• Anasayfa
  • Bahar Neşidesi - Fethullah Gülen Web Sitesi

Allah’ın Gönderdiği Din Tektir

Soru: Allahu Teâlâ niçin bütün insanları tek bir din etrafında toplamadı da insanlar çeşitli dinleri benimsediler?

Cevap: Her şeyden önce bütün mü’minler bilmelidir ki, bir edep ve saygı gereği olarak insanlar Allah’a (celle celâluhu) soru soramaz, Allah’ın icraatının hesabını soramaz ve sorgulayamazlar. Çünkü Kur’an’ın fermanıyla Allah’ın, لَا يُسْـَٔلُ عَمَّا يَفْعَلُ “Yaptığı işlerden dolayı soruya tâbi tutulamaz.”[1] olduğu âşikârdır. Zira O (celle celâluhu), فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُ “her şeyi istediği gibi yapar.”[2] ve kimseye hesap vermez. Aksine herkes O’na hesap vermekle mükelleftir. İsterse tek isterse çift din gönderir; isterse yüz farklı din olmasını da dileyebilir. Kendi ferman-ı sübhanisiyle: وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ لَجَعَلَ النَّاسَ أُمَّةً وَاحِدَةً “Eğer Rabbin dileseydi bütün insanları bir millet olarak yaratırdı.”[3] Ama böyle olsaydı, şeriat-ı fıtriyeye göre cansız varlıklar hakkında tatbik edilen ahkâm insanlar için de geçerli olurdu. Hâlbuki insanlar böyle değildir; irade ve şuurları vardır. Öyleyse bir yönleriyle şeriat-ı fıtriye içindeki cebrîlikten hissedar olsalar bile diğer yönleriyle iradelerine göre onlar için bir hâl ve hususiyet söz konusudur.

Çeşitli Yönleriyle Bid’at

Soru: Bid’at ne demektir? Bid’atın iyisi kötüsü olur mu? 

Cevap: Bid’at, lügat itibariyle yeni icat, inşa ve ihdas edilen şey, yenilik mânâlarına gelir. Istılahî mânâsıyla bid’at, dinin usul ve füruu vaz’ edildikten sonra din adına, icmâlî olarak bile Kur’an ve Sünnet’te bulunmayan bir kısım yeni şeyler icat ve ihdas etme, ibadet şekillerinde yenilikler yapma demektir. Hazreti Aişe’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) bu konuda şöyle buyururlar: “Kim, bizim bu dinimizde, aslen onda olmayan yeni bir şey ortaya koyarsa onların ortaya koyduğu şeyler merduttur, makbul değildir.”[1]

Soru-Cevaplar Üzerine

Topluma karşı mükellef olduğumuz vazifeleri yerine getirme adına daha faydalı olacağı kanaatiyle yüz yüze soru-cevap faslını başlatmış bulunuyoruz. Sorularınıza geçmeden önce müsaadenizle maksadımızı aydınlatacak bir-iki hususu arz etmek istiyorum.[1]

Evvela; bütün düşünce ve tasavvurumuz, Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtü vesselâm) devrinde olduğu gibi saf, temiz, berrak, dupduru bir anlayışı yeniden ihya etmektir. Toplum içinde sahabî anlayış ve hayat tarzını sistem olarak benimsemiş insanların sayısı ne kadar çoğalırsa içtimaî hayatımız da o kadar denge ve düzen içinde olacaktır.

Camilerde soru sorma ve meseleleri ona göre şerh etme mevzuu, Saadet Asrı’nın temel özelliklerinden biri sayılır. Camilere eski fonksiyonunu kazandırma meselesi İslâm âleminde değişik mahfillerde de görüşülmüştü. Saadet Asrı’nda mü’minler camiye geldiklerinde sadece namaz kılmazlardı. İçlerindeki soruları ortaya dökmeden, şerh etmeden, onların cevaplarını almadan sadece vaaz u nasihati dinleyip çekip gitmezlerdi. Cami, bir mü’min için dünyevî-uhrevî her şeydi. Hatta Osmanlı’nın kurulduğu ilk dönemlerde dahi devlet şûrâsı, meselelerini daha çok camide görüşürdü. Bir taraftan şakır şakır şadırvanın suları akar, abdesti hatırlatan, namazı tedai ettiren bu tablo onların etrafında dönüp dolaşır ve onlar da o hava ve o anlayış içerisinde meselelerini meşveretle hallederlerdi. Abdestler alınır, namaz kılınır, meseleler ortaya konur ve görüşülürdü. İşte bu, Saadet Asrı’nın saf anlayışıdır. Evet, Hazreti Muhammed (aleyhissalâtü vesselâm) böyle yapıyordu.

