Ahirette ümmete faydası olacak bir kahraman Tahirî ağabey
Her büyük oluşum küçük bir çekirdekle başlar. Nebiler Sultanı Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) on dört asırdan beri dünyaya huzur ve mutluluk kaynağı olan İslamiyet’i anlatmaya başladığında, etrafında üç-dört kişi vardı.
O’ndan asırlar sonra Kur’an’ı asrın idrakine söyletmek vazifesiyle işe koyulan Bediüzzaman Hazretleri’nin de çevresinde hasbi, samimi, fedakâr, sadakatli nice isimsiz kahramanlar görürüz. Bunların arasında hayatının son döneminde Isparta’da Üstad’ın yakınında bulunan ve “erkân-ı sitte” diye adlandırdığı altı kişi ise çok hususi ve farklı bir yere sahiptir. Bunlar Hafız Ali, Büyük Ruhlu Küçük Ali, Kuleönülü Hafız Mustafa, Hüsrev, Rüştü ve Atabeyli Tahirî ağabeylerdir.
Bu altı kişi arasında kulluğu ve takvasıyla bilinen Tahirî Mutlu ağabey, 1900 yılında Isparta’nın Atabey kazasında dünyaya geldi. Çocukluğu ve gençliği, dinî hassasiyeti son derece yüksek bir aile ortamında geçti. İlk eğitimini helal ve harama karşı oldukça hassas olan anne ve babasından aldı. Atabey kazası aynı zamanda Selçuklular’dan beri devam eden bir ilim ve irfan geleneğinin merkeziydi. Böyle bir atmosferde yetişen Tahirî ağabey, o günkü şartlarda toplum ortalamasının üstünde bir kültür ve bilgi birikimine sahip oldu.
Askerliği İstiklal Savaşı yıllarına tevafuk etmişti. Bu sebeple 1920-1924 yılları arasında Demiryolları’nda askerlik yapan abimize gazilik beratı ve madalyası verilerek maaş bağlandı. Ancak o, vatan hizmetine karşı bir bedel almayı izzetine yediremediğinden maaşı kabul etmedi.
Tahirî Mutlu ağabey, Risale-i Nurlarla ilk defa 1931 yılında, Atabey’deki yakınları aracılığıyla tanıştı. Risaleleri tanıdıktan sonra Hafız Zühdü’nün oğlu, aynı zamanda yeğeni olan Eşref’le birlikte Bediüzzaman’ı ziyarete gittiler. Barla’da gerçekleşen bu ziyarette Tahiri Mutlu, Bediüzzaman’dan çok etkilendi.
Tahirî Mutlu ağabey, celalle cemali, haşmetle ünsiyeti aynı anda yaşayan bir Allah dostu idi. Gür kaşları altında kesin hatlarla çevrelenmiş yüz ifadesini ilk görenler, onu sert mizaçlı biri zannederlerdi. Ancak tanıdıkça kanaatlerinde yanıldıklarını ve aslında melek gibi bir sima ile ipeklerden yumuşak bir kalp sahibiyle karşı karşıya olduklarını anlarlardı. O, kulluğu içinde bir sultandı. Bütün kâinatın kulluğunu kendi kulluğu içine alabilen, “Güneş lambam, yıldızlar kandillerim, yeryüzü mescidim…” diyebilen bir sultan... Bu sultanın hayatı boyunca sığındığı en muhkem kalesi ise “takva” idi. O aynı zamanda her hali, tavrı ve duruşu ile Allah’ı hatırlatan bir mana eriydi.
İnci gibi yazılarıyla Nurların neşrine büyük desteği olan Küçük Lütfi’nin hayırlı bir halefi olarak Nur dairesine girmişti. Üstad’ın ifadesiyle, “ihtiyarların genci” idi. Üstad ondan dolayı Atabey kazasını kendi doğduğu köy olan Nurs’la arkadaş ve bütün manevî kazançlarına ortak ilan etmişti. Tahirî ağabeyin ve aile efradının Üstad’ın hastalıklarına bile ortak olduklarını öğrenmek, fedakârlığın ölçüsünü anlamaya yetiyor.
Tahirî Mutlu ağabey, Bediüzzaman’ın son yıllarında yanında bulunan ve onun hizmet tarzını yakından görüp bilen dört-beş kişiden biridir. Üstad’ın hizmet için vekil olarak bırakıp, “Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını tam bilerek yapabilecek.” dediği kişilerden biri. Tahirî ağabey, Denizli ve Afyon zindanlarında Üstad’la birlikte çile çekti. Nurların gerek teksir makineleriyle gerekse matbaalarda neşrinde büyük maddî fedakârlığı da bulunan Tahirî Mutlu için Bediüzzaman Hazretleri şunları söyler: “Tahirî’nin öyle bir derecesi var ki, manevî sahadaki derecelerinden birini görse dünyayı terk eder. Tahirî, dolu bir testidir, artık su almaz. Ya Rabbi, bu manevî varlığını kendisine bildirme! Ahirette onun Ümmet-i Muhammed’e faydası olacak.”
Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, Tahirî ağabeyden bahsederken, onun civanmertliğine dair şöyle bir hadise nakleder: “Eserler ilk defa baskıya girdiğinde Üstad Hazretleri, sağa-sola hem de 50-100 lira küçük bir para bulmak için adam gönderiyor. Tahirî Mutlu –makamı cennet olsun- bunu duyuyor ve koşa koşa köyüne gidiyor. Köy meydanında bütün malının satılık olduğunu ilan ediyor. Arazisinin bir kısmını haraç mezat satıyor ve büyük bir sevinçle parayı getirip Üstad Hazretleri’ne teslim ediyor. Ağabeyimiz öyle bir samimiyet ve safvet içindeydi ki, hizmeti hayatının gayesi bilmişti ve o uğurda hırz-ı can ediyordu.”
O, Nur yolunda, Nur’un izinde sadakat ve fedakârlık örneği olarak temiz ve nezih bir hayat yaşadı. 2 Nisan 1977 Cumartesi gününü Pazar’a bağlayan gece her zaman âdeti olduğu üzere teheccüd için kalktığında saat 03.10 sularında bir kalp krizi geçirdi. İsmi gibi “tahir” olarak ruhunun ufkuna yürüdü. Başta Efendimiz (aleyhi’s-salâtü ve’s-selam) ve Üstad’ımız olmak üzere sevenlerinin ve sevdiklerinin yanına göç etti. Bugün Nur kervanındaki arkadaşlarının bazılarıyla Eyüp Sultan Hazretleri’ne komşu olarak ebediyetleri temaşa etmekte ve geride kalan hizmetkârlara manen destek olmaya devam etmektedir.
Tahirî ağabey gibi kahramanların hayatlarını kaleme alan iki önemli isim var. Birisi ilahiyatçı-yazar İhsan Atasoy, diğeri de ilahiyatçı-yazar Ahmet Özer ağabeyler. İhsan Atasoy “Kulluğu İçinde Bir Sultan: Tahiri Mutlu” (Nesil Yayınları) adlı eserinde bu Nur kahramanının hayatını, mücadelesini, örnek şahsiyetini ve sultanlık makamındaki kulluğunu anlatıyor. Ahmet Özer abi de Işık Yayınları arasında çıkan “Atabeyli Tahirî” adlı eserinde oldukça akıcı bir üslup ve dolu bir muhteva ile bu Nur kahramanını nazara veriyor. Genç neslin, kendisinden çok şey öğreneceği Tahirî Mutlu’yu ve diğer ağabeyleri tanımaya ihtiyacı var.
- tarihinde hazırlandı.