• Anasayfa
  • Herkül Nağme - Fethullah Gülen Web Sitesi

353. Nağme: Allah Rasûlü’nün izzeti ve dokunulan onurumuz

Fethullah Gülen: 353. Nağme: Allah Rasûlü’nün izzeti ve dokunulan onurumuz

Fethullah Gülen Hocaefendi onur söz konusu olduğunda Peygamber Efendimiz'den (sas) öte bir nokta olmadığını vurguladı.

Bunu insanlığın iftihar tablosuna götürdüğünüz zaman orada söz biter. Öyle bir nokta konur ki 10 tane nokta çapında olur o. Artık ileriye bir adım atılmaz. İşte onur dediğiniz şey.

Peygamber Efendimizin (sas) ashabıyla umre için Mekke gelmesini ve Hudeybiye Anlaşmasını sonuç veren olayları anlatan Hocaefendi, Ashab-ı Kiram'a ağır gelse de Peygamberimizin müşriklerle imzaladığı anlaşmayı hatırlattı.

İnsanlığın iftihar tablosu, şerefinin zerresini taşımıyoruzdur biz, onurunun zerresini taşımıyoruzdur. onur abidesi, şeref abidesi... Pekala sizinle anlaşma yapalım, biz şimdi geriye dönelim.

Efendimizin (sas) ve sahabelerin bütün bunları ızdırabıyla sineye çektiğini dile getiren Hocaefendi, Hudeybiye sonrasında Fetih Suresi'nin indirildiğini ve fethin müjdelendiğini söyledi. Bu olayın günümüz müslümanları için de ibretler sunduğuna işaret etti.

Belli bir dönemde inanmayanlar, belki kafirler taarruz ediyorlardı. İğneden ipliğe her şeyinizi bir yönüyle tetkik ediyorlardı, mercek altına alıyorlardı. Değişen hiç bir şey olmadı. Aradan günler geçti. Bir dönemde hiç inanmayan insanlar, onlar gittiler. Bir dönemde araftakiler geldi. Onlar da bir şeyler yaptılar. Bir dönemde müslümanlar geldi, onlar da hiç şaşırmayın sizin okullarınızda, üniversiteye hazırlık kurslarınızda, yurtlarınızda, pansiyonlarınızda hesaplarınız tam mı, kurala uygun mu, açığı var mı, diye bir kısım kimseyi, eşrarı üzerinize salarlarsa hiç tereddüdünüz olmasın.

Hocaefendi hased karakterinin insana kafirin yapmadığı şeyi yaptırabileceğini vurguladı.

Hazımsızlık karakteri, hased karakteri bazen insana kafirin yapmadığı şeyi bile yaptırtır. Fakat bütün bunlar karşısında hiç sarsılmadan, onur demeden, gurur demeden, "Gelse celalinden cefa, yahut cemalinden vefa. İkisi de cana safa. Lutfun da hoş, kahrın da hoş" demelisin. Ve haktan inayet tecellilerinin eseceği anı beklemeye durmalısın. Hakka itimadımız, güvenimiz tam olmalı.

Hocaefendi kimden ne gelirse gelsin herkese karşı sevgiyle muamele edilmesi gerektiğini tavsiye etti.

Kafirdenden de gelse, araftakinden de gelse, şeklen müslümandan da gelse, alnını yere koyandan da gelse biz o mevzudaki o sabit duygu, düşünce, temel disiplinlerimizden kat'iyen fedakarlıkta bulunmamalıyız. Bağrımız herkese açık olmalı, herkese sevgi buketleri göndermeliyiz. Bize ok atanlara karşı, oklarımızın ucuna birer gül takmalıyız, onların dünyalarına güller yağdırmalıyız, güller... Bunu anlasınlar, anlamasınlar... Biz anladığımız şeyi yapalım vesselam.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

354. Nağme: Meslek muhabbeti, beraberlik ruhu ve Salât-ı Tefrîciye

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin dar dairede yaptığı hasbihali 14:20 dakikalık ses kaydı olarak arz ediyoruz. “Dar daire” vurgusunu özellikle yazıyoruz; zira, böylece bu hasbihalin çok tabii bir ortamda gerçekleştiğini, o şartlar altında görüntü ya da daha kaliteli ses kaydı yapmanın mümkün olmadığını; fakat her şeye rağmen bu kadarını dahi bir ihsan-ı ilahi olarak gördüğümüzü ve sizlerle paylaşmayı arzuladığımızı işaretlemek istiyoruz.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

355. Nağme: Kur’an-ı Kerim’in anlaşılması, mealler ve tefsirler

Fethullah Gülen: 355. Nağme: Kur’an-ı Kerim’in anlaşılması, mealler ve tefsirler

Tefsir dersinin meyvesi olan bu nağmede Fethullah Gülen Hocaefendi şu hususlara değiniyor:

  • Merhum dedesinin Kur’an-ı Kerim’i üç günde bir hatmedişi,
  • Bir İmam-Hatip talebesi ölçüsünde Arapça bilmenin önemi,
  • Allah kelamının sadece ayetlerinin ve kelimelerinin değil her harfinin de ifade ettiği derin manalar olduğu,
  • Kur’an’ın iç mûsikîsi,
  • Meallerin eksik bırakılan yanları,
  • Mümkünse meal yerine Elmalılı Hamdi Yazır hazretlerinin tefsiri gibi bir tefsir okumanın ehemmiyeti,
  • Tefsirlerde zamanın yorumunun ve değişik bilimlerin katkılarının gerekliliği,
  • Risale-i Nur’da yer alan tefsire ait düsturlar,
  • İlahi Beyan’ı heyet halinde ve müzakere ile anlamaya çalışmanın lüzumu,
  • Müjdesi verilen tefsir heyetinin hususiyetleri.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

356. Nağme: Durmadan yürümek ve ölümün yüzüne gülmek

356. Nağme: Durmadan yürümek ve ölümün yüzüne gülmek

وَذَكِّرْ فَاِنَّ الذِّكْرٰى تَنْفَعُ الْمُؤْمِنِينَ
“Bununla beraber, sen hatırlatıp nasihat et! Zira gerçeği hatırlatıp nasihatta bulunmak mü’minlere fayda verir.” (Zariyat, 51/55)

Bu ilahî beyanın mealinden sonra Fethullah Gülen Hocaefendi “yol mülahazaları” diyebileceğimiz ve 11 dakikalık ses kaydı olarak sunacağımız şu hususlara temas etti:

