• Anasayfa
  • Herkül Nağme - Fethullah Gülen Web Sitesi

373. Nağme: Kurban da bir paratonerdir!..

373. Nağme: Kurban da bir paratonerdir!..

Soru: Hazreti Üstad, 1. Dünya Savaşı’nda müslümanların maruz kaldığı zayiat-ı maliye ve meşakkat-i bedeniyenin sebeplerini anlatırken, fakirlere gelen acı, açlık ve kahtın sebebini orucun tatlı açlığını çekmemeleri, zenginlere gelen hasâret ve zayiatın sebebini de zekât yerinde ihtikâr etmeleri olarak nazara veriyor. Kurban ibadeti de bir paratoner olarak değerlendirilebilir mi?

Bediüzzaman hazretlerinin meseleye yaklaşımındaki derinliğe, hadiselerin perde arkasına bakışına, musibetleri okuyuşuna ve istiğfar çağrısına dikkat çekerek sözlerine başlayan Hocaefendi, bugün yapılan hizmetlerin bir yönüyle vaktinde eda edilmeyen vazifelerin kazası, mazideki hataların telafisi ve onların bir nevi kefareti olduğunu anlattı.

Kadınıyla erkeğiyle fedakâr ruhların, bir seferberliğe çıkmış gibi, gönüllü olarak, ülkemizin ve dünyanın dört bir yanına açılmalarını, bayramı evlerinde geçirme yerine başkalarına da bayram tattırmaya koşmalarını ve anne babalarının yanına varmak için saatlerce yol alanlara bedel saatlerce yol alıp başkalarına kurban yetiştirmelerini takdirle dile getiren Hocaefendi, bu ihlas ve takva şuuru ile kurban kesen/dağıtan insanların, bir taraftan rıza-yı ilahiyi kazanacaklarını, diğer yandan da böyle halis bir amel sayesinde gönüllere taht kuracaklarını ifade etti.

Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in, “Bu benim için, bu da ümmetimden fakirlerin yerine!.” diyerek birden fazla kurban kestiğini, hatta Veda Haccı’nda -altmış üçünü bizzat, diğerlerini Hazreti Ali’nin eliyle olmak üzere- yüz deve kurban ettiğini; böylece hem vacip olan kurban görevini yerine getirip hem de nafileler vesilesiyle kurbete erme ufkunu gösterdiğini; bu itibarla da, muhtaçlara yardım etme ve onların da bayram yapmalarına vesile olma niyetiyle on, yirmi, hatta yüz kurban kesen insanların bir sünneti ihya sevabı alabileceklerini belirten Hocaefendi, “Benim imkanım olsa hepiniz için burada birer tane kurban keserim!” dedi.

Kurbanın, Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in çok önem verdiği bir ibadet olduğunu; Hanefi mezhebinde “vacip” sayılan kurbana, Şafii mezhebinde “sünnet” denmesinin (iki mezhep arasındaki ıstılah farkı da düşünülerek) kat’iyen bu ibadetin hafife alınmasına sebebiyet vermemesi gerektiğini dile getiren Hocaefendi, Kurban Bayramı’nın bir taraftan muhtaçlara yardım açısından çok iyi değerlendirilmesi, diğer yandan da o mübarek ibadetin herkese sevdirilmesi, herkesin ona özendirilmesi lazım geldiğine değindi.

Allah’ın rızası gözetilerek yapılan en küçük işin dahi dergah-ı ilahîde çok kıymetli olduğunu; bu açıdan, hiçbir iyiliğin küçük görülmemesi gerektiğini; hangi amelin ötede nasıl bir kıymete ulaşacağı burada bilinemediğine göre, insanın her güzel işe kıymet vermesi ve önüne çıkan her hayırlı fırsatı öteler hesabına değerlendirme gayreti içinde olması lazım geldiğini vurgulayan Hocaefendi, kesilen kurbanların yeryüzünün dört bir yanında akıtılan kanları durduracak bir paratoner olarak da görülebileceğini, Hak katında böyle bir vesile sayılabileceğini ve Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinden bunun da beklenebileceğini belirtti.

Fethullah Gülen Hocaefendi sözlerinin sonunda şunları söyledi:

“Bunların hepsi O’nun kapısının tokmağına dokunmadır: Gitme bir dokunmadır.. kurban götürme ayrı bir dokunmadır.. kapı kapı gezip onları verme ayrı bir dokunmadır.. “İyi misiniz, başka bir isteğiniz var mı?” deme ayrı bir dokunmadır.. çoğu fakir olan o çocuklara oyuncak götürme o tokmağa ayrı bir dokunmadır Bunlar adeta peşi peşine hiç yılmadan usanmadan dua etmek gibi bir şeydir. Cenâb-ı Hak o dualara ne zaman icabet edeceğini ancak kendi bilir. Siz oradaki vefanızı, sadakatinizi, samimiyetinizi, sabit-kadem olduğunuzu ortaya koymuş olursunuz; O da ahlak-ı sübhanisiyle size muamelede bulunur.”

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

374. Nağme: Cennet nehirleri, şifa duası ve azamî takva

374. Nağme: Cennet nehirleri, şifa duası ve azamî takva

Fethullah Gülen Hocaefendi, Muhammed Suresi’ni işlediğimiz tefsir dersinde yeme içme mevzuunda iradenin hakkını vermekten Cennet nehirlerine, münafıkların nasihatleri kendi üzerine almama ya da hep alınma sıfatından mü’minlerin bu konudaki güzel huylarına, hidayetin tabiate mal edilmesinden takvanın farklı derinliklerine, Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmeti için istiğfarından duada başkalarını da anma/kuşatıcı olma hassasiyetine kadar çok farklı konularda açıklamalarda bulundu. Ayrıca, iç hastalıkları ve çeşitli kanser vakaları karşısında -esbaba riayetle beraber- okunabilecek bir duayı nakletti.

20 dakikalık ses kaydı halinde paylaşacağımız bu nağmenin daha iyi anlaşılabilmesi için şu ayet-i kerimelerin ve meallerinin de göz önünde bulundurulması faydalı olacaktır:

إِنَّ اللَّهَ يُدْخِلُ الَّذِينَ آَمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَالَّذِينَ كَفَرُوا يَتَمَتَّعُونَ وَيَأْكُلُونَ كَمَا تَأْكُلُ الْأَنْعَامُ وَالنَّارُ مَثْوًى لَهُمْ
“Muhakkak ki Allah iman edip, makbul ve güzel işler yapanları, içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştirecektir. Kâfirler ise dünyada zevklerini yaşamak ister, davarlar gibi yerler. İşte onların barınağı ateştir.” (Muhammed Suresi, 47/12)

مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّتِي وُعِدَ الْمُتَّقُونَ فِيهَا أَنْهَارٌ مِنْ مَاءٍ غَيْرِ آَسِنٍ وَأَنْهَارٌ مِنْ لَبَنٍ لَمْ يَتَغَيَّرْ طَعْمُهُ وَأَنْهَارٌ مِنْ خَمْرٍ لَذَّةٍ لِلشَّارِبِينَ وَأَنْهَارٌ مِنْ عَسَلٍ مُصَفًّى وَلَهُمْ فِيهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ وَمَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ كَمَنْ هُوَ خَالِدٌ فِي النَّارِ وَسُقُوا مَاءً حَمِيمًا فَقَطَّعَ أَمْعَاءَهُمْ
“Allah’a karşı gelmekten sakınanlara vâd edilen cennetin durumu ise şudur: Orada bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları, içerken lezzet veren şarap ırmakları ve süzme bal ırmakları vardır. Onlara orada her türlü meyve ile bir de Rabbileri tarafından bir mağfiret vardır. Bu nimetlere erişenler hiç, ateşte devamlı kalıp, kaynar sulardan içirilip bununla bağırsakları lime lime olan kimseler gibi olur mu?” (Muhammed Suresi, 47/15)

وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ إِلَيْكَ حَتَّى إِذَا خَرَجُوا مِنْ عِنْدِكَ قَالُوا لِلَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ مَاذَا قَالَ آَنِفًا أُولَئِكَ الَّذِينَ طَبَعَ اللَّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ
“Onlardan seni dinlemeye gelen de vardır. Ama ne zaman ki senin yanından çıkarlar, o vakit sana kulak verip meseleleri öğrenenlere, ‘Sahi, az önce o, neler söylüyordu?’ diye sorarlar. İşte Allah onların kalplerini mühürlemiş ve onlar da hevalarına uymuşlardır.” (Muhammed Suresi, 47/16)

وَالَّذِينَ اهْتَدَوْا زَادَهُمْ هُدًى وَآَتَاهُمْ تَقْوَاهُمْ
“Hidâyeti kabul edenlerin ise Allah hidâyette yakînlerini artırır ve kendilerine haramlardan ve cehennemden korunmayı nasib eder.” (Muhammed Suresi, 47/17)

فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ
“O halde şu gerçeği hiç unutma ki: Allah’tan başka ilah yoktur. Sen hem kendi günahından, hem mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarından ötürü Allah’tan af dile. Allah, (dünyada) dönüp dolaştığınız yeri de, (âhirette) varıp duracağınız yeri de pek iyi bilir.” (Muhammed Suresi, 47/19)

Muhterem Hocamızın Bediüzzaman hazretlerinden naklen tavsiye ettiği şifa duası:

اَللّٰهُ أَكْبَرُ اَللّٰهُ أَكْبَرُ اَللّٰهُ أَكْبَرُ اَللّٰهُ أَكْبَرُ اَللّٰهُ أَكْبَرُ
اَللّٰهُ أَكْبَرُ اَللّٰهُ أَكْبَرُ اَللّٰهُ أَكْبَرُ اَللّٰهُ أَكْبَرُ اَللّٰهُ أَكْبَرُ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
فَرْدٌ حَيٌّ قَيُّومٌ حَكَمٌ عَدْلٌ قُدُّوسٌ
يُرْزَقُونَ فَرِحِينَ بِمَا آتَاهُمْ
سَلاَمٌ قَوْلاً مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ
لِلَّذِينَ أمَنُوا هُدًا وَ شِفَاءٌ

Her sabah aç karna baştan sona kadar 19 defa okunması ve her defasında bir yudum su, çay ya da tercihen zemzem içilmesi tavsiye ediliyor. Kendisi okuyamayanlara başka bir ağzı dualının da okuyabileceği söyleniyor; 7, 9 ya da 11 gün buna devamın güzel olacağı belirtilmekle beraber, asıl kalbde duymanın ve dediğini vicdanda hissetmeye çalışmanın önemli olduğu vurgulanıyor.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

375. Nağme: Hocaefendi’nin yazı hayatından bir kesit

375. Nağme: Hocaefendi’nin yazı hayatından bir kesit

Birkaç gün önce “kitap özetleri” faslında bir arkadaşımız Fethullah Gülen Hocaefendi'nin yazı hayatı, makaleleri, şiirleri, resim yorumları, duaları ve genel manada kitapları ile alakalı bir sunum yaptı.

