En profesyonel yalanlar
Resimli Büyük Sözlük’ün yalan maddesine fotoğraf lazım olsa oraya ‘cuk’ oturur. Hatta sözlük için resim yeter başka söze hacet kalmazdı. Ama hırsız sözcüğü ‘Hayır, beni en iyi o ifade ediyor’ diye portresini kendi sayfasına çalardı!
Medineli büyük münafık İbni Selûl görseydi ‘Birader yalanın bu kadar kuyruklusunu ben bile atamadım, fitnelerinle toplumu bu kadar bölmeyi nasıl başardın’ der, parmağını ısırıp rahle-i tedrisine otururdu. Yalanlarıyla meşhur Müseylemetü’l Kezzab, gelip seyretse ‘Yahu ben bu kadar profesyonel değildim, seni kim eğitti’ der, hayrete düşerdi.
İşte böyle bir yalan ucubesi. Söylüyor da söylüyor. Ne bir delili var ne de yalanlarında mantık kırıntısı. O, tam olarak Hitler’in psikolojik harekât dâhisi Dr. Goebbels’in reenkarnasyona delil olacak en somut heykeli!
Yalanlar, tecavüz ve tasallutunun sadece bir boyutu. Her hali müptezel, her davranışı süfli. Portresini çizmek misallere muhtaç. Hani geceyarısı kırmızı ışıkta durursunuz. Farklı tercihiyle karanlık bir hayalet yaklaşır arabanıza. Sizi kendine râm olacak birilerine benzetir. Beklentileri için tebelleş olur. Cevap vermezsiniz, çıldırır. Siz ona bakmadıkça şirretleşir, şirretleştikçe camınıza yüklenir, bağırır. Hayatınız boyunca duymadığınız sözler işitirsiniz. Koltuğunuza gömülürsünüz, küçülürsünüz. Bir gören olur diye ödünüz kopar. Böyleleriyle beraber görülme ihtimali ruhunuzu boğar. Bir yanı bu.
Tenha bir sokaktan gece vakti evinize dönüyorsunuzdur. Naralar atan bir sarhoşa denk gelirsiniz. Çok içmiş, bir pavyon ayakçısıdır. Size musallat olur. Sigara ister. Yok dersiniz, para ister. Def-i bela kabilinden bir şey verirsiniz. Yetinmez, vazgeçmez. Ağzından salyalar saçarak belasını sürdürür. ‘İnsanlar’la yaşamaya alışmışsanız böyleleriyle cedelleşmek sizi yaralar, ruhunuzu öldüresiye örseler. Yakanızdan düşmez. Hezeyan ve gaseyan küfürleri kulağınızı yırtar. Bazen böyle...
‘İnsan-ı kâmil’in yolunun, ‘esfel-i sâfilîn’le kesişmesi bir kader oksimoronu. Yapacak bir şey olmaz. Allah’tan başka sığınacak bir yer kalmaz. Gün olur bu ‘ruh’, en âli makamlarda karşınıza dikilir. Koyun sanırsınız kurt çıkar. İnsandır dersiniz, içinden goril patlar. Musalli mümin diye bakarsınız, içinden münafık fırlar. Bu süfeha karşısındaki mahzun ruh halinizi tasvir, Kur’an’a kalır. “Söyledikleri [karalayıcı] şeylerden ötürü göğsünün daraldığını kuşkusuz, biliyoruz.” (15/97)
Bu ‘ruh’, Hz. Meryem’i görse iffetine laf edenlerin ilki olurdu. Hz. İsa’yı görse öldürmeye kalkışır, münafık olur, havarilerin içine girer, çaşıt olup yerini ihbar ederdi.
Nasıra’nın bağlarına çöker, meydan meydan gezip “Meryem oğlu İsa Mesih’i öldürdük” (4/157) ve havarileri bitirdik diye caka satardı.
Samiri’nin muasırı olsaydı onunla kol kola altından buzağı heykeli yapar, ‘Niye böğürtüyorsun, asıl maharet sessizce götürmek’ der, heykel üretimini seri imalata bağlardı.
Hz. Musa’ya Firavun, Hz. İbrahim’e Nemrut olurdu. Olurdu ama sarayında hilafet cübbesiyle nifakını sarmalamaktan geri durmazdı. Bu patolojik ruhun yalan, iftira ve hezeyanlarına cevap 23 yıl önceki Sızıntı Başyazı’sından: “Sen karanlık düşüncelerin esiri, bilinmezlere yelken açan sarhoş ve şaşkın kaptan! Diyelim ki, bir-iki adım öteden habersiz yaşıyorsun, rakip tanımayan ve herkese tepeden bakan halinden utan! Ayağının altında mağmalar gibi gürleyen ve çevreye dehşetler saçan, lavlar gibi köpürüp göklere yükselen şu kıyamet emarelerini de mi duymuyorsun? Söyle bana Allah aşkına, yoksa sen gerçek bir kıyamet mi bekliyorsun! Şimdi istersen uyu; çünkü bundan sonra kopacak kıyamet, senin kıyametin olacaktır! Evet, yakın bir gelecekte sen, sırtında bir kambur gibi târihî mesûliyetlerin, derdest edilip tarihleşeceğin gayyaya götürülürken, senin ihmaline, senin iğfaline, senin hıyanetine uğramış, bütün ihmalzedelerin, bütün iğfalzedelerin, bütün hıyanetzedelerin kahredici bakışları, çıldırtan çığlıkları ve arş-ı adaleti ihtizaza getiren tazallümleriyle, ölüp ölüp dirilecek ve ‘keşke, ben de toprak olsaydım’ deyip inleyeceksin!”
Samiri’nin akıbeti yukarıdaki iktibası teyid ediyor. Altın buzağı yakılıp külleri denize savruldu. Samiri de kaçarak oradan uzaklaşınca pişman olan İsrailoğulları, “Elleri böğürlerinde, çaresiz kalıp, kendilerinin sapıtmış olduklarını görünce: ‘Eğer Rabb’imiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa, and olsun ki mahvoluruz’ dediler.” (7/149)
Ancak Allah’ın vaadi vardı: “Şüphesiz o buzağıyı (dünya malı, debdebe, saray…) tanrı edinenlere Rabb’lerinden bir gazap, dünya hayatında iken de bir zillet erişecektir. İşte biz, iftiracıları böyle cezalandırırız.” (7/152)
Kaynak: http://www.zaman.com.tr/yorum_en-profesyonel-yalanlar_2264582.html
- tarihinde hazırlandı.