Asayiş kılan cânı evliya sohbetidir

Sohbet nurani bir iksir. Ruhların can suyu. Manevi bünyenin kılcallarına kadar hayat veren kevseri. Mürşidin talibe İlahi armağanı. Kulu Cenâb-ı Hakk’a yönlendiren yararlı konuşmalar mecmuası.

Söz ve düşüncelerle başkalarının ufkunu açan bir edeb mektebi. Sohbet edenin, kendisine karşı duyulan hüsnüzannı, gönülleri sonsuza yönlendirmede bir kredi gibi kullandığı hayır ve bereket tezgâhı. Yunus’un “Asayiş kılan cânı evliyâ sohbetidir” diyerek anlattığı gönül alışverişi.

Hak dostları hakikate ulaştıran iki önemli yoldan bahsederler; bunlardan biri sohbet, diğeri de hizmet. Hizmet, himmete mazhariyetin bir vesilesi ve yolu. Sohbet de, insanın içi ve dışıyla hakikati iliklerine kadar hissedip yaşamasının adı. İnsibağı vardır sohbetin. Dâhil olana kendi rengini verir. Ruhunu o ruhani boyayla boyar talibinin. Bu insibağ, sohbetin merkez noktasını tutan zâtın mertebe­siyle doğru orantılıdır.

Sohbet deyince sahabe gelir aklımıza. Bu da sohbetin Hak katındaki kıymetinin ayrı bir ifadesidir. Sahabe olmak için sohbette bulunmak şarttır çünkü. Hak sohbetiyle ruhu boyanmış, o ulvî insibağa mazhar olmuş Nebiler Serveri’dir sohbeti yapan zira. O’nun sohbetinde bulunmak, mübarek ağızlarından dökülen inci mercan tanelerini kulakla değil, tam inanmış bir gönülle ve şüphesiz bir kabulle dinlemek demek. Böyle bir kabul ve teslimiyettir cahiliye insanını sahabe olma şerefine taşıyan.

Gönül kapılarını açık tutmak...

Ondan sonra, asırlar boyu gönülleri aydınlatan dava-i nübüvvet ve dava-i velâyet vârislerinin sohbetleri gelir. Herkesin o sohbetlerden istifadesi farklıdır. Sohbeti edenin Hak’tan ve Nebevî nurdan insibağı her şeyden önemlidir. Sohbeti dinleyenin istidadı ve arzusu da kendi insibağının derinliğini belirler.

Herkesin istidadına vabestedir asar-ı feyzi,
Ebr-i nisandan ef’’î sem, sadef dürdane kapar.

Hizmet, ihlâs ve samimiyet içinde Hak rızâsını aramaktır. Hakk’ın hoşnut olduğu kimselerin terbiye ve vesayetinde bulun­mak da hizmetin olmazsa olmazlarından. Sohbet ise gönül kapılarını ardına kadar İlâhî vâridata açık tutmaktır. Bunu yapmak için de bir Hak dostuna gönülden bağlanıp onun zengin manevi atmosferini paylaşmak demektir. Her Hak dostunun “Sıbğatullah”tan belli bir tasarruf hakkı vardır. Bu hakkın sınırları da, mum ışığı ölçüsündeki bir aydınlıktan kehkeşanların ışık kaynağı sa­yılan “Şemsü’ş-Şümûs”lara kadar olabildiğine geniştir.

Her sohbet eri, merkezde bulunan zâtın tarifi zor o lâhûtî atmosferi içinde bulur kendini. Aslında bu durum hemen her hâlis hakikat talibi için söz konusudur. Merkez noktayı tutan zâtın etrafında halka oluşturanlar onun irfan deryasından is­tifade ederler. Ziyasını güneşten alan kamer misali halkalar oluştururlar.