Fethullah Gülen Hocaefendi sunum esnasında geçen mevzularla alakalı hatıralarını ve hissiyatını anlattı.

O esnada iki küçük cihazla kaydedebildiğimiz çok özel görüntüleri bir fikir vermesi için sizinle de paylaşmak istiyoruz.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

377. Nağme: Kurban Bayramı sabahı

377. Nağme: Kurban Bayramı sabahı

Fethullah Gülen Hocaefendi, sabah namazını buradaki daimi meskenimiz olan evde eda ettikten sonra hemen merkez binadaki mescide gitti. Her bayramda olduğu gibi namaz vaktine kadar ümmet-i Muhammed (aleyhissalatü vesselam) başta olmak üzere bütün insanlık için toplu dua edildi.

Bayram namazı, hutbe ve ikinci toplu duadan sonra muhterem Hocamız misafirlere “hoşgeldiniz” deyip bayramlarını tebrik etti. Daha sonra Resûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in bir sünnetine daha ittiba niyetiyle bayanların bulunduğu bölüme uğrayıp onların bayramlarını kutladı.

Kendi kurbanının kesiminde hazır bulunan Hocaefendi, daha sonra her zaman olduğu gibi çocuklara harçlık ve çikolata dağıtıp onları sevindirdi.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

378. Nağme: Kurban gönüllülerine tebrik ve teşekkür

378. Nağme: Kurban gönüllülerine tebrik ve teşekkür

Günlerdir yazılı ve görüntülü medyada Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanına açılıp kurban dağıtan, bu vesileyle bir kere daha sevgi ve kardeşlik köprüleri kuran, “Kimse yok mu?” diyenlere “Biz buradayız, hep yanınızdayız!” cevabı veren ve bütün yeryüzünü bayram alanına çevirme gayreti gösteren fedakâr ruhların haberleriyle karşılaşıyoruz.

Kurbanı hem Hâlık’a hem de halka kurbet vasıtası yapan bu hasbî insanlara karşı içimizde takdir, tebrik, minnet ve teşekkür duygularının kabardığını hissediyor, onlara sahiden imreniyor ve kalbî dualarımızla yanlarında olmaya çalışıyoruz.

İki üç saat önceki sohbetinde Fethullah Gülen Hocaefendi’ye bu konuda bir sual tevcih etmeye karar verdik: “Bu sene 81 ilimizde ve 100′e yakın ülkede yüz binlerce insana bayramı tattıran Kimse Yok Mu Derneği gibi hayır kurumlarının/gönüllülerinin kurban faaliyetlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Mülahazalarınızı lütfeder misiniz?” sorusunu sorduk.

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin cevabını hiç bekletmeden sesli ve görüntülü dosyalar halinde arz ediyoruz.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

380. Nağme: Hocaefendi’nin tedavi süreci ve son görüntüleri

380. Nağme: Hocaefendi’nin tedavi süreci ve son görüntüleri

Kendisini yakinen takip eden doktorların talep ve tavsiyeleri üzerine, Fethullah Gülen Hocaefendi, kontrolünün yapılması ve tedavisinin ikinci safhasının uygulanması amacıyla bugün bir kere daha hastahaneye gidip geldi. Allah’a şükürler olsun, Hocaefendi’nin ritim bozukluğu tedavisi başarıyla tamamlandı ve kalb ritmi normale döndü.

Saat 10.30’da hastahaneden ayrılan Fethullah Gülen Hocaefendi, senelerdir kendisini bağrında misafir eden evde istirahate çekildi.

Hastahaneye gidiş-dönüş esnasında kaydettiğimiz görüntüleri -çok kısa da olsa- paylaşmak istiyoruz.

Cenâb-ı Hakk’ın Şâfi ismiyle tecelli buyurmasını diliyor; Hocaefendi’nin sıhhat ve afiyetinin devamı için dualarınızı istirham ediyoruz.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

381. Nağme: Ruhun kelebekleşmesi

381. Nağme: Ruhun kelebekleşmesi

Fethullah Gülen Hocaefendi, geçtiğimiz Cumartesi günü rahatsızlanıp acilen hastahaneye gitmeden birkaç saat önce bu nağmede ses kaydı olarak sunacağımız mülahazaları seslendirmişti.

Doğrusu, dinleyeceğiniz sözlerin hemen akabinde gelen rahatsızlık, o hasbihalde hazır bulunanları ziyadesiyle endişelendirmişti.

Hocaefendi sohbetin başında Gönenli Mehmet Efendi’nin

Saatin zinciri bitince eylemez tık tık
Vakt-i merhûnu gelince ruha derler çık çık
Hakk’a kulluk eyle zira
Ahirette dinlemezler hınk mınk ‎

mısralarını okumuştu.

Ölümü ölüm yapan hususun dostlardan ayrılık olduğuna dikkat çeken Hocaefendi, bütün firaklardan kurtuluşun, beden ve cismaniyetten sıyrılıp kalb ve ruh hayatına yükselmeye bağlı bulunduğuna ve bu sayede ruhun adeta kelebekleşerek O’na ulaşmak için kanat çırpıp duracağına işaret etmişti. Sonra da şu hakikatin şerhini yapmıştı:

“Hak, cisim, cevher, araz olmadığı gibi, za­mandan, mekândan, mesafeden, hayyizden de münezzehtir; “ulaşma”, “bulma” gibi kelimeler O’nun hakkında birer mecaz­dır. Bunlarla kastedilen şey ise, bize her şeyden yakın O Zât’a karşı mahiyetimizdeki uzaklığı aşmak, kalben, hissen, zevken O’nun yakınlığını duymaktır.. evet, hayvâniyetten sıyrılıp cisma­niyeti aşan hemen herkes, kabiliyeti ölçüsünde, “bî kem u keyf” kalben O’nun yakınlığını duyar, basiretiyle temâşâsı zev­kine e­rer ve ruhuyla da her zaman üns yudumlayabilir.”

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

382. Nağme: Toplumdaki aritmi ve problemlerin çözümünde üslup

382. Nağme: Toplumdaki aritmi ve problemlerin çözümünde üslup

Allah’a sonsuz hamd ü senâ olsun ki, on gün aradan sonra bugün Fethullah Gülen Hocaefendi misafir kaldığı evden yürüyerek büyük binaya gitti ve Bamteli çekimi de yaptığımız mescid/salon bir kere daha sohbet-i Canan ile şenlendi.

İkindi namazı kılınır kılınmaz önce Hocaefendi’nin tansiyonu ve kalb ritmi kontrol edildi; değerler normal çıkınca Hocaefendi hasbihale başladı ve kendi nabzından hareketle toplumdaki aritmiden söz açtı.

Ziya Paşa’nın, “Bil illeti kıl sonra mudavata tasaddi / Her merhemi her yaraya derman mı sanırsın!” dediğini hatırlatan Hocaefendi, evvela toplumun problemlerinin çok iyi teşhis edilmesi ve sonra da en uygun tedavi yoluna gidilmesi gerektiğini dile getirdi. Zikrettiği beytin devamında “En ummadığın keşfeder esrar-ı derunun / Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?” dendiğine dikkat çekerek ister teşhis isterse de tedavi sürecinde başkalarının mülahaza ve mütâlaalarına da değer vermek gerektiğini belirtti.

Bazen büyük problemlerin çok önemli pozitif neticeler de doğurabileceğini, bunun için hadiselerin çok doğru okunması, teenni ile hareket edilmesi ve ciddi bir mülayemet ruhu sergilenmesi gerektiğini ifade eden Hocaefendi, bir kere daha üslup meselesine dair açıklamalarda bulundu. Rasûl-ü Ekrem Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Hudeybiye’deki uygulamasından ve Müseylemetü’l-Kezzâb karşısındaki tavrından misaller vererek meseleyi şerh etti; İnsanlığın İftihar Tablosu’nun yolunda yürüyen adanmış ruhların “müsbet hareket”ten asla vazgeçmemeleri lazım geldiğini vurguladı.

Meselelere sadece bir yanları itibariyle ve karamsarlık hisleriyle bakmamak icap ettiğini söyleyen Hocaefendi, pozitif istikametteki değişimlerin çok kolay olmadığını/olmayacağını, tahribin kolaylığına bedel tamirin zorluğunu ve hatta restorasyonun ilk inşaya nispetle daha fazla zaman, daha ciddi gayret isteyebileceğini dillendirdi. Bu konudaki tembihlerini Hazreti Üstad’ın “Asırlardan beri, rehnedar olan bir kalenin tamiriyle mükellefiz.” sözüyle noktalayan Hocaefendi, özetle şu hakikati hatırlattı:

Hizmet-i imaniyeden beklenen netice birden bire hâsıl olmaz; vatan, millet, din ve iman adına ortaya konan böyle bir hizmetin semere vermesi ancak birkaç neslin ömrüne vâbestedir. Cenâb-ı Allah, bir tohumun başağa yürümesini, bir yumurtanın civcive dönüşmesini bile haftalara yaymış ve bize bu konudaki ilâhî ahlâkı talim buyurmuştur. Bir milletin özüne dönmesi, yığınların insanî değerlere yönelmesi, ideal insanın, ideal neslin ve ideal toplumun yetişmesi birkaç ayda, birkaç senede olabilecek şey değildir. Beşerin En Mükemmeli’nin (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ) eliyle şekillenen ve Kur’an’ın mucizesi olan ısmarlama bir cemaatle bile yeni tip bir insanlığın oluşması ve huzur toplumunun olgunlaşması ancak yirmi üç senede gerçekleşebilmiştir. Eğer böyle bir meselenin doğumu bile yirmi üç senede olmuşsa, onun “ba’s ü ba’de’l-mevt”i de bu zaviyeden değerlendirilmeli ve bu mevzuda kat’iyen acûliyete girilmemelidir.