  • Allah maruz bırakmasın, elli defa bozguna uğradıktan sonra bile hiçbir şey olmamış gibi hemen doğrulup yola devam etmek lazımdır.
  • Hazreti Adem, bir zellesinden (mukarrebîn ufkuna göre bir hatasından) dolayı kendisini hiç affetmemişti ama hemen tevbe/inâbe/evbeye koşarak doğrulup yoluna devam etmişti. Bununla beraber, değişik kitaplarda o yüce nebinin, utancından kırk sene başını semaya kaldıramadığı ve onlarca sene sürekli ağladığı anlatılmaktadır.
  • Aşk ve iştiyak önemli bir dinamiktir. Hak dostlarının can ü gönülden cemâl-i İlahiyi arzu etmelerine rağmen dine hizmeti kendi nefislerine tercih ederek burada kalıp vazifeye devam etmeleri, her ânı “Ne zaman Allahım, vuslat ne zaman?!.” mülahazalarıyla geçirdikleri halde O’nun takdirine rıza göstererek ölümü değil O’nun hoşnutluğunu istemeleri ve dava düşüncesiyle dünyaya bir süre daha katlanmaları.. işte bu, sadakat ile aşkın örtüşmesi, birleşik noktası.. delice O’na ulaşmayı arzu etme, fakat yine delice emre itaatteki inceliğe bağlı kalma
  • Aşkın bir buudu da heyecan ve şecaattir: Cesurca ölümün yüzüne dahi gülmek, ölümün o ekşi yüzünü bile güldürmek.
  • Hadis-i şeriflerde Hazreti Musa’nın ölüme ve ölüm meleğine karşı tavrı nakledilmekte ve Cenâb-ı Hakk’ın ona ölmek ya da daha uzun yaşamak hakkında tercih hakkı verdiği anlatılmaktadır.
  • Sürekli dik duran insanlar, bütün yollar tıkansa, yine kendilerine bir yol bulup giderler; çünkü yolunda yürüyenleri, Allah hiçbir zaman yolsuz bırakmamıştır. Öyle ki, Mekke’de yürüme/yaşama yasak edildiği dönemde, Allah (celle celâluhu) sevdiği kuluna göklere doğru öyle bir yol açmış ki, bütün enbiya-yı izamın her biri o yolun bir menzilinde dinlenmeye durmuş.. öyle bir noktaya ulaşıyor ki orada Cibril bile dinlenmeye duruyor.
  • Evet, Allah, yolunda yürüyenleri hiçbir zaman yol mağduru etmemiştir. (Sen yeter ki Allah yolunda ol!..) Kuyunun dibine düşmüşsün.. Yusuf’laşmışsın.. en ummadığın ve hiç keşfedemediğin şekilde birden bire bakarsın salınıverir bir kova.. sarkıverir bir güçlü ip, hablülmetin.. tutuverir çıkarsın. Üç beş kardeşin gadrine, hasedine, çekememezliğine uğrarsın; fakat, bir miktar seyr ü sülûk-i ruhanîden sonra adeta bir yere melik olursun. Hizmet’te melik olma gibi bir düşünce yok. Bu hizmetin içinde bulunanlar melikliğin en küçüğünü ve ona götürebilecek bütün vasıtaları yerin en derinliklerine gömmüşlerdir.
  • Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz buyururlar ki: “Allah yolunda tozlanan ayaklara Cehennem ateşi dokunmaz.”

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

357. Nağme: Heyecan, cesaret, ortak akıl ve zafer

357. Nağme: Heyecan, cesaret, ortak akıl ve zafer

Fethullah Gülen Hocaefendi, dünyevîlik, şahsî çıkarlar, en geniş manasıyla yolsuzluk ve istiğna konularını anlattı. Hocaefendi, 28:18 dakikalık ses ve görüntü dosyaları halinde neşredeceğimiz bu sohbette şu hususları anlatıyor:

  • Heyecan, cesaret ve metafizik gerilimin önemi,
  • Bu güzel hasletlerin mantık ve ortak akılla dengelenmesi lazım geldiği,
  • İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (aleyhissalatü vesselam) şecaati ve Huneyn misali,
  • Allah Rasûlü’nün (aleyhi ekmelüttehaya) muvakkat ve zahirî hezimetleri dahi nasıl zafere dönüştürdüğü,
  • Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in meşverete verdiği ehemmiyet ve ailevî meselelerini bile Ashab-ı Kiram ile istişare edişi,
  • Hazreti Aişe (radiyallahu anha) validemizin iffeti,
  • Cereyan eden kırılmalar karşısında asla ümitsizliğe düşmeme fazileti,
  • 2020 Olimpiyatları’na ev sahipliği yapma hakkının İstanbul’a verilmeyişi,
  • Ülkemizin ve değerlerimizin tanıtımında Türkçe Olimpiyatları’nın misyonu.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

358. Nağme: Kırk yaş duası, hayırsız evlat ve dünyevî zevkler

358. Nağme: Kırk yaş duası, hayırsız evlat ve dünyevî zevkler

وَوَصَّيْنَا الْإِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ إِحْسَاناً حَمَلَتْهُ أُمُّهُ كُرْهاً وَوَضَعَتْهُ كُرْهاً وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ ثَلَاثُونَ شَهْراً حَتَّى إِذَا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَبَلَغَ أَرْبَعِينَ سَنَةً قَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَى وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحاً تَرْضَاهُ وَأَصْلِحْ لِي فِي ذُرِّيَّتِي إِنِّي تُبْتُ إِلَيْكَ وَإِنِّي مِنَ الْمُسْلِمِينَ
“Biz insana, anne ve babasına güzel muamele etmesini emrettik. Zira annesi onu nice zahmetlerle karnında taşımış ve nice güçlüklerle doğurmuştur. Çocuğun anne karnında taşınması ve sütten kesilmesi otuz ay sürer. Nihayet insan, gücünü kuvvetini bulup daha sonra kırk yaşına girince “Ya Rabbî!” der, “Gerek bana, gerek anneme babama lütfettiğin nimetlerine şükür yoluna beni sevket. Senin razı olacağın makbul ve güzel iş yapmaya beni yönelt ve bana salih, dine bağlı, makbul nesil nasib eyle! Rabbim! Senin kapına döndüm, ben Sana teslim olanlardanım.” (Ahkâf, 46/15)

  • Anne sütü ile beslenmenin önemi
  • Kırk yaş duası,
  • Zürriyet hakkında yapılan duanın kuşatıcılığı,
  • İnsanın ilk mektebi;

    وَالَّذِي قَالَ لِوَالِدَيْهِ أُفٍّ لَكُمَا أَتَعِدَانِنِي أَنْ أُخْرَجَ وَقَدْ خَلَتْ الْقُرُونُ مِنْ قَبْلِي وَهُمَا يَسْتَغِيثَانِ اللَّهَ وَيْلَكَ آمِنْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَيَقُولُ مَا هَذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ
    “Fakat bir de öyleleri var ki, kendisini imana dâvet eden anne ve babasına: “Öf be! Yetti artık! Benden önce nice nesiller ölüp de geri dönmediği halde, siz beni mezarımdan dirilip çıkarılmakla mı korkutuyorsunuz!” derken, onlar: Allah’a sığınıp yalvararak oğullarına: “Yazık ediyorsun kendine!” derler, “imana gel, Allah’ın vâdi elbette gerçektir.” O ise yine de: “Bu âhiret inancı eskilerin masallarından başka bir şey değildir” diye diretir.” (Ahkâf, 46/17)

    ilahî beyanı vesilesiyle,
  • Resmin öteki yüzü ve hayırsız evlat,
  • Beşeri bir hakikat: Herkesin çırak çıkarılamayabileceği,

    وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذِينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِ أَذْهَبْتُمْ طَيِّبَاتِكُمْ فِي حَيَاتِكُمُ الدُّنْيَا وَاسْتَمْتَعْتُمْ بِهَا فَالْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَبِمَا كُنْتُمْ تَفْسُقُونَ
    “Gün gelir, kâfirler cehennem ateşinin karşısına tutulurken şöyle denilir: Bütün zevklerinizi dünya hayatınızda kullanıp tükettiniz, onlarla safa sürdünüz. Artık bugün dünyada haksız yere büyüklük taslamanız ve dinden çıkıp fâsıklık etmeniz sebebiyle hor ve hakîr eden bir azap ile cezalandırılacaksınız!” (Ahkâf, 46/20)

    yüce beyanından hareketle,
  • Hazreti Ebu Zerr ve Hazreti Ömer bin Abdulaziz’in muhasebe ve murakabe enginliği,
  • Dünyayı terk etmenin ölçüsü,
  • Bir bebeğe benzeyen nefsin kontrolü

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

359. Nağme: Kırk yaş duası ve sâlih ameller

359. Nağme: Kırk yaş duası ve sâlih ameller

Bu gün paylaşacağımız kayıtta aşağıdaki ayet-i kerimelerle alâkalı müzakere esnasında geçen şu konular üzerinde duruluyor:

  • Kırk yaşın önemi,
  • Hazreti Hamza’nın üstünlüğünün mühim bir yanı,
  • Medine’deki genç nüfus ve bir cebr-i lutfî,
  • Kırk yaşında okunması ayette ve hadiste tavsiye edilen iki dua,
  • Genişlik zamanında yapılan duanın kıymeti,
  • Duada konsantre ve özel anları değerlendirme,
  • Duaya icabetin geciktirilmesinin bir hikmeti,
  • Salih amel ve ilahi hoşnutluğa uygunluğu,
  • Hulefâ-yı Râşidîn’in salih amellerin en güzellerine mazhar olmaları.
  • Müzakeresi yapılan ayetler:

    إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
    “Onlar ki “Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra da dürüst hareket ederler, işte onlara korku ve endişe yoktur, onlar kendilerini üzecek hiçbir durumla da karşılaşmazlar.” (Ahkâf, 46/13)

  • وَوَصَّيْنَا الْإِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ إِحْسَاناً حَمَلَتْهُ أُمُّهُ كُرْهاً وَوَضَعَتْهُ كُرْهاً وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ ثَلَاثُونَ شَهْراً حَتَّى إِذَا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَبَلَغَ أَرْبَعِينَ سَنَةً قَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَى وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحاً تَرْضَاهُ وَأَصْلِحْ لِي فِي ذُرِّيَّتِي إِنِّي تُبْتُ إِلَيْكَ وَإِنِّي مِنَ الْمُسْلِمِينَ
    “Biz insana, anne ve babasına güzel muamele etmesini emrettik. Zira annesi onu nice zahmetlerle karnında taşımış ve nice güçlüklerle doğurmuştur. Çocuğun anne karnında taşınması ve sütten kesilmesi otuz ay sürer. Nihayet insan, gücünü kuvvetini bulup daha sonra kırk yaşına girince “Ya Rabbî!” der, “Gerek bana, gerek anneme babama lütfettiğin nimetlerine şükür yoluna beni sevket. Senin razı olacağın makbul ve güzel iş yapmaya beni yönelt ve bana salih, dine bağlı, makbul nesil nasib eyle! Rabbim! Senin kapına döndüm, ben Sana teslim olanlardanım.” (Ahkâf, 46/15)

  • Rasûl-ü Ekrem Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Teşehhüd’de okunmasını tavsiye buyurduğu dua:

    اللَّهُمَّ أَلِّفْ بَيْنَ قُلُوبِنَا وَأَصْلِحْ ذَاتَ بَيْنِنَا وَاهْدِنَا سُبُلَ السَّلَامِ وَنَجِّنَا مِنْ لظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَجَنِّبْنَا الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَبَارِكْ لَنَا فِي أَسْمَاعِنَا وَأَبْصَارِنَا وَقُلُوبِنَا وَأَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا وَتُبْ عَلَيْنَا إِنَّكَ أَنْتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ
    “Allahım! Kalblerimizi te’lif eyle. Bizim aramızı ıslah eyle. Bizleri selam, selamet yollarına hidayet buyur. Bizleri karanlıklardan kurtarıp Nur’a kavuştur. Fuhşiyatın ve çirkinliğin her türlüsünden, açığından gizlisinden bizleri uzak eyle. Kulaklarımızı, gözlerimizi, kalblerimizi, eşlerimizi ve zürriyetlerimizi mübarek eyle; onlar hakkında bize bereket ihsan eyle. Tevbelerimizi kabul buyur; zira şüphesiz Sen Tevvab’sın, Rahimsin; tevbeleri çokça kabul buyuran ve merhameti çok geniş olan zatsın.”

    (Amin)

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

360. Nağme: Kum tepeleri, kasırgayla gelen azap ve harikulâde kurtuluşlar

360. Nağme: Kum tepeleri, kasırgayla gelen azap ve harikulâde kurtuluşlar

Aşağıya mealleriyle beraber kaydedeceğimiz ayet-i kerimelerin tefsirleri okunurken Fethullah Gülen Hocaefendi şu hususlarla alakalı açıklamalarda bulundu:

  •  Kur’an-ı Kerim’in bir sûresine de isim olan “ahkâf” ne demektir?
  •  Âd kavmine “mükne” verilmiş olmasından maksat nedir?
  •  Âd kavminin helâki nasıl olmuştur?
  •  Kur’an kıssaları bizim için neler ifade etmektedir?
  •  Korucuk Köyü’nde depremden korunan evler hangi sırrı taşıyordu?
  •  Texas ve Pennsylvania’daki hortumlara karşı okunan/yazılan ayet-i kerime neydi?
  •  Hazreti Ömer, taşıp etrafını yıkmakta olan Nil’e karşı ne demiş, ne yapmıştı?
  •  Tasrif ne demektir; tekvini ayetlerde nasıl gerçekleşmektedir?

