Mesih kim, Mehdi nerede?
Ali Ünal Bey’in yazısını eleştirirken “Pensilvanya’daki zatın Mehdi ve Mesih olduğuna inanıyor ya” diye başlayan iftiraları bir süredir değişik platformlarda hep duyuyoruz. Pensilvanya’daki zat ile Hocaefendi kastediliyorsa, onun bugüne kadar ne böyle bir iddiası ne de bunu ima edecek bir tek sözü ve davranışı oldu. Tam tersine kendisine bu gözle bakanlara en ağır tepkileri gösterdi. Düz bir kulluğu her şeye tercih ettiğini yüzlerce defa ifade etti. Buna rağmen, aynı söylemlerde ısrar edilmesi belli ki Hocaefendi’yi tahkir ve yıpratma amacı güdüyor. Hem iftiraya cevap hem de kafası karışanlara bir tavzih olması açısından Hocaefendi’nin on yıl önce 11.10.2004 tarihinde herkul.org’da yayınlanan Kırık Testi sohbetinden bir bölümü sizlerle paylaşmak istedim. Şöyle diyor Hocaefendi, Mehdilik ve Mesihlik iddiaları ile alakalı:
“Mesîh ve Mehdî ile alakalı hadis-i şerifler ve ümmetin kabulü esas alınınca nüzûl-ü İsâ’ya ve zuhur-u Mehdî’ye inanmak Efendimiz’e îtimadın ve güvenin ifadesidir denilebilir. Fakat bu mevzu Ehl-i Sünnet imamlarının eserlerinde işlenmemiş ve ele alınmamıştır. Ayrıca fer’î bir konu olduğundan ve âhad habere dayandığından dolayı, bunu inkâr küfre sebeb olmadığı için ilk dönem akaid kitaplarına da yansımamıştır. Bununla birlikte, Şiâ’nın bütün kollarında Mehdîlik önemli bir husustur ve Mehdî beklentisi sürekli işlenerek hep canlı tutulur. Şiâ’nın gizli imamı Mehdî’dir.
Mesîh ve Mehdî inancı tarih boyu su-i isti’mallere maruz kaldığı gibi günümüzde de hâlâ su-i isti’mal ediliyor olabilir ve bundan sonra da peygamberlik iddiasındaki yalancılar, mütenebbîler, Mehdî taslakları ve müteşeyyihler çıkabilir.
Hiç kimse, “Ben Mesîh’im” diyemez. Çünkü Hazreti Mesîh gelmiş, içimizden ayrılmış ve gitmiştir. Peygamber olarak gitmiştir. Birisinin kalkıp da, “Mesîh’im” demesi peygamberlik iddiası olur, dolayısıyla da küfürdür. Tehlikeli şeyler bunlar..
Eğer bir insan kendisinin Mehdî olduğuna inanıyor, Mesîh olduğunu iddia ediyorsa, bu büyük bir iddia ve bir mübalağa olur. O zaman da meseleyi akîde açısından ele alıp analiz etmek gerekir. Ne demek istiyor o iddiasıyla? Mesîh’in ona duhûl ettiğini söylemek istiyorsa, bir kısım kimselerin Hazreti Mesîh’te mütecessid bir ulûhiyet gördüğü gibi, o da kendisini öyle görüyorsa, bu Müslümanlığa göre küfürdür; onu ifade etmek için dalalet kelimesi hafif gelir; evet, öyle bir iddia açıktan açığa küfürdür.
Eğer, o söz ve iddiasıyla, sufi terminolojiye göre Hazreti Mesîh’in yörüngesinde seyr u sülûk-i ruhânî yaptığını ve kazandığı şeffafiyetten dolayı kendisine bakanların O’nda bir Mesihiyet gördüğü mülahazasını kastediyorsa, işin doğrusu, bu da o ufka ait bir insan olmayı iddia etme açısından çok büyük bir tekebbürdür. Mesela, Şâh-ı Geylanî gerçekten bir Mehdî olabilir; fakat hiçbir zaman böyle bir iddiada bulunmamıştır. Muhammed Bahâuddin Nakşıbendî böyle bir Mehdî olabilir ama kendisini hiçbir zaman o mertebede görmemiştir. İmam-ı Rabbânî bir nevi Mehdî’dir; ne var ki, kendisine insan olma payesini bile çok görmüştür. Zaten o ufkun erbâbı, iddiadan, kendine makam ve mevki biçmekten uzak kimselerdir.
Mesihlik iddiası küfürdür
Evet, meseleyi analiz ederek ele almak lazım. Bir insan gerçekten kendisini “vazifeli” mi zannediyor? Eğer öyle zannediyor ve bununla Mehdîliği kastediyorsa bu bir dalalettir. Mesihiyet iddiasında bulunuyorsa, o da küfürdür. Hiç kimse, “Ben Mesîh’im” diyemez. Çünkü Hazreti Mesîh gelmiş, içimizden ayrılmış ve gitmiştir. Peygamber olarak gitmiştir. Birisinin kalkıp da, “Mesîh’im” demesi peygamberlik iddiası olur, dolayısıyla da küfürdür. Tehlikeli şeyler bunlar.. Peygamber “peygamber değilim” diyemez. Peygamber olmayan da “peygamberim” diyemez.. Öyleyse peygamber, peygamberliğini inkâr edemediği ve onu ifade etme mecburiyetinde olduğu gibi; o meselenin şemmesini duymamış, reşhasına şahid olmamış, onu ihsâs etmemiş bir insanın kalkıp o iddiada bulunması da aynen küfürdür. Bu açıdan da, bir insan ehl-i sünnet çizgisinde ise, mişkât-ı nübüvvet altında yürüyorsa, hiçbir zaman böyle bir iddiaya kalkmayacaktır.