Şair Eşref’in “Bozulmuştur düzelmez gelse de Mehdî / Bu mülkün emr-i ıslahı Cenâb-ı Hakk’a kalmıştır.” beytini ve yeryüzünün umumî bunalımlarına inzimam eden içteki krizler karşısında ızdırapla inleyen Sultan 3. Mustafa’nın “Yıkılıpdur bu cihan sanma ki bizde düzele / Devleti çarh-ı denî verdi kamu müptezele / Şimdi ebvâb-ı saadette gezen hep hezele / İşimiz kaldı heman merhamet-i lemyezele!..” (Bütün cihan yıkılırken, bizim ülkemizin düzeleceğini mi zannediyorsun? Ne yazık ki, talihsizlikler çarkı, ülkenin kaderini haysiyetsizlerin ellerine düşürdü. Baksana, milletin bel bağladığı ve hak aradığı dairelerin kapılarında bile şaklabanlar gezmekte. Hal böyle olunca, kalmış kurtuluş ümidimiz sadece Rahmeti Sonsuz’un merhametine!..) kıtasını (onların kendi zamanlarına ait hissiyatı olarak) seslendiren Hocaefendi, bu ifadelerin bir açıdan karamsarlığın sesi soluğu olduğunu; mü’minin asla ümitsizliğe düşmemesi gerektiğini ve hele Rahmeti Sonsuz’a dayananların kat’iyen ye’se kapılmamaları lazım geldiğini söyledi.

Sohbetinde Marmaray’ın açılışından da takdirle bahseden Fethullah Gülen Hocaefendi, “Dinin yarısı insaftır; insaf dinin yarısıdır. İnsaflı olmak lazım. Doğruyu doğru kabul etmek, doğruyu alkışlamak ve onu realize eden insanları aşklandırmak şevklendirmek lazım. Küçük bile olsa pozitif her şeyi alkışlamak ve o işi yapan insanları yüreklendirmek, dahasını yapmaya sevketmek lazım.” dedi.

İnsanların sorgulanmaktan hoşlanmadığını ve tenkitleri hazmedebilecek insan sayısının çok az olduğunu hatırlatan Hocaefendi, meseleleri yüze çarpar gibi sunmamak lazım geldiğine, hatta güzel bir projeyi teklif ederken bile başkalarının hissiyatını hesaba katıp gerekirse onu farklı birinin eliyle/dilliyle ortaya koymak ve böylece hakkın hatırını hep âli tutmak gerektiğine vurguda bulundu.

Sohbetin sonunda mevzuyu adanmış ruhlara ve onların hizmet faaliyetlerine getiren Hocaefendi, günümüze kadar emek ve sermayenin değerinin anlaşıldığını ama adanmışlık ve fedakârlık gibi faziletlerin neye tekabül ettiğinin hâlâ bilinemediğini; büyük bir adanmışlık ruhuyla cihana açılan insanların hizmetlerini bir şahsa veya gruba mal etmenin hem Allah’a karşı saygısızlık, hem de o fedakârların ceht ve gayretine yapılmış bir zulüm ve haksızlık olduğunu; yapılanları bir şahıs, bir deha, bir firaset, bir kiyaset ve bir fetanete mal etmenin bir yönüyle de şirk sayılacağını; bu mevzuda hüsn-ü zan edip “falan vesilesiyle bu neticeler elde edildi” diyenlerin ictihad hatası yapmış olacaklarını ama hizmet erlerinin her zaman kulluk şuuruyla hareket edip o tür iltifat ve teveccühleri kesinlikle sahiplenmemeleri gerektiğini dile getirdi.

Bize bir kere daha Hocaefendi'nin sohbet atmosferini lütuf buyuran Allah Teâla’ya sonsuz hamd ü sena ederek birkaç saat önce kaydettiğimiz bu enfes hakikatleri 39:37 dakikalık ses ve görüntü dosyaları halinde sunuyoruz.

Dualarınız istirhamıyla

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

383. Nağme: Fetih Sûresi’nden yansıyanlar

383. Nağme: Fetih Sûresi’nden yansıyanlar

Fethullah Gülen Hocaefendi, her fırsatı dua adına değerlendirdiği gibi dersleri de Allah’ın yakarışları kabulü için çok önemli vesile olarak görüyor; bu itibarla da her derse dua ile başlamamızı istiyor.

Son derslerimizde Fetih Sûresi’ni müzakere ettiğimiz için ilk sunuma başlayan arkadaşımız o sûre-i celile ile de irtibatlı bulunan şu duayı okudu:

اَللّٰــهُـــمَّ الْـفَـــتْـــحَ وَالنُّـصْـرَةَ؛ وَسِـــــــرَّ سُــــــورَةِ ﴿إِذَا جَۤاءَ نَصْرُ اللّٰهِ وَالْفَتْـحُ﴾؛ وَسِــرَّ سُـــورَةِ ﴿إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُبِينًا * لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَأَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُسْتَقِيمًا * وَيَنْصُرَكَ اللّٰهُ نَصْرًا عَزِيزًا﴾، وَمَـا احْتَـوَتْ هٰـذِهِ السُّـورَةُ الْجَلِيلَةُ مِـنْ فَـتْــحِ اللّٰهِ، وَنُصْرَتِهِ، وَفَوْزِهِ، وَنَجَاحِهِ، وَمَغْفِرَتِــهِ لِلْمُؤْمِنِينَ، وَإِنْــزَالِ السَّكِينَةِ عَلَيْهِمْ؛ وَسِــرَّ اٰيَةِ ﴿وَعَدَ اللّٰهُ الَّذِينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ﴾ فِي أَقْرَبِ أَقْرَبِ زَمَانٍ
“Allah’ım! Senden, bizlere iç ve dış fetihler nasib buyurmanı, bu fetihlerin müyesser olabilmesi için şânına layık nusretlerle bizlere el uzatmanı diliyoruz. Allah’ım! “İlahî yardım ve zaferin geldiği zaman”ın anlatıldığı Nasr sûresinin sırrını Senden diliyoruz, bu sır hürmetine bizlere fetihler müyesser eyle! Allah’ım! “Biz sana aşikâr bir fetih ve zafer ihsan ettik. Bu da Allah’ın, senin geçmiş ve gelecek kusurlarını bağışlaması, sana yaptığı ihsan ve in’âmı tamamlaması, seni dosdoğru yola hidâyet etmesi.. ve sana şanlı bir zafer vermesi içindir.” buyurduğun Fetih sûresinin sırrını da bizlere bahşetmeni diliyor ve dileniyoruz. Bu sûrenin ihtiva ettiği “Allah’ın Fethi”, nusret ve yardımı; büyük başarıyı yaşatması; fevz u necâta erdirmesi; Mü’minleri mağfiret buyurması ve inananlara sekîne indirmesi gibi in’âm ve ihsanların hürmetine, bizleri bu sırra erdir, geçmişte yaşattığın nimetleri bir de bizlere yaşat! Allah’ım! Vaadinde “Allah içinizden iman edip makbul ve güzel işler işleyenlere kesin olarak vaad buyurur ki: Daha önce müminleri dünyada hakim kıldığı gibi kendilerini de hakim kılacak” buyurduğun ayetin sırrını bağışla bizlere.. Ve biz zayıf ve kimsesiz kullarına, bu vaadini gerçekleştir. Bizler böyle bir ihsana nail olmaya layık değilsek de, Sen, böyle bir ihsanı ve dahasını vermeye ehilsin. Bu lütfunu ne olursun, bizden esirgeme.. Rabbimiz! Senden talep ettiğimiz yukarıdaki lütufları, ona olan ihtiyacımızdan dolayı, tez zamanda bizlere ihsan buyurmanı bekliyor ve diliyoruz.”

Duadan sonra her zaman olduğu gibi halkadaki arkadaşlarımız sırayla kendi hazırladıkları özetleri sundular; Hocaefendi da tashih, tasdik ve tahlillerini dile getirdi.

Bugün 18:29 dakikalık bölümünü ses kaydı olarak arz edeceğimiz ders notlarını daha iyi anlayabilmek için Fetih Suresi’ne hızlıca bakmanın ve özellikle şu ayetleri nazar-ı itibara almanın faydalı olacağını düşünüyoruz:

إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُبِينًا لِيَغْفِرَ لَكَ اللَّهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَأَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُسْتَقِيمًا وَيَنْصُرَكَ اللَّهُ نَصْرًا عَزِيزًا هُوَ الَّذِي أَنْزَلَ السَّكِينَةَ فِي قُلُوبِ الْمُؤْمِنِينَ لِيَزْدَادُوا إِيمَانًا مَعَ إِيمَانِهِمْ وَلِلَّهِ جُنُودُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا
“Biz sana aşikâr bir fetih ve zafer ihsan ettik. Bu da Allah’ın, senin geçmiş ve gelecek kusurlarını bağışlaması, sana yaptığı ihsan ve in’amı tamamlaması, seni dosdoğru yola hidâyet etmesi.. ve sana şanlı ve şerefli bir zafer vermesi içindir. İmandaki yakînlerini iyice artırsınlar diye müminlerin kalblerine sekîne indiren O’dur. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.” (Fetih Sûresi, 48/1-4)

سَيَقُولُ لَكَ الْمُخَلَّفُونَ مِنَ الْأَعْرَابِ شَغَلَتْنَا أَمْوَالُنَا وَأَهْلُونَا فَاسْتَغْفِرْ لَنَا يَقُولُونَ بِأَلْسِنَتِهِمْ مَا لَيْسَ فِي قُلُوبِهِمْ قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ لَكُمْ مِنَ اللَّهِ شَيْئًا إِنْ أَرَادَ بِكُمْ ضَرًّا أَوْ أَرَادَ بِكُمْ نَفْعًا بَلْ كَانَ اللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا
“Kaçak durumda geri kalan bedevîler sana gelip, “Bizi mallarımız ve ailelerimiz oyaladı da ondan katılamadık. Ne olur bizim için Allah’tan af dile” derler. Onlar aslında, dilleriyle, kalblerinde olmayan şeyler söylerler. De ki: Şimdi hakkınızda Allah bir zarar veya fayda vermek isterse, kim O’na karşı koyup engelleyebilir? Hayır! İş sizin iddia ettiğiniz gibi değil. Allah her şeyden haberdar bulunduğu gibi sizin gazaya katılamayışınızın gerçek sebebinden de haberdardır.” (Fetih Sûresi, 48/11)

وَعَدَكُمُ اللَّهُ مَغَانِمَ كَثِيرَةً تَأْخُذُونَهَا فَعَجَّلَ لَكُمْ هَذِهِ وَكَفَّ أَيْدِيَ النَّاسِ عَنْكُمْ وَلِتَكُونَ آَيَةً لِلْمُؤْمِنِينَ وَيَهْدِيَكُمْ صِرَاطًا مُسْتَقِيمًا
“Allah size daha başka birçok ganimet vâd etti. Onları ileride alacaksınız. Şimdilik size bunu verdi ve insanların ellerini sizden çekti ki müminler için Allah’ın teyidine bir delil ve ibret olsun ve sizi dosdoğru yola eriştirsin. Allah size henüz güç yetiremediğiniz ama Kendisinin (ilim ve kudretiyle) hazırladığı başka fetih ve ganimetler de vâd etti. Allah her şeye hakkıyla kadirdir.” (Fetih Sûresi, 48/20)

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

384. Nağme: Manevî hayatın trafik memurları

383. Nağme: Fetih Sûresi’nden yansıyanlar

Fethullah Gülen Hocaefendi, en son sohbetinin çay faslına nasihat ve tavsiyelerden istifade edebilmenin en önemli şartına vurguda bulunarak başladı: “Söylenenler karşısında alınmamak ama her sözü üzerine alıp ferdî murakabe yapmak.”

