soruşturmanın sağlıklı ilerlemesi için hemen istifa etmeleri gerekirdi ama bizde istifa en son başvurulacak seçenekler arasında bile yer almadığından bu beklenti fazla idealist kaldı. Tam aksine, soruşturmayı yürüten polisler görevlerini kötüye kullandıkları iddiasıyla el çektirildi. Hükümetin sadece bu tasarrufu bile ‘demek ki yolsuzluk iddiaları boş değil’ kanaatini yaygınlaştırmaktan öte bir işe yaramadı. Kamu vicdanı evlerde ayakkabı kutuları içinden çıkan milyon dolarları, kasaları, para sayma makinesini, tapeler ve fotoğrafları gördükçe daha fazla yaralandı. Kamuoyu hâlâ o polislerin görevlerini nasıl kötüye kullandığını merak ediyor. Hükümetin ve kraldan çok kralcı amigolarının odanın içindeki devasa gorillayı görmek yerine, insanın aklıyla dalga geçer nitelikteki açıklamaları ve hedef şaşırtmaları ise sadece yavuz hırsız-ev sahibi ilişkisini güçlendiriyor.
Demokrasinin sınandığı zor dönemlerde vicdanın sesi olarak ortaya çıkan ve pek çok kesimin takdirini kazanan Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, “Bir bakanın oğlunun gözaltına alındığını televizyondan öğrenmesi ne kadar acıklı.” derken kendisinin meşakkatli siyasî yolculuğunda kazandığı kredileri cömertçe harcamakla kalmıyor, hükümetin bakanları istifaya çağırmak yerine ne pahasına olursa olsun koruma kalkanı altına alacağını gösteriyor.
Soruşturmanın ilk gününden bu yana emniyette yapılan azil ve değişikliklerin sürece ve yargıya müdahale gibi algılanmamasına imkân yok. Geçtiğimiz haftalarda MGK belgesini ve fişlemeleri yayınlayan medyaya karşı yargıyı hareket etmeye çağıran bir başbakan olduğu düşünüldüğünde bu müdahale şaşırtıcı olmamalı belki de. Doğrusu, tam bir sene önce, Başbakan ‘kuvvetler ayrılığı önümüzde engel’ dediği zaman gülüp geçmek yerine demokrasinin bu temel prensibini kolayca rafa kaldırabileceği ihtimalini ciddiye almak gerekirmiş demek ki.
‘Saadet zinciri’ni koparan ve kanunların dışına çıkmadan görevlerini yapan polisler konusunda diğer bir konu da ‘paralel devlet’ iddiası. Israrlı ve sistematik bir şekilde özellikle emniyet teşkilatında otonom hareket eden bir yapı olduğu algısı yaratılmaya çalışılıyor. Eğer Başbakan’ın dediği gibi “kirli tezgâhlar kuran bir çete” varsa devlet neden tüm yetkileriyle bu çeteyi deşifre etmiyor? Ayrıca bazılarının iddia ettiği gibi emniyette tasfiyeler olmamış mıydı? Yolsuzlukla mücadele eden tüm kamu görevlilerini mesnetsiz paralel devlet iddiası ile itham etmek tüm dürüst ve işini hakkıyla yapan polis ve bürokratlara hakarettir.
Devlete düşen, gittikçe kullanışlı bir günah keçisi haline getirilen hizmetle ilgili şüphelere şüphe eklemek değil, elinde herhangi bilgi, belge ve hukuksuzluk varsa ortaya koymaktır. Muz cumhuriyeti olmayan devlete düşen tam da budur.
- tarihinde hazırlandı.