11:49 dakikalık bu ses kaydında üzerinde durulan ilahî beyanlar şunlardır:

وَاذْكُرْ أَخَا عَادٍ إِذْ أَنْذَرَ قَوْمَهُ بِالْأَحْقَافِ وَقَدْ خَلَتْ النُّذُرُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
“Bir de Âd halkının kardeşleri Hûd’u hatırla. O Ahkâf’ta kavmini uyarmıştı. Gerçekte ondan önce de, sonra da birçok uyaran peygamberler gelip geçmişti. O, ‘Yalnız Allah’a ibadet edin. Doğrusu ben, sizin başınıza gelecek müthiş bir günün azabından endişe ediyorum.’ demişti.” (Ahkâf, 46/21)

فَلَمَّا رَأَوْهُ عَارِضاً مُسْتَقْبِلَ أَوْدِيَتِهِمْ قَالُوا هَذَا عَارِضٌ مُمْطِرُنَا بَلْ هُوَ مَا اسْتَعْجَلْتُمْ بِهِ رِيحٌ فِيهَا عَذَابٌ أَلِيمٌ تُدَمِّرُ كُلَّ شَيْءٍ بِأَمْرِ رَبِّهَا فَأَصْبَحُوا لَا يُرَى إِلَّا مَسَاكِنُهُمْ كَذَلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِمِينَ
“Vaktâ ki, bildirilen azabı, vâdilerine doğru enlemesine yayılarak ilerleyen bir bulut halinde görünce, ‘Bu,’ dediler, ‘bize yağmur getiren bir bulut!’ Hûd, ‘Hayır,’ dedi, ‘bu, sizin gelmesi için acele edip durduğunuz şeydir, yani can yakıcı bir azap taşıyan bir rüzgârdır! Rabbinin izniyle her şeyi devirip yerle bir eden bir kasırgadır.’ Derken hepsi helâk olup sadece meskenleri kaldı. İşte Biz, suça gömülmüş gürûhu böyle cezalandırırız.” (Ahkâf, 46/24-25)

وَلَقَدْ مَكَّنَّاهُمْ فِيمَا إِنْ مَكَّنَّاكُمْ فِيهِ وَجَعَلْنَا لَهُمْ سَمْعاً وَأَبْصَاراً وَأَفْئِدَةً فَمَا أَغْنَى عَنْهُمْ سَمْعُهُمْ وَلَا أَبْصَارُهُمْ وَلَا أَفْئِدَتُهُمْ مِن شَيْءٍ إِذْ كَانُوا يَجْحَدُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ
“Gerçekten, Biz onlara, size vermediğimiz imkânlar vermiştik. Kulaklar, gözler ve gönüller lütfetmiştik kendilerine. Fakat ne kulakları, ne gözleri, ne de gönülleri kendilerine fayda verdi. Çünkü onlar Allah’ın âyetlerini bile bile, inatla inkâr ediyorlardı. Neticede alaya aldıkları o azap kendilerini her taraftan sarıverdi.” (Ahkâf, 46/26)

وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا مَا حَوْلَكُمْ مِنَ الْقُرَى وَصَرَّفْنَا الْآيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
“(Mekkeliler!) Etrafınızda bulunan birçok şehirleri yerle bir ettik ve yanlış yoldan dönsünler diye âyetlerimizi farklı üsluplarla tekrar tekrar açıkladık!” (Ahkâf, 46/27)

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

361. Nağme: Akşam namazını beklerken…

361. Nağme: Akşam namazını beklerken

Fethullah Gülen Hocaefendi, her vesileyi bir hakikatin vuzuha kavuşması için değerlendiriyor, bulunduğu yeri her zaman Sohbet-i Canan meclisi haline getiriyor; dolayısıyla da onun mekânı her vakit hakikat damlaları/incileri duymaya açık hale geliyor. Sohbet ve derslerin yanı sıra, yemek vakitleri, çay saatleri, ezan öncesi/sonrası, namazların evveli/âhiri ve hatta bir odadan diğerine yürürken hep önemli bir mevzuya dair ipuçları bulma imkânı doğuyor. Bazen uzun sükûtların olduğu da vâki ama hikmet yörüngeli o sessizlikler de mutlaka bir ibretle noktalanıyor. Biz de kendi kalb kabımız ölçüsünde irfan dermeye çalışmakla beraber, bizden çok daha istidatlı insanların varlığı inancıyla kayıt cihazımızı da her ortamda hazır tutmaya ve duyduklarımızı onlara ulaştırmaya gayret ediyoruz.

İşte bugünkü nağme akşam namazını beklediğimiz bir andaki hasbihalden oluşuyor ve ezan ile sona eriyor. Burada beş vaktin girişini bilgisayardan okunan ezanla takip ettiğimiz gibi, kendimiz de ayrıca okuyoruz. Her iki ezanı dinledikten sonra duamızı yapıp namaza geçiyoruz. Ses kaydının sonunda duyacağınız iki farklı ezan bundan kaynaklanıyor.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

362. Nağme: Haccınız ümmetin haccı olsun!..

362. Nağme: Haccınız ümmetin haccı olsun!..

Geçen senelerde Allah Teâlâ, bir arkadaşımızın içine de hac iştiyakını düşürüp yolculuk için şartları mümkün kılınca, Fethullah Gülen Hocaefendi, o kutsal mekânları ve bereketli zaman dilimlerini nasıl değerlendirmesi gerektiğini sormuştu. Peygamber köyünün hasret ve hicranıyla yanan Hocamız, bu soru üzerine çok hislenmiş, gözleri yaşarmış ve şunları demişti:

“Hac, farz bir ibadettir; imkânı olan mutlaka bu vazifesini eda etmelidir. Ne var ki, bu devirde, hakiki inanmış bir gönül sadece kendisi için hacca gitmez. Haccınızı şahsîlikten çıkarıp “ümmetin haccı” haline getirebilecek şekilde gidin oralara. Bugün, ümmet-i Muhammed gariptir, dertlidir ve ızdıraplar içindedir. Ümmet-i Muhammed için hac yapacak, o kutsal atmosferi “ümmet ümmet” iniltileriyle daha bir ısıtacak gönüllere ihtiyaç var. “Allahümme feracen ve mehracen liümmeti Muhammedin” deyip ağlayacak ve etrafındakilere de insanlık için gözyaşı dökme iştiyakı mayalayacak sinelere ihtiyaç var.”

Hocaefendi’nin özellikle bu sene hacca gidecek olanlara yönelik mesajlarını alabilmek için dün Bamteli sohbeti sırasında yine hac ile alakalı bir soru sormaya karar verdik.

Haccın farziyetini ifade eden Âl-i İmran Sûresi’nin 97. ayetinde

فِيهِ آيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَقَامُ إِبْرَاهِيمَ وَمَنْ دَخَلَهُ كَانَ آمِنًا وَلِلَّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً وَمَنْ كَفَرَ فَإِنَّ اللهَ غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ

buyurulurken “ale’l-mü’minîne” ya da “ale’l-müslimîne” değil de “ale’n-nâsi” denmesinin hikmetleri neler olabilir? Haccın Allah hakkı oluşu nasıl anlaşılmalıdır?” sualini tevcih ettik.

Aslında bizim sorumuz tefsire dair bir hususu öğrenme isteğiyle birlikte Hocamızın hacla ilgili hissiyatını alma noktasında bir ihtiyaç arzından ibaret idi; zaten muhterem Hocamız ona cevap vermekle beraber asıl dert ve ızdırabını da seslendirdi ve sözü “ümmetin haccı”na getirdi.