Bir kere daha “Cenâb-ı Hak, çok küçük şeylere, pek büyük işler yaptırmak suretiyle kendi kudret ve azametini gösterir; tenasüb-ü illiyet prensibine göre, o küçük şeylerle bu büyük neticelerin hâsıl olamayacağını işaret buyurur; bir Müsebbibü’l-Esbâb’ın varlığını ruhlara duyurur ve kendi büyüklüğünü ortaya koyar.” hakikatine işaret eden Hocaefendi, insanın kendini çok küçük görmesi ve asla tekebbüre girmemesi lazım geldiğini belirtti. Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in, “Allahım beni kendi gözümde küçük, insanlar nazarında ise (yüklediğin misyona uygun şekilde) büyük göster!” diye dua ettiğini hatırlatarak, bu mülahazaya aykırı düşünen ve davranan insanlara ehl-i semanın “Siz peygamber yolundan ayrılıp da böyle nereye gidiyorsunuz?” diyeceğini ifade etti. Ayrıca, Rasûl-ü Ekrem (aleyhissalatü vesselam) Efendimiz’in, kendisi için ayağa kalkanlara “Acemlerin büyüklerine kalktığı gibi ayağa kalmayın!” dediğini naklederek “Mütekebbire karşı tekebbür sadakadır.” sözünün nasıl yanlış yorumlandığına dikkat çekti.

Herkesin bir hayırhâh edinmesinin lüzumu üzerinde duran Hocaefendi, insanın kusurlarını düzeltmesi açısından “ikaz edici yoldaş”ın çok tesirli bir çare olduğunu anlattı. İnsanın, samimî olduğu bir arkadaşına “Bende gördüğün her türlü yanlış ve eksikleri yüzüme karşı söylemen için sana yetki veriyorum.” diyerek bir hayırhâhlık mukavelesi imzalıyor gibi birinin gözüyle kendini kontrol altına almasının pek faydalı olacağını dile getirdi. Hocaefendi bu hususta kendi hayatından çok ibretlik iki hatıra anlattı.

Fethullah Gülen Hocaefendi çay faslını, “Siz iyilik etmek, fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın, günah işlemek ve başkasına saldırmak hususunda birbirinizi desteklemeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının! Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir.” (Mâide, 5/2) ayet-i kerimesini açıklayarak noktaladı.

Bu enfes hasbihali, 18:11 dakikalık ses ve görüntü dosyaları halinde arz ediyoruz.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

385. Nağme: İhlas, Kurban hizmeti ve bir rüya

385. Nağme: İhlas, Kurban hizmeti ve bir rüya

Fethullah Gülen Hocaefendi, bir iki saat önce ikindi namazını müteakip dar bir dairede kısacık bir hasbihalde bulundu. Hocaefendi, ihlasın ehemmiyetine vurguda bulunurken geçtiğimiz gece gördüğü bir rüyayı anlattı. Yurt içinde ve dışında adeta kurban seferberliği yapmış olan fedakâr ruhlar için bir tebrik ve takdir olarak yorumladığımız o rüyayı da ihtiva eden 8 dakikalık ses kaydını arz ediyoruz.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

386. Nağme: Hucurât Sûresi, edep ve kul hakkı

386. Nağme: Hucurât Sûresi, edep ve kul hakkı

Bu nağmede Hucurât Sûresi’nin bazı ayetleriyle alâkalı farklı tevilleri ve Fethullah Gülen Hocaefendi’nin açıklamalarını bulacaksınız.

Ayrıca, Hocaefendi’nin, maruz kaldığı meşguliyetler karşısındaki hissiyatını ve bir kısım hatıralar ışığında, helal-haram ve kul hakkı hususundaki hassasiyetini dinleyeceksiniz.

Tefsire ait bölümlerde özellikle şu iki ayet üzerinde durulmaktadır:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللَّهِ وَرَسُولِهِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَرْفَعُوا أَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ أَنْ تَحْبَطَ أَعْمَالُكُمْ وَأَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَ
“Ey iman edenler: Söz ve hareketlerinizde ileri gidip de Allah’ın ve Rasûlünün önüne geçmeyin! Allah’a karşı gelmekten sakının! Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir. Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin! Birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla da öylece konuşmayın! Yoksa siz farkında olmadan bütün emekleriniz hiçe iniverir.” (Hucurât Sûresi, 49/1-2)

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

387. Nağme: Şefkat kahramanlarının hizmet hayatı ve aile hukuku

387. Nağme: Şefkat kahramanlarının hizmet hayatı ve aile hukuku

Öğretmenlik gibi ev dışında belli bir mesai gerektiren mesleklerde özellikle bayanların vazife ile aile arasında kalıp sıkıntılar yaşadıkları ifade ediliyor. Hem neslin rehber ihtiyacı hem rehberlerin her türlü hakkı eda gayretlerinin onlara kazandıracakları ve hem de eşlerinin/çocuklarının onlara karşı tavırları açısından meseleyi değerlendirir misiniz?

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

388. Nağme: Bayağı kimselerin pis silahı: Gıybet

388. Nağme: Bayağı kimselerin pis silahı: Gıybet

15 dakikalık ses kaydı halinde özellikle şu ayet-i kerimenin tefsir ve te’vili ile alakalı bölümleri arz ediyoruz:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيراً مِنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُم بَعْضاً أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَنْ يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتاً فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ
“Ey iman edenler! Zannın bir çok çeşidinden sakının! Çünkü zanların bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın. Kiminiz kiminizi gıybet etmesin! Hiç sizden biriniz ölmüş kardeşinin cesedini dişlemekten hoşlanır mı? İşte bundan hemen tiksindiniz! Öyleyse Allah’ın azabından korkun da bu çirkin işten kendinizi koruyun. Allah tevvabdır, rahîmdir (tövbeleri kabul eder, merhamet ve ihsanı boldur).” (Hucurât, 49/12)

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

389. Nağme: İki ders arası latif atmosfer ve Hocaefendi’nin beğendiği hafızlar

389. Nağme: İki ders arası latif atmosfer ve Hocaefendi’nin beğendiği hafızlar

Bazı hak dostları, sürekli marifet ufkunda bulunmaları itibarıyla hep mehabet ve mehafet yaşayan talebelerine biraz nefes aldırmak ve tam canları gırtlaklarına geldiği sırada onlara oksijen yudumlatmak için espri ve nüktelere başvururlarmış.

Fethullah Gülen Hocaefendi de bazen “hikmet edalı ve belli bir gayeye bağlı olan mizah” diyebileceğimiz türden latife, nükte, kıssa ve menkıbeler anlatıyor.

Hocaefendi her sabah tefsir dersinden sonra 10-15 dakika kadar teneffüse müsaade ediyor; lokum, incir, kayısı gibi ikram çeşitlerinden hangisi mevcutsa onunla ağızların tatlanmasına vesile oluyor ve kendisi de bir bardak çay içiyor.

O teneffüs anlarında maddi ikramdan öte manevi ihsanlarda da bulunuyor; bazen bir kıssa ya da nükte anlatıyor, bazen misafirlere hal hatır soruyor; bazen de o anda o mecliste hazır bulunan tali’lilerden biriyle alakalı bir hatırayı dillendiriyor.

İşte o anda o salon bambaşka bir atmosfere bürünüyor. Aslında ders ve sohbet anında zaten insanın içine işleyen, kalbi ve ruhu heyecana getiren bir hava hep mevcut. Fakat Hocaefendi’yi tebessüm ederken görmek, onunla beraber gülümsemek ve ondan latifeler/nükteler dinlemek tarif edilemez biz güzellik.

Geçen gün derste zikredilen bir ayet-i kerime vesilesiyle Hocaefendi Mısırlı Hafız Mustafa İsmail’in Kur’an okuyuşundan bahsetti. Bir arkadaşımız hemen Hocaefendi’nin bahsettiği ses kaydını İnternet’ten bulup açtı. Bunun üzerine farklı kârîler ve kıraatlerinden, ilk ses kayıtlarından ve Hocaefendi’nin ilk teybinden söz açıldı.

Muhterem Hocamız o sırada mecliste hazır bulunan bir ağabeyimizle yaşadıkları bir kaza anının nasıl teyp kasetine kaydedildiğini ve yine bir arkadaşının Kur’an okuyuşunu kendisine nasıl dinlettiğini anlattı.

Hem Kur’an dinleyişimiz hem de Hocaefendi’nin hatıraları anlatışı esnasında öyle güzel bir iklime girmiştik ki o anın bitmesini hiç istemezdik. (Cenab-ı Allah bu nimetin şükrünü eda edenlerden eylesin; dileyen herkese benzer havayı solumayı lütuf buyursun!)

Halkadaki bir arkadaşımız 20 dakika kadar devam eden o teneffüsümüzün bir kısmını sadece ses, bir kısmını da görüntülü olarak kaydedebilmiş.

