Mesele dershane değil arkadaş

Cemaat ile AKP’nin arası, AKP’lilerin iddia ettiği gibi dershanelerin kapatılması gündeminden sonra mı bozuldu gerçekten?

Gündemi çok takip etmeyen ya da sadece belli kaynaklardan, havuz medyasından gündem takip edenler bu soruya "Evet" diye cevap verecektir.

Ancak meselenin aslı öyle değil.

Dershanelerin kapatılması AKP hükümetlerinde de defaatle gündeme gelmişti.

Bu dönemde dershane öğretmeni olduğum için meselenin bir tarafı olarak konuya hakim olduğumu söyleyebilirim.

AKP iktidarı öncesinde olduğu gibi AKP döneminde de konu gündeme geldi geldi gitti.

Ancak 2012 yılında tekrar gündeme geldiğinde daha öncekilere göre daha farklı değerlendirildi.

Cemaat dershaneleri olarak bilinen dershaneler de konunun paydaşı olmaları hasebiyle sık sık Milli Eğitim Bakanlığındaki toplantılara katılarak artısı ve eksisiyle meselenin istişaresini yaptılar.

Aslında her seferindeki gibi bakanlığın bu dayatmadan vazgeçeceği kanaati hakimdi. Çünkü dershaneler bir ihtiyacın sonucuydu. Ve o ihtiyaç ortada dururken dershanelerin kapatılması anlamlı değildi.

Tasfiyenin geçmişinin çok öncelere dayandığını da Erdoğan’ın kendisi çok kez ifade etmişti. Emniyet mensuplarına yapılan operasyonun aslında bir öç alma operasyonu olduğu da herkesin malumu. Ortaya çıkan “cemaatle mücadele” hedefli MGK kararları ilk etapta inkar edilse de uygulamaya geçirilmiş olduğunu hep birlikte gördük. Bireylere karşı yapılan karakter suikastlerine hiç değinmiyorum bile…

Türkiye’deki dershanelerin %20’si kadarı cemaat dershanesi olarak bilinen dershaneler.

Bildiğim kadarıyla her ilde ve beş yüzden fazla ilçede cemaat dershanesi olarak bilinen dershane var.

Cemaatin okul birikimi olması ve dershanecilik konusunda da ciddi tecrübe sahibi olmaları hasebiyle aslında “okula dönüştürme” projesine diğer dershanelere göre daha kolay uyum sağlayabilirlerdi.

Hatta hazırlardı da.

Nasıl mı?

Her ilde ve birden fazla şubelerinin olduğu ilçelerde şubelerden birinin binasını okul haline getirmek adına fizibilite ve restorasyon çalışmaları yapıldı. Uygun binanın olmadığı yerlerde okula uygun binalar arandı.

Ama sonra Fethullah Gülen Hocaefendi’nin dershanelerin kapatılmasına gönlünün razı olmadığını açıkladığı “Hiç Durmadan Yürüyeceksiniz” başlıklı konuşması gündeme oturdu.

Fethullah Gülen Hocaefendi bu konuşmasında “Hareketi, hamleyi, gayreti durdurmadan, Allah’ın izni ve inâyetiyle alternatif yollar, yöntemler oluşturarak yola devam etmeli.. Onlarla uğraşmaya kalkarsanız, bir yerde takılır kalırsınız. Zamanı israf etmiş olursunuz. Hiç uğraşmadan, alternatif yollar ve yöntemler oluşturarak yolunuza devam edeceksiniz. Evinizi kapattıkları zaman yurt açacaksınız. Yurtlarınızı kapattıkları zaman ev yapacaksınız. Okulunuzu kapattıkları zaman üniversite yapacaksınız. Üniversitenizi kapattıkları zaman on tane okul açacaksınız. Hiç durmadan yürüyeceksiniz” diyerek sevenlerine enerjilerini boşa sarf etmeden daha fazla insana ulaşmayı, daha çok çalışmayı tavsiye etmişti.

Nitekim öyle de yaptılar…

İlk zamanlar çok anlaşılmayan bu ani ve keskin dönüş; cemaatin arkasından oynanan oyunlar ortaya çıktıkça, dershanelerin dönüştürülmesi projesinin “eğitim amaçlı değil” cemaati bitirmeye yönelik projenin bir hamlesi olduğu ortaya çıkınca anlaşıldı.

Tam da bu sırada toplum mühendisleri devreye sokularak “cemaatin dershanelerden dolayı hükümete cephe aldığı” algısı topluma işlenmeye başlandı.

Oysa cemaat her alanda kendi haklarını savunmaya çalıştı sadece.

Hükümet cenahından baskılar en şiddetli şekilde devam etti.

Dershaneler ile başlayan süreç “okullarına göndermeyin, gazetelerini okumayın” ile devam etti.

TUSKON üyelerinin ticari faaliyetlerinin engellenmesi adına vergi denetimi ve çeşitli cezalandırmaların çoğu basına yansımadı bile…

Büyükelçiler aracılığı ile yurtdışındaki okulların faaliyetlerini engellemeye kadar devam etti süreç. Hatta büyükelçilerin yetmediği yerlerde bizzat liderler aracılığı ile okulların kapatılması için diyalog faaliyetlerine girişildi.

Bank Asya’ya yapılan operasyon ise “devletin eliyle banka batırma girişimi” olarak tarihe geçti.

Bütün baskı, karalama ve yıldırma faaliyetlerine rağmen halk bu kuruma da sahip çıktı.

“Cadı avıysa cadı avını yapacağız” diyerek devlet kurumlarında yapılan tasfiye faaliyetlerinin aslında haksız ve hukuksuz olduğunu kendi ağızları ile itiraf etmişti dönemin Başbakanı…

Tasfiyenin geçmişinin çok öncelere dayandığını da Erdoğan’ın kendisi çok kez ifade etmişti.

Emniyet mensuplarına yapılan operasyonun aslında bir öç alma operasyonu olduğu da herkesin malumu.

Ortaya çıkan “cemaatle mücadele” hedefli MGK kararları ilk etapta inkar edilse de uygulamaya geçirilmiş olduğunu hep birlikte gördük.

Bireylere karşı yapılan karakter suikastlerine hiç değinmiyorum bile…

Bu süreçte cemaat ne mi yaptı?

Sadece kendini savundu.

Hukuk ile haklarına sahip çıkmaya çalıştı.

Erdoğan defaatle “2008’den beri bunlarla mücadele ediyorum” diyerek mücadelenin yeni olmadığını kendisi beyan ettiği halde hala olayı dershane kavgası zannedenler fena halde kandırılıyorlar…