Çakıl taşı deyip geçme
Kulluk yolunda yürüyenlerin ayaklarının kayabileceği pek çok tehlikeli nokta var. Bu kaygan zeminler "mezelle-i akdâm" olarak adlandırılıyor. İnsanın sürçmesine ve düşmesine sebep olabilecek, onu bir süreliğine de olsa yolundan edebilecek bu kaygan zeminleri bir kalıp içine sokmak ve tek tek ifade etmek oldukça zor. Çünkü çok güçlü ve çalımlı bir edayla yola çıkan ama daha birkaç adım ilerlemeden üzerine bastığı bir nohut tanesinden dolayı tepetaklak giden ve hiç beklemediği bir virajdan uçuruma yuvarlanan çok insan var. Bazen küçük bir çakıl taşıyla tökezleyip yere kapaklanan insanoğlunun, kayacağı zaman ve zemini tahmin etmesi de her zaman mümkün olmuyor.
Bediüzzaman Hazretleri, "Hem senin mahiyetine öyle mânevî cihazât ve lâtifeler vermiş ki, bazıları dünyayı yutsa tok olmaz." buyuruyor. Devamında da başın bir batman taşı kaldırmasına mukabil gözün bir saçı dahi kaldıramadığı gibi, bazı latîfelerin de saç kadar bir ağırlığa, küçük bir gaflet ve dalâlete dayanamayacağını anlatıyor. Mesela, insan fıtratına öyle acayip bir ihtiyaç ve muhabbet istidadı konmuş ki, dünya ve içindeki hiçbir şey onu doyuramıyor. O ihtiyaç ve o muhabbet, bâkî Cennet'ten ve ebedi saadetten başka hiçbir şeye razı olmuyor; Allah'tan başka hiçbir şeyle huzur bulamıyor.
Üstad, başka bir yerde "Madem öyledir, hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem'a, bir işarette, bir öpmekte batma. Dünyayı yutan büyük latîfelerini onda batırma!" diyerek hayati bir tembihte bulunuyor. Demek ki, haram bir lokma, yalan bir kelime, yasak bir bakış veya gayr-i meşrû bir dokunuş birer kayma noktası. Ve bunların hepsi bazı latîfelerin sönmesine, hatta ölmesine sebebiyet veriyor.
İnsan başlangıçta hiç de önemsemediği bu küçük sapmalar yüzünden zamanla yoldan çıkıyor. Bu vesileyle kendi kimliğinden uzaklaşıyor, değer ölçülerine karşı yabancılaşıyor ve her an düşebileceği bir kaygan zemine girmiş oluyor. Böylesi bir zeminde bazen sürçüyor, bazen düşüyor, bazen de yüzüstü kapaklanıyor ve bir daha da belini doğrultamıyor. Hep iki büklüm ve kambur olarak yürümeye mahkûm oluyor.
Şöhret tutkusu, alkış budalalığı
Bediüzzaman Hazretleri'nin, "Hücumât-ı Sitte" diyerek ele aldığı tehlikeli ve şeytânî tuzaklar da birer kayma noktası. Şöhret tutkusu, bilinme arzusu, alkış budalalığı, korku, tamâ, ırkçılık, enaniyet ve tenperverlik gibi kapanlar Hak yolcusunun önüne konmuş öldürücü tuzaklardır. Makam arzusu, tanınma tutkusu ve şöhret düşkünlüğü demek olan hubb-u câh az çok hemen her insanda vardır ve pek çokları için öldürücü bir zehirdir. Kimseden korkmamanın yegâne çaresinin, korkulması gereken gerçek kaynaktan korkmak olduğunu bilmeyenler için de havf bir ölüm çukurudur. Bir şeyi hırsla istemek, açgözlülük ve doymazlık manalarına gelen tamâ ise, bu çakıl taşlarının en zararlılarındandır. Bazı şer odakları mü'minleri bile kendi menfur emellerine alet etmek için bunu kullanırlar. Tamâ hissi zamanla gazâb-ı ilahîyi celb eder ve hayat-ı ebediyeyi de bitirir. Son iki asrın vebası olan ırkçılık, insanın en zayıf ve fenalığa en açık damarını teşkil eden enaniyet (ego) ve hak erlerini bile dört duvar arasına hapseden tenperverlik (rahata düşkünlük) gibi hastalıklar da küçük gibi görünen kanser virüsleri.
Şeytandan gelen bu hücum okları, isabet ettiği insanları ciddi şekilde yaralayıp yatağa düşürüyor ve hatta öldürebiliyor. Mesela, tamâ duygusu uzun yaşama arzusundan ve bitmeyen isteklerden kaynaklanır. Ona yakalanan kişi, hiç ölmeyecekmiş gibi hayata bağlanır; gözü asla doymaz, onu da ister, öbürünü de. Bu isteklerini elde etmek için o kapı bu kapı deyip sürünüp durur ve hiç farkına varmadan çürür gider. Mesela, Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi'nin çok vurgu yaptıkları tenperverlik ve rahata düşkünlük, insanı haneperest yapar. Aslında aile ve yuva dünyevî bir kısım ihtiyaçları gidermeye matuftur ve ahiret hayatına hazırlık hususunda yardımcı bir unsurdur. Fakat onu evvelen ve bizzat maksud bir iş şeklinde algılayıp bir haneperestlik duygusu içine girmek çok tehlikeli bir kayma noktasıdır.
Enaniyet, ruh sefaletidir
Özellikle günümüz insanları için en kaygan zeminlerden bir başkası ego da denilen enaniyet hissidir. Hocaefendi, enaniyetli insanın özelliklerini sayarken şunlara temas ediyor: "Hayatı kendi benliğine göre yorumlar, her şeyi şahsî takdir ve tercihlerine bağlar, umuma açık olan ve vicdan genişliğinden kaynaklandığı için fevkalade bir enginliği bulunan şeyleri kendi dar vicdanına, daha doğrusu daralttığı vicdanına göre değerlendirerek pek çok genişi daraltır, dolayısıyla dünya kadar himmet ona açık duruyorken kapıları sürgüler ve istifadeye kapanır." İşte bütün bunlar, iyi bir mü'min olma yolunda buzlanma hâsıl eden ve zincirleme kazalara sebebiyet veren faktörlerdir. Hele kudsi bir hizmet dairesinde bulunup enaniyet davası gütmek başlı başına bir ruh sefaletidir. Bu hastalığa yakalanan bir insanın gönlündeki mücadele azim ve kararlılığının tahtına enaniyeti tatmin duygusu gelip oturur. İ'la-yı kelimetullah sevdasının, dini dünyaya duyurma tutkusunun yerini, tanınma ve bilinme isteği alır. Böyle bir bitiş sürecine giren insanın da artık hiç kimseye faydası olmaz.
- tarihinde hazırlandı.