Yayınlayıp yayınlamama mevzuunda biraz tereddüt yaşasak da iki haftalığına misafirimiz olan bir kardeşimiz “Ağabey, biz uzakta şu havanın bir kareciğine hasretiz. Kim bilir gurbette kurbet arayanlara bu kısa video neler ilham eder!” deyince onu kırmak istemedik.

Video boyunca bazen sade bir fotoğrafla bazen de görüntüyle beraber ses olduğunu hatırlatarak 09:24 dakikalık kaydı arz etmeyi uygun bulduk.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

390. Nağme: Filipinler için “Kimse Yok Mu”

390. Nağme: Filipinler için “Kimse Yok Mu”

Fethullah Gülen Hocaefendi, Filipinler’de meydana gelen tayfun felaketini işitir işitmez Kimse Yok Mu Yardımlaşma Derneği vasıtasıyla bağışta bulunmuş ve ilgili kampanyaya destek verilmesi gerektiğini belirtmişti. Hocaefendi diğer günlere göre daha mahzun ve kederli göründüğü bu sabahki tefsir dersinin sonunda da Filipinler’deki afetin de içinde bulunduğu bazı hadiselerden dolayı gözlerine uyku girmediğini ifade etmişti.

Bir iki saat önceki ikindi namazından sonra yine Filipinler’deki musibetle ilgili bir soru üzerine Hocaefendi benzer felaketler karşısında bir müslümanın nasıl düşünmesi lazım geldiğini anlattı.

Hocaefendi önce “Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her fenalık ise nefsindendir.” (Nisa Sûresi, 4/79), “Başınıza ne musibet geldi ise, o, ellerinizin kazancı iledir; kaldı ki Allah çoğunu da affediyor.” (Şûra Sûresi, 42/30) gibi ayetlere işaret ederek kâinatta cereyan edip duran hâdiseleri rastlantıya vermenin, onların başıboş olduğunu düşünmenin imkânsızlığını ifade etti. İnsanın, başına gelen gâileleri kendi nefsinden bilmesi, hemen muhasebe ve istiğfara yönelmesi ve onlardan ibretler çıkarması gerektiğini belirtti.

“Kendi kendime insülin iğnesi vururken mahfazasını düşürsem ya da bir sinire, kılcala rastlasa veya kan çıkmasına sebebiyet verse de abdest ihtiyacı hasıl olsa, onu bir kusuruma bağlıyor, mesela ‘Ben burada herhalde bir iç bozukluğuna düştüm!’ ya da ‘Herhalde besmele çekmediğimden oldu!’ diyorum. İbn Ebî Hâtim’in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Hazreti Tahir-i Mutahhar (sallallâhu aleyhi ve sellem) ‘İnsanoğluna bir dikenin batması veya onun ayağının kayması ya da sıkılıp terlemesi günahından ötürüdür. Ne var ki Allah (celle celâluhu) o günahların çoğunu da affeder.’ buyururlar.” diyen Hocaefendi, herkesin kendisi hakkında böyle düşünmesinin yerinde olacağını kabul ile beraber, başkaları hakkında suizan etmemenin ve diğer fertler ya da toplumlarla ilgili değerlendirmelerde insaflı olup hadiselerin arkasında başka hikmetler aramanın lüzumuna imada bulundu.

“Allah bir beldeyi, o belde ahalisi ıslahçı oldukları müddetçe helâk edecek değildir.” (Hud Sûresi, 11/117) ayet-i kerimesinden ve ondaki “muslihûn” tabirinden hareketle, belaların def’ine vesile olan ıslahçılara dikkat çeken Hocaefendi, Hak ve hakikati dert edinmiş, insanlığın salâhını düşünen, bunu hayatının gayesi bilip, kadın-erkek bu uğurda mücadele eden bir zümre varsa, Allah’ın o beldeye semavî ve arzî belâlar vermeyeceğini dile getirdi. Bediüzzaman Hazretleri’nin İzmir ve Erzincan depremleriyle alâkalı olarak şöyle dediğini nakletti: “Ya oralarda hiç hizmet eden yoktu veya onlar çok az, mağlup durumda idiler.”

Bir ülke ya da bir belde bir felakete maruz kalmışsa, oradakiler hakkında kötü düşünme yerine “Cenâb-ı Hak, bizi ikaz ediyor!” demek ve ibret almak gerektiğini vurgulayan Hocaefendi, musibete uğrayan kim olursa olsun hemen yardıma koşmanın da bir insanlık görevi olduğunu nazara verdi.

Allah Teâlâ’nın

وَاعْبُدُوا اللَّهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِهِ شَيْئًا وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا وَبِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبَى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالًا فَخُورًا
“Allah’a kulluk edin, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabalara, yetimlere, düşkünlere, yakın ve uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve elinizin altında bulunup size hizmet eden kimselere ihsanla muamele edin. Allah, kendini beğenip övünenleri elbette sevmez.” (Nisâ Sûresi, 4/36)

buyurduğunu, böylece iyilik yapma hususunda takip edilecek sırayı ortaya koyduğunu; buna göre, ihsanda bulunmaya aile, vatandaş ve dindaş çizgisinden başlamakla beraber imkanlar ölçüsünde uzaktakileri de ihmal etmemek gerektiğini dile getirdi.

Ayrıca, yapılan ihsan ve iyiliklerin bir sempati, bir saygı duyma, bir problem görmeme ve sonraki hizmetlere bir zemin oluşturma şeklinde milletimize ve mefkuremize geri döneceğini, bunun da yine Allah rızasına vesile olacağını belirten Hocaefendi, bir kere daha musibetler karşısındaki peygamberane mülahazayı dile getirdi: Benciller derler ki, “Ateş düştüğü yeri yakar.” Bu söz, hodbîn ve egoist ruhların sözüdür. “Ateş çevresini de yakar” ifadesi ise bir parça diğergam ruhların sözü. “Ateş nereye düşerse düşsün beni de yakar” sözüne gelince, bu, kâmil ruhların vicdanlarının sesidir.

Fethullah Gülen Hocaefendi, sohbetinin sonuna doğru dünyanın dört bir yanında okullar açan Anadolu insanının civanmertliğini takdir ederek, aynı fedakarlığın Filipinler’de meydana gelen afetin yaralarının sarılması noktasında da sergilenmesi gerektiğini tekrarladı.

Hocaefendi, Hazreti İbrahim (ala seyyidina ve aleyhisselam) ile ilgili bir menkıbenin verdiği insanlık dersini dile getirerek sözlerini noktaladı: Hazreti İbrahim (aleyhisselam) yanına gelenlere inanıp inanmadıklarını sorup inananlara ziyafet sofraları hazırlayıp inanmayanları ikramsız geri yollayınca, Cenâb-ı Hak, Hazreti Halil’e hitaben “Ey İbrahim, onlar senelerden beri Beni inkar ediyor ve Zât’ıma yakışmayan değişik isnadlarda bulunuyorlar. Fakat, Ben her şeye rağmen onların rızıklarını kesmedim!” buyurmuştur. İnsana saygı, insanlık görevimiz olduğu gibi, milletine, ırkına, rengine, düşünce ve kanaatlerine bakmadan imkanlar ölçüsünde her muhtaca el uzatmak da ilahî ahlakın kullardaki bir yansımasıdır.

Kabaca özetini sunduğumuz bu hasbihali 17:07 dakikalık ses dosyası halinde günün nağmesi olarak arz ediyoruz.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

391. Nağme: Eğitime darbe planı

391. Nağme: Eğitime darbe planı

Dershanelerin ve ücretsiz okuma salonlarının kapatılmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan bir kanun tasarısının gece Meclis’ten geçirileceğine yönelik haber yüreğimize hançer gibi saplandı.

Ülkemizin geçirdiği değişik darbe dönemlerinde de benzer plan ve entrikalar görülmüştü; fakat, onlar, dindarlara karşı husumetini açıkça ortaya koyan insanların eliyle olmuştu.

Bu defa her fırsatta “kardeş” olduğunu söyleyen, aynı safta yer tutan ve hizmet erlerinin yüzüne gülen bazı kimseler tarafından bir kısım planların yapıldığı ve uygulamaya konulacağı yazılıp çiziliyor.

Biz, müminlerin bu kadar kötülük yapabileceklerine ve garazlara bina ettikleri icraatla milletin geleceğine kastedebileceklerine inanmak istemiyoruz. İnanmak istemiyor ve hala “Bu işte bir yanlışlık var!” diyoruz.

Bununla beraber suret-i hak perdesiyle işlenen bu haksızlık ve zulüm karşısında üzüntümüzü bastırmakta zorlanıyoruz.

Ne var ki her zamanki gibi Fethullah Gülen Hocaefendi imdadımıza yetişiyor; istikamet yolunu gösteriyor.

Hocaefendi kendileri de çok üzülmekle beraber haber duyulur duyulmaz “hâcet namazı” çağrısı yaptı. Biz de “Allah’ın bitirdiğini kimse bitiremez ama hâcet namazı kılmalı ki müminler münkirlerin dahi sakınacağı zulme girmesin.” diyerek duaya sarıldık. Duaya sarıldık zira, inanıyoruz ki hazımsızlık ateşini söndürecek ve basiret lütfedecek sadece Allah’tır; zâlime de mazluma da bir ferec vesilesi hâcet namazıdır. Meselenin makuliyet üzere bina edildiğini görseydik, aklî ve mantıkî argümanlar sıralamanın faydalı olabileceğini düşünürdük; fakat, mevzu şeyâtîn-i ins ü cinnin tesvîli olunca, dua dua yakarmak ve “Allah kalbleri ıslah eylesin” demekten başka çare kalmıyor. Bu mülahazalarla hâcet namazına devam etme ve dostlarımızı da buna yönlendirme kararı aldık.

Bu duygu ve düşüncelere uygun bir nağme hazırlamak üzereydik ki Hocaefendi 20 dakika kadar sohbet etti ve “Eğitime Darbe Planı” ile alakalı mütalaalarını anlattı.

Hocaefendi’nin yorumunu merak eden sizleri daha fazla intizar içinde bırakmamak için özetlemeyi bile beklemeden bu çok çarpıcı açıklamayı arz ediyoruz.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

392. Nağme: Fırtınalı dönemlerde istikâmet, sabır ve hâcet namazı

392. Nağme: Fırtınalı dönemlerde istikâmet, sabır ve hâcet namazı

Dershanelerin ve ücretsiz okuma salonlarının kapatılmasıyla ilgili olarak Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan tuhaf bir kanun tasarısının gece Meclis’ten geçirileceğine yönelik haber gündemin ilk sırasına yerleşmiş durumda.