Takdim Yerine

Hazan kış güftesiyle gelir, bestesi bahar,
Karın-buzun bağrında mayalanır çemenzar!

Mevsim gelince bir bakarsın nevbahâr olur;
“Gül açar, bülbül öter” her yer lâlezâr olur.
 (Kırık Mızrap)

Gökte ve yerde ne varsa hepsinin, ilmî bir programa göre Yaratan’ın irade ve dilemesine bağlı cereyan ettiğine inanan ve bu inanç perspektifinde hayatını yaşayanlar, eşya ve hâdiseleri, düz nazarlardan daha bir farklı okur, daha bir farklı değerlendirirler. Onların ufkunda gecelerin karanlığı gündüzlerin aydınlığına gebedir; yüreklere ürperti ve korku salarak esen rüzgâr rahmet bulutlarının aşılayıcısı ve ilk müjdecisidir; kış ortasında yağan kar, baharda fışkıracak pınarın menbaıdır; elde olmayan mazlumiyet ve mağduriyetler de müstakbel mutlulukların vesilesidir. Dolayısıyla, onların o aydınlık dimağlarında, yerinde en sert esen tipi-boran bile rahmet rengine bürünür; elemler emellerin koridorları hâline gelir ve ızdıraplar da birer doğum sancısına dönüşür. Hatta umumî ölümler ve geniş alanlı musibetler onların nazarında birer yenibahar mesajı gibidirler. Onlar, ağaçlar üzerindeki kurumuş dalların budanmasına, taze filizlere yol açma nazarıyla bakarlar.. ve saygıyla karşılarlar kaderden gelen kesip biçmeleri. Şerler, böylelerinin atmosferinde hayır rengini alır; ızdırap ve acılar da onların saflaşıp özlerine ermelerini netice verir.

Başa gelenlerin gerçek sebeplerini keşfedemeyenlere gelince; onlar, yer yer çevrelerinde suçlu arar, zaman zaman kadere taşlar atar; varsa Hak’la bir parçacık münasebetleri onu da zedeler ve yanlışla oturur, yanlışla kalkarlar.. derken yeni yeni hatalarla daha değişik zulümlere de davetiyeler çıkarırlar.

O halde, inanç temelli basiret ve firasetiyle eşya ve hâdiseleri değerlendirmeye tâbi tutan bir hakikat yolcusu, daha bahar gelmeden -Allah’ın izniyle- “karın-kışın bağrında mayalanan bahar”ı görür ve gördüğü bu baharı en yüksek ve gür seda ile seslendirmeye çalışır. Zira taş kesilmiş toprağa, iskelet gibi kupkuru hâle gelmiş ağaçlara, soğuk soğuk esip duran poyraza ve hiçbir hayat emaresi görünmeyen zemine bakıp “ölümünden sonra bu arz (yeryüzü) bir daha nasıl dirilir ki..” diyerek sarsıntı yaşayanlar olabilir. Onlara az ilerde kendilerini bekleyen cıvıl cıvıl, rengârenk bahardan bahisler açmak, onun o bayıltan güzel kokularını ruhlara duyurmak, ötüşen kuşları-kuşçukları, şakıyan bülbülleri, uçuşan kelebekleriyle binbir hayat cilvesini canlı resimler hâlinde nazarlara sunmak ve böylece felç olmuş iradelere fer, ümitsizlikle sararıp solmuş gönüllere aşk u şevk kaynağı olmak, İsrafil’in sûru gibi diriltici bir nefes gibidir.

Evet, bahar neşîdesi, “İçinde bulunulan zaman, zamanın en kıymetli parçasıdır, zamanın altın dilimidir” anlayışıyla, zâhiren mevsim, mevsim-i hazan olsa da, sonbahar ve kışı bahar adına değerlendirme, onları yepyeni diriliş ve oluşumlar için diriltici bir tazyik mevsimi olarak görme ve böylece aktif sabır içinde bahar intizarı içinde olma, bahar rüyalarıyla oturup kalkma, bahar şiirleriyle soluklanma, bahar türküleriyle çevresindekilere ümit, enerji ve neş’e kaynağı olma demektir. Bu sebepledir ki, hakikat yolcularının bahar neşîdesine kulak verenler ondan hep şu mana ve mesajların süzülüp geldiğini duyarlar:

“Gamlanma, zira mevsim mevsim-i hazan değil;
“Kader” de ve eğilebildiğin kadar eğil!