Rahman’ın bu seneki misafirlerine “hacc-ı mebrur” niyazı ve haclarının “ümmetin haccı” olması duasıyla 25:50 dakikalık sohbeti ses ve görüntü dosyaları halinde arz ediyoruz.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

363.Nağme: Kur’an dinleyen cinler

363.Nağme: Kur’an dinleyen cinler

  • Bazı cinlerin Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’e gelip ondan Kur’an dinlemeleri, iman etmeleri ve birer uyarıcı olarak kavimlerine dönmeleri,
  • İnsanlığın İftihar Tablosu’nun Rahman Sûresi’ni okuyuşu sırasında, cinlerin, hayret ve heyecanla ayetleri tasdik etmeleri ve “Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?” ayetini her duyuşlarında, “Ey Rabbimiz! Senin nimetlerinden hiç birini inkâr etmeyiz ve Sana ancak hamd ederiz!” demeleri,
  • Rasûl-ü Ekrem (aleyhissalatü vesselam) Efendimiz, cinlerle görüşmeye giderken yanında bulunan Abdullah bin Mes’ud hazretlerini bir yerde durdurup etrafına bir daire çizmesi ve oradan çıkmaması hususunda tembihte bulunması,
  • Mü’min cinlerin kâfir cinler karşısındaki halleri,
  • Ulu’l-azm peygamberlerin kimler olduğu

Fethullah Gülen Hocaefendi bu açıklamaları şu ayet-i kerimelerin tefsirleri münasebetiyle yaptı:

وَإِذْ صَرَفْنَا إِلَيْكَ نَفَرًا مِنَ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ الْقُرْآَنَ فَلَمَّا حَضَرُوهُ قَالُوا أَنْصِتُوا فَلَمَّا قُضِيَ وَلَّوْا إِلَى قَوْمِهِمْ مُنْذِرِينَ
“Hani Biz bir vakit cinlerden bir takımını Kur’ân dinlemeleri için sana göndermiştik. Kur’ân’ı işitip dinleyecek yere gelince birbirlerine ‘Susun, dinleyin!’ dediler. Okuma tamamlanınca kendi toplumlarına birer uyarıcı olarak döndüler.” (Ahkâf, 46/29)

فَاصْبِرْ كَمَا صَبَرَ أُولُو الْعَزْمِ مِنَ الرُّسُلِ وَلَا تَسْتَعْجِلْ لَهُمْ كَأَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَ مَا يُوعَدُونَ لَمْ يَلْبَثُوا إِلَّا سَاعَةً مِنْ نَهَارٍ بَلَاغٌ فَهَلْ يُهْلَكُ إِلَّا الْقَوْمُ الْفَاسِقُونَ
“O halde ey Rasulüm! O üstün azim sahipleri olan peygamberler nasıl sabrettilerse, sen de öyle sabret. Onlar hakkında acele etme! Onlar, tehdit edildikleri azabı gördükleri gün, dünyada gündüzün, sadece bir saatinden daha fazla kalmadıklarını düşüneceklerdir. Bu bir duyurudur. Sözün kısası: Allah’ın yolundan çıkmış güruhtan başkası helâk edilmez.” (Ahkâf, 46/35)

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

365. Nağme: Fethullah Gülen Hocaefendi’nin elli sene önceki not defteri

365. Nağme: Fethullah Gülen Hocaefendi’nin elli sene önceki not defteri

Fethullah Gülen Hocaefendi, gençlik yıllarında, Şeyhülislâm Hayrullah Efendi’nin bile Darwin nazariyesine meyilli olduğunu duyunca çok üzülmüş. Takdir ettiği bir müfessirin, “İlim bu nazariyeyi isbat ederse, ben de Kur’ân âyetleriyle te’lif ederim” demesi üzerine ise adeta dünyanın başına yıkıldığını hissetmiş. Ülkemizde Batı’dan gelen çeşitli şokların sarsıntısının yaşandığı ve bu şokların, meşhur İslâm âlimlerini de maalesef etkisine almaya başladığı o dönemlerde, Hocaefendi, kâinat kitabını doğru okumanın lüzumuna ve bilimi de hak hesabına konuşturmanın gerekliliğine daha bir gönülden inanmış.

İnananlar nazarında, kâinat, Cenâb-ı Hakk’ın kudret ve iradesiyle yazdığı; bir plâna, programa, ölçüye ve dengeye göre tanzim ettiği eşya ve hâdiseler kitabıdır. Gerçek ilimler ise, Allah’ın kâinattaki icraatından, İlâhî kanunlarla eşya ve hâdiselerin münasebetinden süzülmüş raporlardan ibarettir. Bundan başka, Allah’ın bir de Kelâm sıfatından gelen Kur’ân kitabı vardır ki, Cenâb-ı Hak, bu kitabıyla kâinatı anlatır, kâinattaki eşya ve hâdiselere ışık tutar. Kâinatı bir düzen ve ahenk içinde kuran Yaratıcı, kurduğu bu düzeni Kur’ân ile ifade eder. İnsan da, bu iki kitabın bir başka biçimde yazılmış halidir. Böylece Kur’ân, kâinat ve insan, Allah’ın isim ve sıfatlarının değişik şekillerde tecelligâhı olarak, birbirleriyle fevkalâde bir iç bağlantı halinde, birbirlerini şerh ve izah eden ve neticede Allah’ı tanıtan üç küllî muarri ve üç küllî kitaptır.

İşte Fethullah Gülen Hocaeufendi çok genç yaşlarından itibaren bu üç kitabı doğru okumaya, aralarındaki münasebetleri ortaya koymaya ve bunları Hakk’ın sesi soluğu kılmaya çok gayret etmiş.

Geçen gün Hocaefendi elli sene önceki not defterini bulmuş, onu gösterdi bizlere. Kaynak kitaba ulaşmanın bile çok zor olduğu o günlerde medreseden yeni çıkmış bir talebenin üzerinde durduğu meseleleri görmek dahi hayrette bıraktı hepimizi. O esnada kaydettiğimiz kısa bir görüntüyü sizinle de paylaşmaya karar verdik.

Dualarınıza vesile olması istirhamıyla

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

366. Nağme: Din adına işlenen cinayetler

366. Nağme: Din adına işlenen cinayetler

Fethullah Gülen Hocaefendi dünkü sohbetinde bir kere daha din kisveli terör hadiseleri üzerinde durdu; İslam’ı gönülden kabullenmiş hiç kimsenin bilerek katiyen teröre girmeyeceğini/giremeyeceğini vurguladı.