Kalbler kırık, hissiyatını yatıştırmakta zorlanan insanların sayısı az değil. Hele meseleyi Şibli’nin gülü gibi değerlendirenlerin ruh haletini ifadeye “inkisar” kelimesi kâfi gelmiyor.

“Zulme zulümle karşılık vermemek önemli bir kaide olduğu gibi, mesleğimizin bir esası da şefkattir. Bununla beraber, haksız yere yumruk vuran mü’minin hiç olmazsa kulağını çekmek de şefkatin ayrı bir derinliğidir. Zira, mü’min zâlime tırnak ucuyla olsun dokunulmazsa, onun başına mutlaka “gayretullah”ın tokadı iner; bunu da şefkatliler hiç istemezler.” hakikatine inanan insanlar, haksızlık karşısında değişik platformlarda duygu ve düşüncelerini dile getiriyor; “Yapmayın!” diyor ve insaf bekliyorlar.

Bununla beraber, oradan ya da buradan taraf gibi görünen bir kısım tahrik ediciler, kasten damarlara basmak, meseleyi kızıştırmak ve bir kavga ortamı oluşturmak için sinsice gayretler sergiliyorlar. En masum sözleri dahi siyak ve sibakından kopararak çarpıtmaya; bazı resim ya da video montajlarıyla hissiyatı kabartmaya, tarafları kızıştırmaya ve adeta kardeşi kardeşe vuruşturmaya uğraşıyorlar. Hatta hiçbir zaman şahısları hedef almayan, daima sıfatları ya da fiilleri konu edinen, güzel vasıf ve amelleri alkışlarken çirkin sıfat ve fiilleri zemmedip izaleye gayret gösteren muhterem Hocaefendi’nin sohbetinde biçtiği elbiseleri hemen birilerine yakıştırıp fitneyi iyice kızıştırmaya çalışıyorlar.

Evet, adanmış ruhların derdi ne rant ne de inat; rıza-yı ilahiyi kazanmak asıl maksat. Hal böyleyken, haksız icraat karşısında usul ve üsluba dikkat ederek itirazları seslendirmek en tabii davranış. Ne var ki, kötü niyetlileri de her zaman hesaba katmak gerekiyor. İşte bu noktada muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi bir kere daha rehberliğini seslendiriyor ve ikazlarda bulunuyor:

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin dün akşam (15 Kasım Cuma) video olarak da kaydettiğimiz sohbetinde yine fırtınalı dönemlerde bile istikamet ve itidalden ayrılmamayı; sabır ve namazla istiânede bulunmayı tavsiye etti. İnşaallah 47:23 dakikalık bu sohbetin tamamını görüntü ve ses dosyaları halinde pazartesi günü haftanın Bamteli olarak neşredeceğiz.

Konunun hassasiyeti ve sohbetin güzelliği bizde -bazı zamanlarda yaptığımız gibi- bir tanıtım/ilan videosu hazırlama düşüncesini hasıl etti. 07:58 dakikalık tanıtım çalışmasını hemen sunuyoruz.

İşte Fethullah Gülen Hocaefendi’nin son sohbetinden bazı cümleler:

  • Muhalif rüzgarlar esebilir, çok defa insanları önüne katıp savurabilir. Karakter bakımından zayıf insanlar belli çıkarlar, belli menfaatler mülahazasında hep savrulabilirler. Olup biten bu şeyler karşısında kat’iyen sarsılmama, ye’se kapılmama ve ezilmeme mü’minin şiarı olmalıdır.
  • İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem) başını yaran, dişini kıran ve yüzünden kanlar akıtan insanlar hakkında “Allahım bu etrafımdakileri hidayet eyle; beni bilmiyorlar, bilselerdi yapmazlardı bunu!” diyor. Kime ittiba etmişsiniz, kimin arkasındasınız, kimin sözü sizin için aydınlatıcı, ışık tutucu, rehnüma, yanıltmayan sözdür. Bence onun arkasında durmak lazım.
  • İhtimal bizim bu dostlarımız, genelde ruh haletimizi bilemeyerek, bu türlü olumsuz şeylere kendilerini saldılar. “Allahım bizim ahvâlimizi, efkarımızı, a’malimizi ıslah buyurduğun/buyuracağın gibi, onların da ahvâlini, efkârını, ef’âlini ıslah buyur, Sana yönlendir gönülleri!” deme yiğitliğini göstermek lazım; başka türlü davranmak düşmez bize.
  • Mıncıklayacaklar, çuvaldız saplayacaklar, önünüzü kesecekler, gittiğiniz yere gitmenizi istemeyecekler; bazen küfür kaynaklı olacak, bazen haset kaynaklı olacak, bazen hazımsızlık kaynaklı olacak. Bunlar insan ruhunda öyle marazlardır ki, dimağa musallat olmuş öyle virüslerdir ki, nöronları sarmış öyle rahatsızlıklardır ki, tımarhanelerde dahi tedavisi kâbil değildir. Gelin siz de -Allah aşkına- delice hareket eden bu insanlara küsmeyin, gönül koymayın, hatta Allah’a havale etme gibi şeylere bile gitmeyin.
  • Değil çuvaldızlara karşı, mızraklara karşı bile iğne kullanmamaya karar vermeliyiz. İğne kullanmama kararlılığı içinde olmalıyız. İncinsek de incitmemeliyiz, kırılsak da kırmamalıyız. Yollarımız daraltılsa da biz başkalarına karşı yol daraltmasına kalkmamalıyız.
  • Sana çuvaldız batırmıyorlarsa, “Onlara iğneyle mukabelede bulunmadım!” demenin bir kıymeti yok. Esas, incitene karşı, rencide edene karşı, oturup kalkıp sizin için kötülük planlayana karşı, yalan diyene karşı ‘yalan’ deme nezaketsizliğine girmeyecek kadar civanmertçe davranmak lazım.
  • Cenâb-ı Hak, en sevdiği insanları Firavun’a karşı gönderirken “Yumuşak sözle ona hitapta bulunun, yumuşak bir halle davranın, yumuşak bir düşünceyle karşısına çıkın, incitmeyen sözlerle diyeceğinizi ona deyin” diyor. Sizin karşınızdaki insanlar Nemrut değil, Firavun değil, Sezar değil, İskender değil, Napolyon değil, deli teke Hitler değil Hele başları yerde secde eden insanlarsa, onlara karşı bize düşen şey hep saygılı olmak, hep takdir etmek, hep tebcille yâd etmek ve Cennetü’l-Firdevs’e beraber girme dilek ve temennisinde bulunmaktır.
  • Başımı yere koyduğumda, secdelerimde, hep hacet duasını okudum bu üzerimize gelen şiddetli fırtınalar karşısında. Bizim emeğimiz bunda onda birdir, belki de hiç yoktur. Şimdiye kadar bu meseleye emek veren ne kahramanlar, bir asırdan beri adeta baldıran zehiri yudumlayarak bu meseleyi götüren, zindanlarda ömür tüketen insanlar, dünyada zevk sefa yüzü görmeyen insanlar, memleket memleket sürgüne gönderilen insanlar, hapishanelerde tecride maruz kalan insanlar, defaatle zehirlenen insanlar, “bu da vatan evladıdır” denmeyen insanlar Bu işin içinde bütün bu insanların emeği vardır.. ve bu emekle meydana gelen şey hep sizin omuzunuzda bir emanettir. “Allahım bu bir emanettir, bize ait de değildir, bize muvakkaten yüklediler bunu. Senin emn u emanın bu işin eskortudur; o olmazsa biz bunu götüremeyiz, onu Sana teslim ediyoruz Allahım!”
  • Dünya zevki adına bir şey bilmiyorum ben. Yeryüzünde bir dikili taşım olmadı. Dünyayı bana teklif edenlere karşı, anneme-babama karşı, dünyayı bana teklif ettikleri zaman.. canım hocam Yaşar Hocam, boynuma sarıldı ağladı, “Beni sen de dinlemezsen kim dinler?” dedi; teklif ettikleri dönemde, ben en sevdiklerime karşı, “Çok ciddi hizmetlerin insan beklediği dönemde benim ayağıma zincir mi vurmak istiyorsunuz? Başka şey düşünmek istemiyorum, Sadece O, Sadece O!..” dedim. Yalnız O’nu konuş, yalnız O’nu söyle, yalnız O’nu düşün, yalnız O’nu vird-i zeban et, O’nun için düşersen düş, yalnız O’nun için kalkarsan kalk, yalnız O’nu mırıldan.
  • Yeminle söylüyorum size; bu meselenin onda birine zarar vermektense, bir günde on defa ölmeye razıyım; on defa Azrail gelsin, öldürsün beni; bir daha dirileyim, bir daha öldürsün.. yemin edebilirim bu mevzuda; çünkü dünya ile zerre kadar alakam olmadı. Bazı miyoplar, mâlikanelerde yaşıyor diyebilirler. Ne yapalım şaşı baktığından dolayı yanlış görebilir. İbrahim Hakkı Hazretleri “Ağvere olma yakın ki sana eğri bakar” diyor. Ağver Allah’a da eğri bakar, peygambere de eğri bakar, dine de eğri bakar; sadece kendisine doğru bakar, o da kendini doğru görür mü görmez mi?!.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