Bediüzzaman Hazretleri, “Din–i mübin–i İslam’ın yeniden dünyanın değişik yerlerinde kendisini ifade etmesi için ihtiyaç varsa Hazreti Mesîh, öteki âlemin ta öbür ucunda bile olsa böyle önemli bir fonksiyon için döner gelir!” diyor. Fakat genel yorumu itibarıyla nüzûl-ü İsâ’yı şahs–ı mânevî olarak yorumluyor. Ne var ki, bu konuda bir isim belirleme, onu bir insanda tecessüm etmiş şekilde görme, “falan şahıs odur” deme… İşaret edilen şahıs Fatih de olsa, İmam-ı Rabbânî de olsa, bu bir küfürdür. Hakiki mü’minlerin, karşısında tir tir titreyeceği ve uzak duracağı şeytanî bir iddiadır.
Maalesef, bazı dönemlerde su-i isti’mal edilen bu mesele, din düşmanlarının samimi mü’minleri karalamak için kullandıkları bir sermaye haline gelmiştir. Bir kısım cahiller hüsn-ü zan ettikleri kimseler hakkında “Mehdî” tabirini kullanabilirler. Daha insaflı bazıları, “Belli bir zaman içinde bir mânâda Mehdî’nin bir vazifesini ifâ ediyor.” diyebilirler. İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbânî ve hatta Bediüzzaman hakkında böyle diyenler çıkabilir. Her şeyden önce bu umumun kanaati değildir. Hele ondan sonrakiler hakkında öyle diyen de zaten yoktur. Öyle bir iddiada bulunan bir safderûn varsa şâyet, onu kendi safderûnluğuna mahkûm etmek lazım. Aklı başında bir mü’min ne öyle bir dalalete tâlib olur, ne de -hâşâ ve kellâ- Mesîh iddiası gibi bir küfrün arkasına düşer.
Sessiz kalan, dilsiz şeytandır
Diğer taraftan, kendisi öyle itikad etmese bile etrafındaki insanların hüsn-ü zanlarına, o türlü lâf ü güzafına göz yuman, o iddialara karşı sükût duran insan da küfre ve dalalete karşı sessiz kalıyor demektir. Öyle bir insan hakkında da, Efendimiz’in beyanlarından aldığımız bir sözle “dilsiz bir şeytan” desek sezâdır. Şayet bir kimseye, etrafındakiler “Mesîh” diyorlarsa, o da bunu bildiği halde sessiz duruyor ve bu dalalete karşı onları ikaz etmiyorsa, o kimse, dilsiz bir şeytandır. O iddiayı kabulleniyorsa kendisi de kâfirdir. “Mehdîyim” iddiasıyla ortalıkta dolaşıyorsa o kimse de dalalete sürüklenmiş bir zavallıdır. Bir Müslüman’ın o tür iddiaları kabul etmesi mümkün değildir.
Fakat bu mesele bir yönüyle karalamaya mâtuf istimal ediliyor. Türkiye’de ehl-i dalalet, ehl-i küfür, diplomalı cahiller, Türk milleti’nin veya dünyadaki Müslüman milletlerin kaderine hakim kaba kuvvetin temsilcileri, bazı Müslümanları karalama, bazı kimseleri ademe mahkum etme adına bu türlü iftiralarla kara çalma komploları kuruyorlar. Mesela diyorlar ki, “Falanın çevresindekiler ona Mesîh nazarıyla bakıyorlar”. Oysa maksatları hep karalama olan bu din düşmanlarının Mesîh’ten hiç haberleri yoktur. Mehdî’nin kelime mânâsını bile bilmezler. O mevzuda usul-ü dinin, fıkıh metodolojisinin ne dediğini hiç bilmezler, hatta Kitab’ı bilmez, ona inanmazlar. Ama gelin görün ki, Müslümanları karalama adına hiç bilmedikleri bu meseleleri bile kullanır, mü’minlere iftira ederler.
Oysa ki aklı başında, Kitab’ı ve Sünnet’i bilen bir mü’min ne öyle bir meseleyi kabul eder, ne de öyle bir mesele çevresi tarafından dillendiriliyorsa sükût durur. Arz ettiğim gibi, o tür iddiaları küfür sayar, sükûtu da dilsiz şeytanlık kabul eder. Bu açıdan yedi dünya bilmeli ki, ehl-i dalalet ve ehl-i küfür bu tür iddiaları mü’minleri karalamaya matuf olarak bizzat kendileri ortaya atıyorlar. Ve yine yedi dünya bilsin ki, ehl-i iman hiçbir zaman bu lâf ü güzâflara inanmayacak, bu iftiralara kanmayacaktır. Onlar kılı kırk yararcasına, Kitap ve Sünnet’in emirlerini yerine getirecek, o türlü büyük iddialara asla girmeyecek, Müslümanlığın tevazu, mahviyet ve hacâletten ibaret olduğunu kabul edecek, kulluğu her türlü payenin üstünde görecek ve Hazreti Mevlânâ gibi ‘Kul oldum, kul oldum, kul oldum! Ben Sana hizmette iki büklüm oldum. Kullar âzad olunca şâd olur; ben Sana kul olduğumdan dolayı şâd oldum.’ diyeceklerdir.”
Kaynak: http://www.zaman.com.tr/suleyman-sargin/mesih-kim-mehdi-nerede_2219299.html
- tarihinde hazırlandı.