“Suriye’den Pakistan’a oradan Kenya’ya kadar geniş bir coğrafyada en vahşi sahneler İslâm adına sergileniyor; Kur’an’ın emri olduğu iddia edilerek başlar kesiliyor, camiler ve kiliseler bombalanıyor. Bir kısım örgütlerin dünya genelinde işledikleri cinayetler ve terör, sadece dış mihraklarla ve haricî yönlendirmelerle izah edilebilir mi? Müslümanlar arasında canlı bomba gibi terör hadiselerinin zemin bulması hangi sebeplere bağlıdır?” sorusu üzerine, “Resmettiğiniz tablo doğru; tabii ilave edilecek bir şey var: Bu aynı zamanda bizi mahcup edecek bir tablo!.. Doğru müslümanlığın yüzüne zift sıkılması gibi bir şey.” sözleriyle sohbetine başlayan Hocaefendi, bugüne kadar müslümanlara mal edilen terör olaylarının, bazen İslam’ı kendi derinlikleriyle içine sindirememiş ham ruhların öncülüğüyle, bazen genç hissiyatların aşırı tahrik edilmesiyle, bazen haricî güçlerin müslüman isimli ve müslüman görünümündeki elemanları marifetiyle, bazen de değişik ilaçlarla insanî duyguları ve korku hisleri baskı altına alınmış kanlı katiller vasıtasıyla gerçekleştirilegeldiğini hatırlattı.

İslam’da gerek sulh gerekse savaş halinde yapılması icap edenlerin belli kanun ve disiplinlere bağlanmış olduğunu; sulh halinde fertlerin kendi kendilerine harp ilan edip bir insanı öldürme kararı alamayacağı gibi, sıcak savaş esnasında da karşı cephede bulunan çocuk, kadın ve yaşlıların öldürülemeyeceğini ve başkalarına ait ibadethanelere katiyen tecavüz edilemeyeceğini; bu itibarla da, hangi açıdan ele alınırsa alınsın, intihar saldırılarını, canlı bombaları ve benzeri terör hadiselerini müslümanlıkla telif etmenin asla mümkün olamayacağını ifade etti.

İnsanlığın İftihar Tablosu’nun 13 senelik Mekke döneminde katlanılması mümkün olmayan işkencelere tahammül ettiğini, dişini kıran, başını yaran, sırtına işkembe koyan ve en yakınlarını şehit edenlere karşı dahi “Allahım, bunları affet ve hidayete erdir, beni bilmiyorlar; bilselerdi böyle yapmazlardı!” dediğini, müslümanların maruz kaldığı onca zulme rağmen asla şiddete başvurmadığını; daha sonraki Bedir, Uhud, Hendek mücahedelerinin de müdafaa harbi şeklinde cereyan ettiğini dile getiren Hocaefendi, Peygamber Efendimiz’in her zaman meseleleri kan dökmeden, gönül kırmadan, düşmanlığın katlanmasına meydan vermeden halletmek için elinden gelen her şeyi yaptığını, bunun neticesinde de en azılı düşmanların ya da onların en yakınlarının müslüman olduklarını belirtti, Hazreti İkrime’yi misal olarak serdetti.

Ashab’ın önde gelenlerinden ve Kur’an’ın en büyük müfessirlerinden Abdullah ibn Abbas’ın (radıyallahu anh), bir âyete istinaden, haksız yere bir insanı öldürenin daimî Cehennem’de kalacağını söylediğine işarette bulunan Hocaefendi, terörizmin, Kur’an’ın daimî Cehennem azabıyla tehdit ettiği en büyük günahlardan biri olduğuna değinerek şöyle dedi: “İslam’ın hiçbir döneminde günümüzde olan bu vahşete benzer vahşet yaşanmamıştır. Belki bir dönemde Muvahhidin, bir dönemde Karmatiler, Batınîliğe kendilerini salmış, Hak ve hakikati bilmeyen, Hak ve hakikatteki istikametten haberi olmayan insanlar bu türlü canavarlıklara teşebbüs etmişlerdir ama katiyen ve katibeten canlı bomba olmamış, başkalarını öldürme adına intihar etmemiş ve ebedi cehenneme gitmemişlerdir. Öyle intihar eden ebedi cehenneme gider ve bir de orada öldürdüğü o masum insanların hesabı kendisine sorulur.”

Bu konunun çok hassas olduğunu belirten Hocaefendi, isyan edip “Harura/Haravra” denilen yerde toplandıkları için oraya izafeten kendilerine “Haruriler” denen “Haruriyye”ye karşı Hazreti Ali’nin (kerremallahu vechehu) tavrına dikkat çekti: “Biri demiş ki, ‘Ya İmam, falan yerde ordularıyla beraber tahşidat yapmışlar, senin üzerine gelecekler. En iyisi mi, onlar senin üzerine gelmeden tepelerine bin, bütününü yok et onların!..’ Koca İmam kendisine yakışanı söyler orada: ‘Ne malum onların üzerimize geleceği?!’ Bu yaklaşımdaki inceliği görüyor musunuz? Bence şah-ı merdanlık Hayber’in kapısını koparmada değil, Amr ibn-i Abd-i Vüdd’ü bir kılıç darbesiyle ağaç biçiyor gibi ikiye biçmesinde değil; işte bir yönüyle enaniyetin ‘ben ben’ diye Ramazan davulu gibi ses çıkardığı esnada, kendini kontrol altına alması, iradesinin hakkına vermesi ve ‘Ne malum bize hücum edecekleri?’ diyebilmesindedir. Esas yiğitlik oradadır. Hikmet sorgucu diyebileceğimiz, şecaat ve cesaretin hikmetle taçlanması, işte oradadır. İmam Azam Ebu Hanife Hazretleri Fıkıh’ta onun bu mülahazasını esas alır: Ne malum bizim üzerimize gelecekleri. Bu açıdan da bakın, mesele müdafaa meselesidir.”

“Harp hiledir” sözünde ortaya konan disiplinin “strateji” olduğunu, hileyi “en az zayiatla problemleri çözme” şeklinde anlamak gerektiğini vurgulayan Hocaefendi, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz’in Mekke Fethi’ndeki stratejisini ve gönüllere girişini örnek gösterdi.

İslam coğrafyasında çıkar kavgaları, hizip ve klik sürtüşmeleri, antidemokratik uygulamalar ve insan hakları çiğnenmesi gibi problemlerden ötürü bir sürü gayr-i memnun grup oluştuğuna; bunların bir kesiminin bazı servislerin oyununa gelecek ölçüde görgüsüz-bilgisiz, çabuk harekete geçen tipten kimseler olduğuna ve birilerinin de onları kullanarak adım adım kendi hedeflerine yürüdüklerine temas eden Hocaefendi, “Ben tek taraflı görmüyorum; belki bizim içimizdeki hamlıkları dışarıdaki İslam düşmanları, onun güzelliklerinin yaşanmasını, görünmesini, müslümanların bir araya gelmesini istemeyenler değerlendiriyorlar. Potansiyel olarak bizde o türlü hamlıklar var, bizde bir bozulma var; esas başkaları da o bozulmayı değerlendiriyor.” dedi. Terörizme yol açan cehaletin köklerinde manevî ve temel insanî değerlerin ihmalinin yattığını; bu değerleri yitiren gençliğin, tatmin peşinde koşarken bir kısım ağlara düştüğünü, manipüleye maruz kaldığını, istismar edilip kullanıldığını; kitle psikolojisine kapılan kimselerin başkalarının hazırladığı senaryoların figüranlığını yaptıklarını dile getirdi.

