Allah hizmetimize zeval vermesin

Rahmetli Ali amcamın elimden tutup yurda ön kayıt için götürmesinin üzerinden otuz sene geçti. “Ahlaklı olsun, imanlı olsun, vatana millete hayırlı bir evlat olsun” diye o zamanlar Akyazılı Vakfı’na bağlı olan Turgutlu Yurdu’na vermişlerdi beni.

Mekânları cennet olsun, hem annem hem de babam her türlü desteği verdiler. Ve o günden beri hep “Hizmet”in içinde oldum. Otuz seneden beri bu güzel insanlardan sadece güzellik gördüm, samimiyet gördüm, kardeşlik gördüm.

Şimdilerde televizyon ekranlarında, gazete manşetlerinde, meydanlarda Hizmet’le alâkalı savrulan iftiralara bakınca “Bu insanlar ya gerçekten Hizmet’i tanımıyorlar ya da aynaya bakıp konuşuyorlar” demekten kendimi alamıyorum. Bugüne kadar milyonlarca insan, çocuklarını bu Hizmet’in müesseselerine emanet etti, ediyor. Bir tanesi bile, “Benim çocuğuma kötü alışkanlıklar kazandırdılar, onu hain yaptılar, dış güçlerin ajanı olarak yetiştirdiler” diyebilir mi? Asla! Çünkü bu Hizmet’in insanları emanete ehil insanlar. Bunlardan kimsenin malına, canına, ırzına, namusuna zarar gelmez.

Otuz senedir, isnat edilen iftiralardan, karalamalardan binde birini bile haklı çıkaracak tek bir emare görmedim bu Hizmet’te. Sadece sevgi gördüm, şefkat, merhamet ve mülayemet gördüm. Sigaraya haram diyen ve bunun üzerinde ısrarla duran tek hareket belki bu Hizmet. Bizler iffetli yaşamayı, kimsenin malına el uzatmamayı, meydanlarda hain ilan edilen abilerden öğrendik. İhlas ve Uhuvvet risalelerindeki düsturlar hayat düsturu olarak belletildi bizlere. Gıybet en çirkin günahlardan biri olarak anlatıldı. ‘Su-i zandan, yılandan kaçar gibi kaçın’ dendi. Başka cemaatlerin, toplulukların gıybetinin her bir fertten helallik almayı gerektirecek derecede ağır bir günah olduğu kazındı kafalarımıza, gönüllerimize.

Allah Resûlü’nü (sas) anlatırken kalbi yerinden çıkacak gibi olan insanları bu Hizmet’te tanıdım. Bir vaazı, sohbeti dinlerken gözyaşları hıçkırıklarına karışan delikanlılara bu Hizmet’te şahit oldum. Bırakın mut’ayı, ikinci eşi, yolda giderken gözüne haram iliştiği için cebindeki her şeyi sadaka olarak veren iffet abidesi yiğitleri var bu Hizmet’in. Binlere, yüz binlere Kur’an öğretti bu insanlar. Sünnetin ehemmiyetini, teheccüdü, unutulmaya yüz tutmuş evvabini, pazartesi-perşembe oruçlarını ve daha pek çok Nebevî âdeti hayatımıza taşımamıza Hizmet’imiz vesile oldu. Önce Cevşen’le, ardından Dua Mecmuası, Kırık Dilekçe ve Kulûbu’d-Dâria ile dua etmeyi öğretti bizlere. Hacet namazlarıyla seccadelerin sıcaklığını tattık hepimiz. Sahabeyi sevmeyi, asr-ı saadeti özlemeyi burada öğrendik. Bilal’i, Mus’ab’ı, Hanzala’yı, Talha’yı, Halid’i, Hamza’yı ve daha yüzlerce sahabiyi bir yıldız gibi gönül semamıza bu Hizmet’in büyükleri yerleştirdiler.

Yurt müdürümüzün odasının ışığı sabaha kadar yanar, içeriden yanık yanık Cevşen sesleri gelirdi. Bazen de biz onu, elinde fırçası talebelerin abdesthanelerini temizlerken görürdük. Temsilin tebliğden ehemmiyetli olduğunu biz burada gördük ve öğrendik. Otuz sene önce nasılsa, şimdi de öyle. Bugün de Hizmet’le özdeşleşmiş kurumların başında duran insanların dünyalık hiçbir mâmeleke sahip olmadıklarını herkes biliyor. Kendi personeliyle birlikte aynı mescitte saf tutan, yemekhane sırasına giren insanlar onlar.