393.Nağme: Fırtınalar, savrulmalar ve hakta sebât

Fethullah Gülen: 393.Nağme: Fırtınalar, savrulmalar ve hakta sebât

  • Ölüm ansızın gelir çarpar, ötesi de amel sandığı olan kabir. Orada senin değerin, arkada bıraktığın şeyler değil, amel, iman ve aksiyonun.. nasıl inandığın, ne ölçüde ne derinlikte inandığın ve “inandım” diye iddia ettiğin inanca göre neler yaptığındır. Bunları kıyaslarlar ve -hafizanallah- “Niye yalan söylüyorsun?” derler. Bu sözler bile azap adına insanı batıracak şeylerdir.
  • Unutmamanız gerekli olan şeyler vardır. Zannediyorum aklımızda sıkı tutmamız, kontrol altına almamız, “aman kaçar” deyip de pek çok eskortla korumamız gereken şeyler vardır. Sürekli müzakere, sohbet-i Canan, işi evirip çevirip hep Allah’a, peygambere bağlamak Bunlar da onun eskortu. Haramilere, kapkaççılara çaldırmamanın yolu bu. Paranız çalınsa ne olur ki!.. Bir gün yerine konur. Fakat çalınan sizin duygu ve düşüncenizse, siz kendi değerlerinizden yoksun hale gelirsiniz. Dolayısıyla değerler, kıymetler yetimi haline gelirsiniz. Şimdilerde rüzgârlar biraz muhalif estiğinden dolayı, bazen duygularda, düşüncede, ifadede, beyanda savrulmalar olabilir. Bunları hesaba katarak savrulmamaya karşı kararlı durmak lazım.
  • “Birileriyle müşterek bazı projeler realize ediliyor; Sam amcanın çocuklarıyla, Ham amcanın çocuklarıyla, Tam amcanın çocuklarıyla..” diyorlar. ( ) Şayet meseleye basitçe yaklaşmak icap etseydi ve ben de 10-15 yaşımdaki halime göre konuşsaydım, şöyle derdim: “Eğer birinin, benim gibilerin bu türlü iştirakler içinde zerre kadar hissesi varsa, Allah bin defa kahretsin. Yoksa.. öyle diyenler ” İşte gerisini demeye cesaret edemiyorum. Çünkü nasıl olsa Allah’a havale edilmiş o işte, şimdiye kadar haksız ilişenler, (cezalarını) bulmuşlardır; ben “Allahım, sav onların başından o belayı!” diye dua ediyorum.
  • Hakkın müdafaası çizgisinden ayrılmamak lazım. Hakkın müdafaası çizgisi Hata yapıyorsak, Allah bizi affetsin; doğru yapıyorsak, ondan dönmek en büyük hatadır. Fakat üslupta kusur etmemek lazım.
  • “Gayr-ı meşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azap çekmektir” diyor Hazreti Pir. Birinin o ölçüde sevgiye, takdire, tayine, desteklenmeye hakkı yoksa şayet, siz o mevzuda aşırı gittiğinizden dolayı, Allah, “Onların hakkı o kadar değildi!” diye sizi tokatlayabilir. Ben yediğim tokatları bundan biliyorum. Şimdiye kadar hiç kimseye yapmadığımız şeyleri yaptık; “Gayr-ı meşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azap çekmektir”, Allah tarafından tokat yiyorum, Allah affetsin. ( ) Zira kâmet-i kıymetinin üstünde, o ölçüde liyakati olmayan insanlara değer atfetme mevzuu, hakikati alt üst etme demektir. Kader, “Öyle değil bu mesele; alın siz ağzınızın payını!” dedi ve bize tokat üstüne tokat indirdi. Şamarı bir başkası değil, biz yiyoruz.
  • Doğru istikâmetinde sâbit-kadem olmalı; dimdik durmalı, taviz vermemeli, evet dememeli, tabasbusta bulunmamalı, yaltaklık yapmamalı!.. Saygıda kusur etmemeli ama yaltaklık da yapmamalı!.. Yanlışlarımız varsa, birbirimizle konuşurken onları düzeltelim ama doğru bildiğimiz şeylerden de taviz vermeyelim. O, hakka karşı, Allah’a karşı, Peygamber’e karşı dünyanın hatırına, dünyevî geleceğin hatırına saygısızlık olur.
  • Bir sarrafın bir altın ve gümüşü bir potada eritip altını gümüşten ayırması gibi, Allah da sizi hasınızı, hamınızdan ayırmak için imtihan eder. Cenab-ı Hak, temizleri, pakları ayırsın diye yapıyor bunu. ( ) Duruyor musun yerinde, kaytarıyor musun, yan çiziyor musun? ‘Ben de ehl-i dünya gibi dünyaya meyledeyim, şirin görüneyim, birileriyle aynı çizgide olayım, zevk u safa içinde hayatımı sürdüreyim, belli makamlara, mansıplara, payelere bağlayayım’ filan.. Allah böyle imtihan eder sizi. Kayıyor musun, kaymıyor musun; dünyaya meylediyor musun, etmiyor musun?.
  • Kur’an-ı Kerim, pek çok ayet-i kerimeyle bu imtihanları nazara veriyor:

    أَمْ حَسِبْتُمْ أَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللهُ الَّذِينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِرِينَ

    “Allah, sizin içinizden cihad edenlerle sabır gösterenleri ortaya çıkarmadan, kolayca cennete girivereceğinizi mi zannettiniz?” (Âl-i İmran, 3/142)

    أَمْ حَسِبْتُمْ أَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذِينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَاءُ وَالضَّرَّاءُ وَزُلْزِلُوا حَتَّى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ مَتَى نَصْرُ اللهِ

    “Yoksa siz, daha önce geçmiş ümmetlerin başlarına gelen durumlara mâruz kalmadan cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlar öyle ezici mihnetlere, öyle zorluklara dûçar oldular, öyle şiddetle sarsıldılar ki, Peygamber ile yanındaki müminler bile “Allah’ın vaad ettiği yardım ne zaman yetişecek?” diyecek duruma geldiler.” (Bakara, 2/214)

  • Peygamber dahi dedi: “Allahım yardım ne zaman?” Demir bir pençe ile sıkıldılar, Peygamber de sıkıldı. Bu açıdan da, böyle olmayı yanlış bir şey yapıyoruz şeklinde algılamamalı. Eğer bir demir pençe içinde sıkılma bir yönüyle yanlışın neticesi olsaydı, Allah celle celaluhu, Hazreti Adem’i başta öyle demir bir pençe ile sıkmazdı, Hazreti Nuh, 20-30 insanıyla yalnızlığa terkedilmezdi. Hazreti Musa Mısır’ı terk edip kaçmazdı. Hazreti Zekeriyya testereyle ikiye biçilmezdi. Hazreti Yahya bir yerde öldürülmezdi, Hazreti Mesih için çarmıhlar gerilmezdi. İnsanlığın İftihar Tablosu, tev’em, ikiz olarak, bağrında neş’et ettiği Kabe’den Beytullah’tan uzaklaştırılma mecburiyetinde bırakılmazdı. Burada bu kötü bir şey olsaydı, Allah en sevdiği kullarını bu türlü şeylere maruz bırakmazdı. Demek ki, bu yolun cilvesi bu!.. Burada kıvam sergileyen insanlar, kıvam sergileyecekler nezd-i uluhiyette.. Allah da onlara istikbal va’dedecek. Hakkı olmayan insanlar da elenip gidecek, has hamdan ayrılsın diye.
  • Başkalarının saldırılarına karşı aynıyla mukabelede bulunmamak lazım. Siyon diyebilirler, miyon diyebilirler, çiyon diyebilirler, hıyon diyebilirler. Aynıyla mukabele etmemek lazım. Mü’mine yakışan şey odur. Öbürüne gelince, onu diyenlerin de mü’min olduklarına ihtimal vermeseydim, ona “densizlik” diyecektim. Fakat mü’min olduklarına ihtimal verdiğim için “densiz” demeyi bile nezaketsizlik sayıyorum.
  • Yürünen yolu sık sık test etmek lazım; müzakerelerle, ortak akılla, Kur’an’ın temel disiplinleriyle, Sünnet-i Sahiha ile onun doğruluğunu test etmek lazım. Kanaat önderlerine, ulemaya, meşayihe o meseleyi sormak lazım, doğru mudur diye. Eksiği yanlışı varsa şayet, onları gidermek lazım. Onun ok gibi dosdoğru olmasını sağlamak lazım, ok doğru olmazsa hedefine varamaz. Doğru olduğuna inanılan meseleden de asla taviz vermemek lazım.
  • Doğru ve makul olanda ısrar etmek lazım. Doğruda ısrar etmemek, bâtıla meyletmek demektir. “Yıkalım bu okulları.” Bâtıl bu!.. “Açılımı durduralım.” Bâtıl bu!.. Allah hesabını sorar. Sana ait bir şey değil ki, emanet bu!.. Buna karşı alakasız kalamazsınız; bu, hakka karşı alakasız kalma demektir; müdafaa edeceksiniz bunu, üslubunuzdan taviz vermeden mutlaka müdafaa edeceksiniz.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

394.Nağme: “2004 MGK kararı hakkında hüsn-ü zan kolum kanadım kırıldı!..”

394.Nağme: 2004 MGK kararı hakkında hüsn-ü zan kolum kanadım kırıldı!..