Müslümanların, özellikle de başkalarına müessir ve temsilci konumundaki insanların, sözlerine ve fiillerine çok dikkat etmeleri gerektiğini vurgulayan Hocaefendi, şöyle dedi: “Gidin kiliseleri yıkın bunların başlarına!..” dediğiniz zaman camilerin yıkılmasına, camide cemaatin üzerine bomba atılmasına sebebiyet vermiş olursunuz. Ne ekerseniz onu biçerseniz. İnsan iyi şeyler ekmeli.

Dünyanın bir kesiminde kökü çok eskilere dayanan, yer yer de açık kapalı üzerinde durulan İslam fobisinin bazı terör hadiseleri dolayısıyla bir kere daha güncelleştiğini, insanlığın büyük bir problemi haline geldiğini ve adeta bir “dünya paranoyası”na dönüştüğünü işaretleyen Hocaefendi, bu problemin yaygınlaşmasında müslümanlar olarak bizim hatalarımızın da bulunduğunu vurguladı. Bu hatalarımızı kabul etmemizin ve onları telafi yoluna gitmemizin problemlerin çözümünde çok önemli rol oynayacağını ifade ederek, tarihî “tehcir” günlerinde Şarkî Anadolu’da yaşanan bazı acı olayları ve onların günümüze yansımalarını misal sadedinde hatırlattı, bir misafiriyle aralarında geçen diyaloğu aktardı.

Seleflerimizin insanlık ufkuna, şiddetten hep uzak durma gayretine, birlikte yaşama anlayışına örnek olması için Hazreti Ömer’in Kudüs yolculuğuna temas eden Hocaefendi özellikle şu hadisenin çok iyi okunması gerektiğini dillendirdi: Hazreti Ömer, namaz vakti gelince patrikten namaz kılabileceği bir yer göstermesini istemiştir. Patriğin, “Kilisenin herhangi bir yerinde kılabilirsiniz.” demesi üzerine Hazreti Ömer, bu teklifi kabul etmeyip dışarı çıkmış, bir kayanın üzerinde namazını kılmış, sonra da patriğe şunu söylemiştir: “Eğer ben içerde kılsaydım, öteki müslümanlar da orada kılarlar, orayı mescit hâline getirirlerdi.”

“Biz bu idik; ister içten isterse de dıştan birileri bizi bozdular, genlerimizi bozdular, bizi değiştirdiler, vahşileştirdiler!” diyen Hocaefendi, bir dönemde “Terörist müslüman olamaz, müslüman da terörist olamaz” dediğini hatırlatarak, İslâm’ı hakkıyla kavramış ve hazmetmiş bir müslümanın terörist olmasının imkansızlığını, hakiki müslümanların hiçbir zaman bilerek teröre giremeyeceklerini, bir teröristin de gerçek müslüman sayılamayacağını belirti ve sözlerine şöyle devam etti: “Müslümanların içinden terörist çıkmaz mı? Çıkar ama müslümanlığa ait evsafını kaybetmiş olur, ona sağlam müslüman denemez. Nasıl sağlam müslüman dersiniz? Savaşın bile kuralı ve kanunu vardır: Savaşmayan insanlarla savaşılmaz. İnsanlığın İftihar Tablosu müdafaa harbi için orduları hazırlarken buyururlardı ki, “Mabetlere sığınmış insanlara ilişmeyin, kadınlara ilişmeyin, çocuklara ilişmeyin.” İnsanlığın İftihar Tablosu’nun en muteber hadis kitaplarında ve aynı zamanda temel kaynağı Kur’an olan bu türlü esaslara bağlayıp ortaya koyduğu disiplinleriyle bu insanların yaptıkları şeyleri telif etmek mümkün değildir. Bu açıdan da bunlara müslüman demek!.. Bu işi müslümanlık adına bile yapsalar; döverek, vurarak, öldürerek; “Bütün âleme Âmine dedirteceğiz, Fatıma dedirteceğiz, Hatice dedirteceğiz.” Hakkınız yok buna. Dinin tarifi şudur: ‘İnsanları kendi irade ve ihtiyarlarıyla bizzat hayra sevk eden ilâhî kanunlar mecmuası.’ İnsanlar hür iradeleriyle onu seçerler. Dinin tarifi bu. Bir müslüman dinin tarifine uyma mecburiyetindedir.”

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

368. Nağme: İslam’a özendiren bir halimiz var mı?

368. Nağme: İslam’a özendiren bir halimiz var mı?

Fethullah Gülen Hocaefendi, geçtiğimiz gün ikindi namazından sonra dünyanın halinin ve müslümanların problemlerinin insana şahsî hastalık ve rahatsızlıklarını unutturacak kadar fena ve büyük olduğunu belirterek hasbihale başladı.

Günümüzde insanların ruhlarını kaplayan vahşet duygusunun çok ürkütücü bir boyuta ulaştığını ve her duyarlı insanın, hassasiyetinin derinliğine göre bu tablodan müteessir olduğunu belirten kıymetli Hocamız, Hazreti Üstad’ın 2. Dünya Savaşı’nda ölenlerle alakalı yorumlarına işarette bulundu ve şu tesbiti dile getirdi:

“Bizim gibi Müslümanlara bakarak Müslüman olmayan insanların halini istiğrab etmemek lazım; müslüman olurlarsa onu istiğrab etmek lazım. Hangi İslamî derinliğimiz var.. hangi hassasiyetimiz var.. hangi kılı kırk yararcasına İslamiyeti yaşamamız var ki onlarda bir imrenme duygusu meydana getirelim!.”

Hocaefendi, bu sarsıcı ifadelerden sonra insanı titreten şu soruyla sözlerine devam etti:

“Siz kendinizi böyle bir toplumun içinde neşet etmemiş olarak kabul edin; bir kilisenin hariminde/haziresinde dünyaya geldiğinizi düşünün; sonra hâlihazırdaki Müslümanların haline bakın ve kanaatinizi yoklayın! Hür iradenizle öyle bir yer değiştirme aklınızdan geçer mi geçmez mi?”

Problemlerin çözümünde hal dilinin ehemmiyetine değinen ve semavî tebliğin derinliğinin ötesinde, o derinliği, ruhlarda duyarak temsil etmenin önemine vurguda bulunan Hocaefendi daha sonra iman ve marifet yolunda tatma ve doyma (itminan) mertebelerine temas etti ve bunların ötesinde bir ufka sözü getirdi: Doyduktan sonra doymadığına inanma ve sürekli doyma peşinde olma.

Dünyevî işlerde zemin yoklaması yapıldığı gibi imanımızı üzerine bina edeceğimiz meselelerde de aynı hassasiyeti göstermek gerektiğini ifade eden Hocaefendi, taklitten kurtulup tahkike ulaşmanın ancak bu dikkat ve hassasiyetle gerçekleşebileceğini belirtti.