Gidecektir bu son gaileler de ardarda,
Kim bilir, nasıl bir lütuf var şimdi sırada.!

Bunlar birer bahar çağrısı hazan içinde,
Yankılanıyor o ulu ses Çin’de-Maçin’de...”

Onlar bu konuda kendi güç ve kuvvetlerine değil, Kudreti Sonsuz’un havl ve kuvvetine itimat ettiklerinden kış ne kadar sert, dış yüzü itibarıyla ne kadar acımasız ve bitme bilmeyecek gibi görünse de onlar hep ümitli, hep azimli ve hep kararlıdırlar. Nebilerin vaadinde, velilerin yâdında, güvercininin kanadında bir ulu divandan gelen bahar muştusuyla sermest bu kahramanlar, hasımlarının “bitirdik, yok ettik” dedikleri aynı anda ayrı bir hayat cilvesi gösterir, güftesi kadim ama bestesi yeni apayrı diriliş şarkıları mırıldanırlar.

Baharda, bahar sevdalıları olduğu gibi bahar düşmanları da vardır. Onlar ekinlerin, filizlerin, çimenlerin, çiçeklerin, fidanların düşmanıdır. Acımasız ve gaddardırlar. Tohum atmanın zahmetini bilmediklerinden, ortaya çıkan tomurcukların kıymetini de idrak edemezler. Bu sebeple menfaatlerine engel teşkil ettiğini düşündükleri anda birden bire acımasız bir canavara dönüşür ve baharla gelen her şeyi tahrip adına kendini kaybetmiş halde sağa sola saldırırlar. Tam da şu dörtlükte resmedildiği gibi;

“Anlamadı, baharın bağrına kurşun sıktı,
Her yerde çığlık çığlık tomurcukların âhı;
Ve allak-bullak renklerin beyazı-siyahı;
Şeytan bir kez daha fitne ateşini yaktı,
Yürüdü ve baharın bağrına kurşun sıktı.”

Ancak bahar yolcuları, bu realiteyi zaten baştan göze alıp öyle yola koyulmuşladır ve bilirler ki, ilahî takvime göre işleyen zaman çarkında mevsim, mevsim-i bahar olduğunda bunun önüne hiç kimse geçemez/geçemeyecektir. Bu sebeple onlar cüz’i iradelerine, Hak inayetinin davetçisi olarak bakar ve kendilerine şöyle telkinde bulunurlar:

“Kanatlan geç uçarak bütün uçurumları.!
Hiç durma yürü ardından kutlu rehberlerin.!

Boşalsın ötelerde boşalacak terlerin,
Ateşinle kışı erit, tutuştur baharı.!
Kanatlan geç uçarak bütün uçurumları.!



Haykır her yerde kendini çelikten sesinle.!
Hızır gibi seccâdeni ser, her yan yeşersin;
Hayat solukla, ölülere diriliş insin.!
İkbâlimizi söyle o altın nefesinle.!
Haykır her yerde kendini çelikten sesinle.!”

Beklediğimiz bahar, hiçbir renk, hiçbir ırk, hiçbir toplum, hiçbir coğrafya ayrımı yapmaksızın bütün bir yeryüzünün baharı, bütün bir insanlığın bayramıdır. Ama beklenen baharın büyüklüğü ve genişliği ölçüsünde elbette ki çekilen çile ve meşakkat de o ölçüde büyük olacaktır. Bu sebeple “ateşiyle kışı eritip, baharı tutuşturacak yiğitler” öyle çelikten ve yüksek iradelere sahip olmalıdırlar ki, sımsıcak nefesleri yedi iklim dört bucağa ulaşsın, en ücra beldelere-köylere dahi varsın ve eritsin her yerdeki karı-buzu; gözyaşları bir ırmağa, bir çağlayana dönüşsün; dönüşsün ve hangi coğrafyada olursa olsun, âb-ı hayat hâlinde aksın susuzluktan çatlamış, kurumuş dudaklara.

İşte elinizde tuttuğumuz “Bahar Neşîdesi” adlı eser, bu istikamette bir çağrıdır, bir ümit meşalesidir bahar bekleyen bütün gözlere-gönüllere. Bir duadır, bir yakarıştır ölmüş arzı birkaç hafta içinde baştan sona dirilten, yemyeşil hâle getiren Kudret-i Sonsuz Yüce Yaradan’a! Bu çağrıya icabet etmeniz, bu yakarışa ortak olmanız ümidi ve duasıyla hayırlı okumalar!

Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.