İlmek ilmek örülen hizmet

Hizmet bir fazilet mektebi oldu hepimiz için. Fedakârlık, hasbîlik, beklentisizlik, adanmışlık gibi kavramlar milyonların hayat düsturu haline geldi. Eline çantasını alıp dünyanın herhangi bir yerine arkasına dönüp bakmadan gitmeyi yüz binlere bu Hizmet öğretti. Hizmet’in sayesinde almadan hep vermeyi fıtrat edindi milyonlar. Gençler ömürlerini, mesleklerini, hayatlarını, dünyalık istikballerini verdiler bu uğurda ve hiçbir beklentiye girmediler. Anadolu’nun vefa abidesi fedakâr insanı da bağırlarına bastı bu zamanın sahabe namzetlerini. Sahip çıktı onlara. Burslarını, himmetlerini esirgemedi. “Siz koşmanıza bakın, arkanızda biz varız” derken tek güvendikleri, kudreti sonsuz Rabb’imizdi. Onlar ekmeklerinden kesip kardeşlerine yolladılar. Onlar pazarlarda gezip evlerde kalan fakir talebeler için erzak topladılar. Kurbanda bir muhtaç daha sevinsin diye bayramlarını evlerinden uzakta geçirdiler.

Kadınları da farklı değildi onlardan. Kermesler tertip ettiler, burslar topladılar. Bir talebeyi daha okutabilmek için pazar yerlerinde gözleme yapıp satan hain (!) ablalar biliyorum. Verecek bir şeyi olmadığından, “Benim param yok ama elimden her iş gelir; isterseniz her gün gelip börek açayım, gözleme yapayım onları satın, parasını talebelere verin.” diyen adanmış ablaları var bu hizmetin.

“Hizmette önde, ücrette geride olma” her bir ferdin kalbine ve kafasına kazındı adeta. İhlasın “yapılan işleri sadece dünyevî değil, uhrevî menfaatlere bile alet etmemek” olarak tarifini ve temsilini bu Hizmet’te müşahede ettik. Dünyanın bir ucunda hizmet adına elde edilen muvaffakiyetten, kendimiz başarmış kadar sevinmenin tadına vardık bu kutlu insanların arasında. Başkalarının ne dediği hiç önemli değil, bizler Bediüzzaman’ı beyin mimarımız olarak tanıdık,  Nur Risalelerini de başucu kitabı yaptık hayatın ve hizmetin her alanında.

Bütün bu güzelliklerle bizi tanıştıran ise muhterem Hocaefendi oldu. Bugün insafsızca pek çok ithamla karalanan, iftiralara maruz kalan bu dertli sine, Hizmet’i gözyaşlarıyla adeta bir dantela gibi ilmek ilmek ördü. Etrafına sadece ve sadece “bir kişiyi daha kurtarmayı, imanına vesile olmayı” telkin etti. Bu uğurda cami pencerelerinde, tahta kulübelerde, talebe yurtlarında, gurbette, sürgünlerde geçirdi ömrünü. Referansı Kur’an ve sünnetti çünkü. Onların müsaade etmediği bir tek adım bile atmadı hayatının hiçbir döneminde. Seksene yaklaşan kitapları ve elli senedir yaptığı bütün vaazlar, sohbetler, konferanslar göz önündeyken onu bir kısım başka hesapların peşinde koşmakla itham etmek, en hafif tabiriyle insafsızlık ve art niyetten başka bir şey değildir.

Yurtdışında kalışını dile dolamak, Efendimiz’in hicretini anlayamamak demek. Onun ilmini tartmaya çalışmak yetiştirdiği ve yetişmesine vesile olduğu milyonlarca talebeyi görmemek demek. Bir tek eserini okumadan, bir tane sohbetini baştan sona dinlemeden onun hakkında hüküm vermek, su-i zan günahının ahirette nelere mal olacağını bilmemek demek. Bırakın Mehdilik, Mesihlik gibi iddiaları, Hizmet’in önünde görülmekten bile rahatsız oluyor Hocaefendi. Kendisine farklı bir konum izafe edilmesinden tiksiniyor ve bunu sohbetlerinde, yazılarında yüzlerce defa söylüyor. Böyle bir insana, kâinat imamlığı, sahte peygamberlik vs. gibi nahoş yakıştırmalarda bulunmak, mahşerin, hesabın, mizanın dehşetinden haberdar olmamak demek.

İnsafla bakanlar, yapılan işlerin tamamının dinin referansıyla yapıldığını göreceklerdir. İsnat edilen çirkinliklerin hiçbiri ne bu Hizmet’te ne de Hocaefendi’de vardır. Başkalarının mahremini araştırıp teşhir etmek, kızlara zorla başörtüsü açtırmak, birilerine içki içmeleri için fetva vermek, çete kurmak, dış güçlerle işbirliği yapmak, başkalarının maşası olmak gibi her biri sahibinin ahiretini mahvetmeye yetecek iftiralardan Hocaefendi ve Hizmet, doğunun batıdan uzaklığı kadar uzaktır. Bugüne kadar hiçbirine dair tek bir delil ortaya konulamayan bu isnatların sahipleri, Hizmet’in bütün mensuplarının hukukuna tecavüz ettiklerini, her bir fertten tek tek helallik almadan cennete giremeyeceklerini biliyor olmalılar. Bu iftiraları atanlar, meydan meydan gezip onları yayanlar, manşetlere çekenler, sosyal medyada paylaşanlar başta Hocaefendi olmak üzere Hizmet’in her bir ferdinden helallik dilemek zorundadırlar. Aksi halde ahiret onlar için çok çetin olacaktır.