İman hakikatlerini ve ibadetlerin manasını duyabilme mevzuunu anlatırken “Tasavvurlara bile yalanı misafir etmemek lazım” diyen Hocaefendi “Ramazan gitti artık, 11 ay hicran ve hasretiyle yanacağız!” sözünün doğru olabilmesinin şartlarını sıralayarak meseleyi misallendirdi.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

369. Nağme: Hizmet için sefer ve yolcunun duası

369. Nağme: Hizmet için sefer ve yolcunun duası

Sünnet-i seniyyeye bakıldığında, yolculuğa çıkış anından bineğe oturulduğu esnaya, gidilen beldenin görüldüğü andan o beldeye giriş vaktine, dönüş yolundan aile fertlerinin yanına ulaşıldığı zamana kadar yolculuğun âdeta her karesinin dualarla dolu dolu geçirildiğini görüyoruz.

370. Nağme: Güzel üslup insafa çağrıdır

370. Nağme: Güzel üslup insafa çağrıdır

Fethullah Gülen Hocaefendi, çoğu zaman usûlün üsluba kurban edilmemesi lazım geldiği üzerinde durur ve kendi değerlerimizi başkalarına sunarken usûl ve üslup meselelerine çok dikkat etmemiz gerektiğini vurgular.

Bildiğiniz gibi, “usûl” kelimesi, temel, esas, kök, mebde’ ve hakikat manalarına gelen “asl” sözcüğünün çoğuludur. İnsanca yaşama hedefine ulaşmak için vaz’ edilen kanun, kural ve disiplinlere de usûl denir. Tefsir, hadis, fıkıh gibi her ilim dalının ve tabii ki dinin kendine has usûlü vardır. Üslup ise, tarz, metod ve tertip demektir; muhatabın durumuna göre en tesirli anlatış şeklini belirlemenin ve hakikatleri belli bir nizam çerçevesinde dile getirmenin adıdır. Evet, çok farklı tabiatlardaki insanlara hak ve hakikatleri anlatmanın da mutlaka bir üslubu olmalıdır. Şahısların fıtratları da nazar-ı itibara alınarak herkes için en uygun üslup tespit edilmeli ve farklı argümanlar kullanılmalıdır. Aksi halde, dine çağırma ile dinden kaçırma öyle birbirine karışır ve Sonsuz Nur’a koşması beklenenler O’ndan o denli uzaklaşırlar ki, onları bir daha döndürmek hiç mümkün olmaz. Bu itibarla, usûlün başı olan “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasûlullah” hakikati anlatılırken dahi belli bir üslup takip edilmelidir ki maksadın aksiyle tokat yenmesin.

İşte 16:38 dakikalık ses ve görüntü dosyaları halinde neşredeceğimiz bugünkü nağmede Fethullah Gülen Hocaefendi bir kere daha üslup konusuna değiniyor. Önce şu ayet-i kerimenin mealini veriyor:

اُدْعُ إِلَى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
“Sen insanları Allah yoluna hikmetle, güzel ve makul öğütlerle dâvet et, gerektiği zaman da onlarla en güzel tarzda mücadele et. Rabbin, elbette, yolundan sapanları en iyi bildiği gibi kimlerin doğru yola geleceğini de pek iyi bilir.” (Nahl Sûresi, 16/125)

Bu ilahî beyandan hareketle üsluba dair çok önemli esasları dile getiren Hocamız, ayrıca küfür sıfatlarına karşı nasıl tavır alınması gerektiğini ve hüsn-ü zanna bağlı kalırken aldanmamak için neler yapılması lazım geldiğini anlattı.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

371. Nağme: Ümit, endişe ve hayret

371. Nağme: Ümit, endişe ve hayret

Fethullah Gülen Hocaefendi, yine lisan-ı haliyle “lügat arkadaşlığı” vurgusu yaptı; manasını çok iyi bildiği kelimeleri bile sözlükten kontrol ederek bir sözcüğe yüklenen farklı manaları anlamanın insana mülahaza derinliği kazandıracağına işaret etti.

372. Nağme: Zaman israfı, yorgun dimağlar ve teknolojik imkanlar

372. Nağme: Zaman israfı, yorgun dimağlar ve teknolojik imkanlar

  • Günümüzde en çok israf edilen, adeta canına kıyılan nimet zamandır. Allah, zaman israfının hesabını da sorar.
  • Sürekli abesle iştigal eden kimselerin kitle psikolojisiyle sokaklara dökülmelerini ve birbirleriyle yaka paça olmalarını çok tabii görmek lazım.
  • Üstad Hazretleri yaşadığımız asırda oldukça yaygınlaşan unutkanlık hastalığı sebebiyle insanların Kur’an’dan öğrendiklerini de unutacaklarını ve “Âhir zamanda, hâfızların göğsünden Kur’an nez’edilecek” mealindeki hadis-i şerifin te’vilinin bu hastalığın dehşetli neticelerinde aranması gerektiğini belirtmiştir. Evet, kirlenmiş, yorulmuş ve fuzuli şeylerle dolmuş zihinlerin Kur’an’ın enginliklerine ve namaz gibi ibadetlerin derinliklerine açılmaları mümkün değildir.
  • Fethullah Gülen Hocaefendi, “Çok defa ‘şu dört rekâtı eksiksiz kılayım’ diye niyet ediyorum ama başaramıyorum. Bazen ikide kalıyorum, üç ettiğim çok azdır, bilmiyorum hayatımda dört yaptım mı?” sözüyle ne kastediyor?
  • İki Cihan Serveri (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz buyuruyor ki:

    مِنْ حُسْنِ إِسْلاَمِ الْمَرْءِ تَرْكُهُ مَا لاَ يَعْنِيهِ
    “İnsanın müslümanlığına ait güzelliklerindendir mâlâya’nîyi (faydasız işleri) terk etmesi.”

  • Bazı problemin çözümü, teknolojiye tamamen karşı çıkmakta değildir. Asıl mesele; problemleri insanda çözmek, onu heveslerinin esiri olmaktan kurtarmak ve aynı zamanda teknoloji ürünlerine de hâkim kılarak onları doğru şekilde kullanma ufkuna ulaştırmaktır. Unutulmamalı ki, şoför sarhoş ise araba ne kadar sağlam olursa olsun kaza kaçınılmazdır.
  • Bilgisayar ve İnternet gibi teknolojik vasıtalar, bilgiye hızlı ulaşabilme imkânı sunmaları açısından değerlidir. Şu kadar var ki, İnternet ve televizyonla ulaşılan bilgiyi kendimize mâl etmemiz çok zordur. Ancak kitap okumakla hakiki manada ilim sahibi olunabilir.
  • İmam-ı Azam hazretleri “İsrafta hayır olmadığı gibi hayırda da israf yoktur.” buyurmuştur.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.