Ölmeden Önce Allah’a Kavuşmak

Ölmeden Önce Allah’a Kavuşmak

Soru: Ehl-i tasavvuf, ölmeden önce Allah’a kavuşmak için çabalıyorlar. Acaba bir insanın ölmeden önce Allah’a kavuşması mümkün müdür?

Cevap: Allah’a vâsıl olma, Allah’a ulaşma, farklı seyir mertebelerinden geçmek suretiyle olur. Tabii tasavvuftan nasibi olmayan kimse âlem-i emirde ve âlem-i halkta seyir nedir onu bilemez. Hususiyle maddeciliğin çok ileriye gittiği, kalbin ve ruhun yanı başında aklın ve fikrin ele alınmasının çok lüzumlu olduğu bu asırda bazılarına göre hayal ve nazariye gibi gelen bu meselelerden bahsetmek belki de faydasız olacaktır. Ama bir avam anlayışı içinde arz edecek olursak, tasavvufta bu seyri ikmalde insanın münasebet değişikliklerine verilen adların şunlar olduğunu görürüz:

Birinci mertebe, “seyr ilallah” mertebesidir ve kendi uzaklığını aşma adına Allah’a doğru seyretme demektir. Sâliki çok, müdâvimi ona nispeten az, herkese açık bir seyahat-i kalbiye ve ruhiye olan bu yolculuk, -Müsemmâ-i Akdes de diyebileceğimiz Hazreti Zât mülâhazası mahfuz- ef’âl âleminden isimler ufkuna, sonra da bu isimlerin gölgesinde mebde-i taayyün olan isme ulaşmakla nihayet bulan bir yolculuktur.

İkinci mertebe, “seyr fillâh” mertebesidir. Bu seviyeye ulaşan insanda, doğrudan doğruya fenâ fillâh mertebesi zuhur eder ve o insan, âdeta daire-i maiyyet içinde seyrine devam eder. Vâkıa, Ehl-i Sünnet anlayışı içinde, sâlik, gördüğü şeylere şahsî pâye nazarıyla bakmaz, fakat ciddi temkin, vakar ve Allah’ın murakabesine tam inanma şuuru içinde seyrini tamamlar.

“Seyr minallah” mertebesine gelince o, nübüvvete has bir keyfiyettir ve Hak’tan halka geliş demektir. Sâlik varmış, gitmiş, seyrini ikmal etmiş, sonra dönmüş ve götürmek üzere gelmiştir. Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtü vesselâm)’ın velâyetinin tezahürü olan Mirac-ı Nebi işte bu seyirlerin hepsini hâvidir.

Evliyaullahtan olan Abdülkuddüs Hazretleri şöyle der: “Hazreti Muhammed (aleyhissalâtü vesselâm) kevn ü mekânları aştı, huzur-u kibriyâya vardı, kurb-i huzurla müşerref oldu, dünya gözüyle Hakk’ı gördü, hûri ve gılmânın perdedarlığına şahit oldu. Cennet ve bütün niam-ı ilâhiye O’nun önüne sofra gibi serildi. Ama o âlemin debdebe ve ihtişamı O’nun gözlerini kamaştıramadı. Gittiği gibi insanlığı kurtarmak üzere insanların içine tekrar döndü. Allah’a yemin ediyorum ki, ben o mertebelere çıksaydım geriye dönmezdim!”

Bu söz, çok veciz olarak, daima giden ve geri dönmeyen bir velinin seyriyle, giden-gelen-götüren nebinin seyrini tefrik etmektedir. Ama bütün bunlar esasen iç müşahede, ruha doğru derinleşme ve bir zevk işidir. İç âlemine doğru derinleşmemiş, zahire takılıp kalmış insanlara bunları anlatmak çok zor olsa gerek...

Bu asır, kalble beraber akıl asrı olduğundan bu türlü şeyleri muvakkaten Cenâb-ı Hak kaldırmıştır. Öyle ümit ediyorum ki, yeniden bir velâyet müessesesi -inşaallah- teşekkül ettiği zaman pek çokları ilm-i hakikatin yanında bu ruhani zevkleri de hissedecektir.