  • Sineye çektiğimiz, ama zatında hazmedilemeyen şeyler var. Sabrın gereği, onları sineye çekiyorsunuz, yutkunuyorsunuz; çok rahat olan insanlar gibi hemen boşalmayı düşünmüyorsunuz. Çünkü boşaldığınız zaman, çoklarını kırıp geçirmeniz, rencide etmeniz söz konusu. Başkalarını kırmayayım diye, hazmedilmeyecek şeyleri atıyorsunuz içinize; bu defa siz kırılıp dökülüyorsunuz. İşin aslı bu.
  • Bir yönüyle hep hüsn-ü zannımızın kurbanı olduk. “Bu mevzuda defaatle boğazlandık.” diyebiliriz. Ama hüsn-ü zan mümkün oldukça, hüsn-ü zan etmek ve hüsn-ü zanna kilitlenmek lazım.
  • Fakat yine bir hadisin ifadesiyle, “Bir mü’min bir delikten bir defa ısırılır.” Hüsn-ü zan ettiğimiz şeylerde sürekli negatif bir kısım tavır ve davranışlarla karşı karşıya kaldıysak, bu defa Hazreti Pir’in verdiği ölçüler çerçevesinde, “hüsn-ü zan, adem-i itimat.” Başkaları hakkında kötü düşünmeme, elden geldiğince en olumsuz şeyleri bile iyiye yorumlama ve makul birer mahmil bulma; “ihtimal ki şundan dolayı yapmıştır” deme
  • İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallahu aleyhi ve sellem) “İbadetin en güzelini arıyorsanız, mü’minler hakkında hüsn-ü zan etmektir.” buyuruyor.
  • Tarikat-ı Muhammediye üzerine yazılan şerhlerden biri olan Berika’nın müellifi İmam Hâdimî, “Bir mü’mini fuhuş işlerken bile görsen, hemen onun hakkında hükmünü verme. Gözlerini sil, ‘Allah Allah, o insan böyle çirkin bir işi yapmaz; yoksa ben yanlış mı gördüm!’ de; dön bir kere daha ‘O mu?’ diye kontrol et. O ise, ‘İhtimal yine yanlış gördüm’ de; bir kere daha, bir kere daha gözlerini yalanla ve onları silip tekrar bak.” (diyor). Hazreti İmam’ı çok severim, ona karşı derin hürmetim vardır ama bu sözlerini fazla bulurum. Zira, on defa gözlerini silip yeniden bakmaya ve o işi tahkik etmeye hiç gerek yoktur. Çünkü ilk bakışta insanın içinde hâlâ bir şüphe vardır ve bu şüphe, söz konusu insan hakkında verilecek kararın daha müsbet olması için bir menattır. Eğer mesele tahkik edilirse, kesin hükme varmaktan başka bir yol kalmayacaktır. Dolayısıyla, insan, gözüne bir çirkinlik iliştiği zaman, tecessüs, teşhis ve tesbit peşine düşmeden, o sevimsiz fotoğraflar gönlüne akarak fuad kazanında eriyip bir hüküm kalıbına girmeden, hemen sırtını dönüp oradan uzaklaşmalı; “Allahım günahkâr kullarını hidayete erdir, beni de affet!..” demeli ve gördüğünü de unutmalıdır.
  • Öyle bir durumda bile olsa, insanlar hakkında hüsn-ü zan etmeli. CD’ler oluşturmak, chiplere değişik şeyler yüklemek, bazı kimselerin haysiyet, şeref, namus ve iffetiyle alakalı bazı şeyleri teşhir etmek suretiyle onları yıkmak ve devirmek, bir mü’minin yapmaması gerekli olan şeyler; caiz olmayan şeylerdir bir mü’min için.
  • Kur’an-ı Kerim’de bazı hususlarda ahkam çok net, çok belirgin olduğu halde, İnsanlığın İftihar Tablosu o mevzuda hep Cenâb-ı Allah’ın hilm u silmini nazar-ı itibara alarak hilm ile muamele etmiştir. Madem Allah Halim’dir.. madem Allah Rasûlü’nün dedesi Hazreti İsmail Halim’di.. Hilm, olumsuz şeyleri müsamaha ile karşılama demektir; en olumsuz şeylerde dahi güzel bir kısım mahmiller bularak, ondan sıyrılma, sırtını dönme, üzerinde durmama, karşı tarafı yıkma gayreti içine girmeme demektir.
  • Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz, işledikleri günah sonrası, suçlarını itiraf ederek Allah’ın huzuruna temiz olarak gitmek isteyen Mâiz ve Gâmidiyeli kadın için şöyle böyle bir mahmil bularak, “Dön, git, Allah’ın affetmeyeceği günah yoktur.” demiş ve tevbe yolunu göstermiş; kendi ısrarlı talepleriyle cezalandırıldıktan sonra da biri hakkında “Öyle bir tevbe etti ki, bu tevbe şu iki dağ arasındaki insanlara paylaştırılsaydı hepsine yeterdi!”, diğeri hakkında da “O öyle bir tevbe etti ki eğer haraç alan bir mü’min dahi bu tevbeyi yapsaydı Allah affederdi!” buyurmuştu.
  • Meselenin makuliyeti ve Kur’an aklîliği sayesinde her türden insanın bir araya geldiği bir camia.. Stantlarda değerlerinizi teşhir ediyorsunuz, beğenenler alıyorlar.
  • Yeni değil, kadimden bu yana sizin yaptığınız bu şeylere karşı değişik komplolar oluşturulmuştur. Ta Pîr-i Mugan döneminden itibaren, bir taraftan iyilik adına açılımlar sergilerken, bir taraftan da birileri tarafından çelmeye, el-enseye maruz kalmışsınızdır.
  • 2004’te de bir dayatma olmuş. Eğer daha sonra birileri tarafından “Ben kaç defa bu mevzuda bakanları değiştirdim, bu işi yapın filan diye ” Sürç-ü lisan kabilinden mi, sağlam mülahazaya alamama kabilinden mi, bu mesele böyle tekerrür edip durmasaydı.. o gün alınan kararların bir sonucu olarak, bugün bu meselenin üzerine gelme duygusu olmasaydı.. maşerî vicdanda böyle algılanma olmasaydı.. Bütün maşerî vicdan meseleyi şimdi öyle algılıyor; “Demek ki o zaman öyle karar verilmiş, sonra ardarda bunlar sürekli, o mevzudaki vazifelileri değiştirerek hep bu işin üzerine gitmişler” şeklinde.. Ama bunlar denmeseydi, hüsn-ü zannımın gereği şuydu: “Bu mesele konjonktüreldi. O günün şartlarını bilmiyoruz, hadisenin içinde değildik ki biz o hadiseyi arka planıyla görelim, felsefesiyle değerlendirelim.” derdim. Devamı, temadisi olmasaydı, meseleye öyle bakardım. Ama o mevzuyu te’yid eder mahiyette beyanların verilmesiyle, öyle bir mesele karşısında, maşerî vicdan karşısında da bana diyecek bir şey kalmıyor.
  • Ben yoksa o meseleye nasıl bakardım biliyor musunuz? Hudeybiye Sulhu gibi bakardım. Derdim ki: “O mevzuda problem çıkarmamak için, bütün bütün o mevzuyu negatif hale getirmemek için, fonksiyonu yitirmemek ve bertaraf edilmemek için muvakkaten bir tavizden ibaretti bu. Fakat sonra meselenin üzerine gidilmemek suretiyle, mesele pozitif olarak değerlendirildi.” Bu nazarla bakar, işi hüsn-ü zanla yumuşatır ve maşerî vicdana da meseleyi öyle duyurmaya çalışırdım. Şimdi denen, edilen şeylerle şahsen benim kolum, kanadım kırıldığı gibi, dilime de bir kilit vuruldu. O gün öyle dendi, arkadan da ısrarla işin üstünde duruldu; “Atılan o imzaların hakkını yerine getirin!.” falan.. gibi, sürç-ü lisan değilse, bir zuhul değilse, bu mevzuda birilerinin dürtüleriyle söylenmiş sözler değilse şayet.. bu şunu-bunu değil, benim kolumu-kanadımı kırdı.. buradaki hüsn-ü zan sistemimi kullanmama mani oluyor.
  • Her şeye rağmen ben düşünüyorum; “Acaba bunu bile nasıl bir hüsn-ü zan yorumuna bağlayabilirim?” Bir şey bulamadım şu ana kadar
  • Bu işlerle uğraşılırken, asıl meşgul olunması gerekli olan şeyler ikinci plana itilecek Mesela genel orta dereceli okullarda %35 nisbetinde içki içen talebe var. Bu neredeyse ortaokul talebelerine kadar inmiş. %30 nisbetinde sigara içen öğrenci var. Bunlar yaygınlaşıyor. %15-20 nisbetinde uyuşturucu alışkanlığı var. Türkiye’nin esas problemi budur; gelecek nesillerin uyuşturucu, içki içen, sigara içen nesiller olması.. ve bizim bunlarla mücadele ediyor gibi bir tavrımız varken, böyle çok önemli, metastaz olmaya meyilli kanser gibi yarının yığınlarını batırabilecek bir problem varken, böyle bağışlayın, çok özür dilerim, böyle eften-püften meselelerle meşgul olmak, bir yönüyle mühimme takılıp da onlarca ehemmi görmezden gelmek gibi bir hal oluyor. Onu anlamakta da işin doğrusu zorlanıyorum.
  • Hüsn-ü zan esas olduğu gibi, su-i zanna da sebebiyet vermemek lazım. O mü’minler de kendi haklarında su-i zanna sebebiyet verecek şeylerden sakınmalıdırlar. Yaptıkları şeylerin makul, Kur’an aklîliği içinde kabul edilir olması lazım. Esasen biz de kendi tavır ve davranışlarımızla, bu mevzuda olumsuz bazı şeylere mukabelelerimizde aynı su-i zanna düşmemeliyiz, su-i zan edilebilecek duruma düşmemeliyiz. O yüzden tedbirli ve temkinli olmalıyız.
  • Bazı dostlarımız sükût çağrısı yapıyorlar. O bazı dostlarımıza deseniz ki, “Şu meselede siz de sussanız ya!..” Bakın ne derler: “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır”, Peygamber Efendimiz buyuruyor.” Geçen musahabede de geçtiği üzere, siz eğitim yuvaları açmak suretiyle, toplumunuza hizmet etmek suretiyle ve temel değerlerinizi tüm dünyaya tanıtmak suretiyle açılımlarınızda aklın, mantığın, muhakemenin gereği olarak, Kitap ve Sünnet’le test ettikten sonra bu meseleleri yanlış görüyorsanız, o yolda yürümeniz Hakk’a karşı saygısızlıktır. Fakat Kitap, Sünnet, İcma-yı Ümmet, Kıyas-ı Fukaha ve zamanın tefsirini arkanıza alarak bu yolda yürüyorsanız, hak demektir o. Bu defa da falanın filanın bu mevzuda önünüzü kesmesi, şöyle-böyle sizin üzerinize gelmesi karşısında yürüdüğünüz bu hak yoldan dönerseniz şayet, Hakk’a karşı saygısızlık yapmış olursunuz; dolayısıyla Allah’a, Kitap’a, Sünnet’e karşı da saygısızlık yapmış olursunuz. Yaptığınız şeylerde Allah’ın sevmediği, Peygamber’in kabul etmediği/etmeyeceği ve milli değerlerinize ters ne vardır? Üniversite hazırlık kurslarınızda uyuşturucu, sigara, alkol mü kullanılıyordur? Bohemlik mi yapılıyordur? Bunlar yapılıyorsa, ben de öyle derim, “Kapılarına kilit vurun, çekilin, iyilik yerine kötülük yapıyorsunuz siz!..” Eğer bunlar yok da, kendi toplum değerlerinize bir yürüyüş varsa şayet, bu haktır; bundan dönmek, nâhak bir şey olur. O zaman böyle bir mevzuyu müdafaa etmede susmak dilsiz şeytanlıktır.
  • Kuvvet hakta olmalı, hak kuvvette değil. Kuvvet hakka tâbi olmalı. Kuvvetin en önemli derinliği, hakkı temsil etmesine bağlıdır. “Kuvvet bende!..” diye, “ben her şeyi yaparım” mülahazası çok defa insanı nâhak şeylere sevkedebilir.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.