Aslında bu sohbetlerde en önemli gaye, imanın mârifet uf­kuna ulaştırılmasıdır. O seviyeye vardıktan sonra sıra, mârifetin “yakîn”in değişik mertebelerine bağlanmasına gelir. İman, İslâm tacıyla süslenmeli, bu taca yakîn sorgucu takılmalı ve hakka’l-yakîn yaldızlarıyla yaldızlanmalıdır. Bediüzzaman ifadesiyle kalb ve ru­hun hayat mertebelerinde seyahatler gerçekleştirilmesi ve bu seyahatlerin de şuurlu temâşâ ile değerlendirilmesi sohbete devamla mümkündür. Bu örfanede gönül erlerinin en önemli sermaye ve azıkları, zikir ve fikir gibi kalbi işletip lisanı söyleten amellerdir.

Birimiz hepimizdir...

Sohbet, aynı zamanda duygu ve düşüncelerini karşılıklı müzakere ederek derinleşmeyi hedef alan insanların kurdukları arkadaşlıktır. Zaten hadiste de “tezâkür” ifadesi kullanılır ki, o da bu mânâyı teyid etmektedir. Bu arkadaşlıkta her zaman bir ülkü ve ideal birliği söz konusudur. Yürekler aynı duygu ve heyecanla, hep aynı mes’eleler etrafında çarpar. Böyle bir beraberlikte “Birimiz hepimizdir” görüşü hâkimdir ve tam bir vahdet-i rûhiye söz konusudur. Aralarında aynı heyecan yaşanır bu sohbet ehlinin; onlar başkalarının lezzetleriyle mütelezziz ve elemleriyle müteellim olurlar.

Öyle bir sohbettir bahsimize konu olan. Merkezdeki müstesna insanın ruhundan akan ilhamların kılcallarımıza kadar nüfuz ettiği benzersiz bir atmosferdir o. Bir yüz yüze, diz dize oturanları vardır bu sohbetlerin bir de farklı kanallardan ulaşanları. Ama dünyanın dört bir yanında ister bizzat isterse bilvesile milyonların iştirak ettiği nurani bir halka bu. Bazen bamteli derler adına, bazen kırık testi. Bir başka zaman irfan deryası diye adlandırılır. Kürsüden gönüllere akan o nağme, farklı ad ve unvanlarla gönül hanemizin kapısını çalar.

Bir namaz sonrası herkes gözleriyle merkezdeki zatı temaşa eder. Duadan sonra o tatlı su kaynağından kırık testimize bir şey düşer mi ümidiyle. Ağır adımlarla etrafı süzerek yerine geçerken, heybet bütün renkleriyle kaplar müştak gönülleri. Derin bakışlarla etrafı süzer önce. Gönülleri mi okur, simalarda sineleri mi keşfeder bilinmez ama bu bakışlar taliplerin yüreklerindeki mehabeti daha bir köpürtür. Ardından inciler dökülmeye başlar o mübarek ağızdan bir bir. Her biri ayrı bir kıymette, her biri farklı bir derinlikte. Ama hep tefekkür edalı, marifet desenli. Bazen hıçkırıklar yankılanır mekânın duvarlarında bazen içli bir âh! Sohbet-i canandan başkasına tahammülü yoktur zaten. Malayaniyata bütün bir ömür kapalı yaşamıştır. O’ndan bahsetmeyen her söz, O’na varmayan her yol faydasızdır zira. Muhatapları bir adım daha ileriye taşıyabilmenin derdidir bunları söyleten. Bu derdi, ızdırabı görmek gerekir anlatılanları kavrayabilmek için.

Kişi tanımadığının düşmanıdır derler ya, tanımak gerekir hüküm vermek için. Tanımak için de dinlemek ya da okumak. Bütün bunları yapmadan peşin hükümlerle karalar çalmak, bumerang gibi sahibini vuran kem sözler sarf etmek ne acı! Böyle bir kaynağa müstağni davranıp elinin tersiyle itmek ne büyük talihsizlik!