Salih Amel, Salih Kimseler İle Tanıtılmalıdır

Salih ameli, sulehâ (salih insanlar) ile tanıtma, ebeveynden ziyade muallimi ve mürebbiyi ilgilendiren bir husustur. 'Salih ameli salihler ile tanıtma konusunda nasıl hareket etmemiz gerekir?' konusu ile ilgili duygu ve düşüncelerimizi şöyle açıklayabiliriz:

Evet, çocuklar, gençler salih ameli öğrenmelidirler; ancak sadece öğrenme nazarî bir bilgiden ibaret kalacağı için, bu nazarî bilgilerin sülehâ ile tanıtılması ve güzel işlerin, onların kahramanlarıyla hatırlatılması çok önemlidir. Daha küçük yaşta iken, o çocukların zihinlerine, namazıyla-niyazıyla büyük bildiğimiz insanlar girmelidir ki, çocuk, yürüdüğü yolun, daha önce de bazı mühim zatların yürümüş olduğu bir şehrah olduğunu bilsin ve o yolda olmanın bütün ezvakını duyabilsin. Belli bir yaşa geldiği zaman, günde şu kadar namaz kılan ya da senenin pek çok günlerinde soğuk-sıcak demeden oruç tutan bir insanın zâhirine bakarak karar verecek olursak Allah indinde efdal bir insan olduğuna inansın ve onun gibi olmaya imrensin. Netice itibarıyla din ve diyaneti adına yaptığı her şeyi, onun ruh ve mânâsına bağlayarak yapacak ve muhalif rüzgârlar karşısında sarsılmayacaktır.

Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), 'Şu devirde münafıklar yaptıkları şeyleri sizden gizlemek için nasıl utanıyor, hicap ediyor, durumlarını sizden gizliyorlarsa; bir gün gelecek müminler de (inançlarını ve amellerini) saklayacaklardır.'[1] buyurur.

İşte bazı dönemlere mahsus bu hastalığı, genç nesillere daha çocukluk döneminde aşma yolları gösterilmeli ve sonraki günlerde teklemelerine meydan verilmemelidir. Dahası onlara dinin bir izzet vesilesi olduğu telkin edilmeli ve Allah'ın emirlerine cân-ı gönülden sarılma ruh hâletiyle yetiştirilmeleri sağlanmalıdır.

Burada, yaşanmış bir örnek arz etmek istiyorum. Çocuğunun eğitimini sağlam bir şekilde plânlayıp onu hep yakın takibe alan bir ailenin kız çocuğu bir gün geliyor, bu küçük mürşide kendi muallimesine tesir ediyor. Gerçi sevdiği muallimesi insanlığa ait bütün nezaketini korumakla beraber, dinsizlik her gün onu biraz daha yıpratmakta ve manen tüketmektedir. Çocuk, ruhunda derinleştirdiği din hakikatinin tesiriyle bir gün arka sıralardan birinde birdenbire hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar. Derken o şefkatli muallime yanına gelir ve ona, 'Yavrum niçin ağlıyorsun?' der. O da 'Hocam sana ağlıyorum.' şeklinde cevap verir ve devam eder: 'İnanmadığın için Allah'ın (cc) seni cezalandıracağına üzülüyorum.' diye mırıldanır. Nutku tutulan kadın, hiçbir şey söylemeden geriye çekilir ve birkaç gün sonra da, çehresinde inanmış olmanın bütün güzellikleri -talebe- mürşidesinin yanına gelir ve sevinçlerini paylaşırlar.

Bu çocuğa, imanla beraber izzet de telkin edilmiştir. Mamafih, izzet Allah'a ait bir hususiyettir.[2] Ama Allah'ın (cc) dinî prensipleri yaşayanları aziz, onları terk edenleri de zelil kılacağı yine bir dinî gerçektir. Evet çocuk, duygusundan, düşüncesinden ve yürüdüğü yoldan emin olmalıdır ki, daha sonraları aşağılık duygusuna kapılmasın ve inkâr cereyanları karşısında ezilmesin. Dahası o, namaz kılmayı, oruç tutmayı bir büyüklük olarak algılamalı ve namaz kılması icap ettiği yerde tereddüt etmeden tekbir alarak, sadece o Yüce Allah'a (cc) karşı eğildiğini ortaya koymalıdır.

Kur'ân-ı Kerim, yapacağımız ve yapmayacağımız konularla alâkalı bir taraftan günde en az kırk defa: 'Rabbimiz! Ancak Sana kulluk eder ve yalnız Senden medet ve yardım umarız. Bize doğru yolu göster.' (Fâtiha, 1/5-6) gibi âyet-i kerimeleriyle bizi, şühedâ, sıddîkîn ve ebrârın yoluna hidayet etmesi arzusunu, dua ve dileğini ortaya koyarken, diğer taraftan da 'Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazabına uğramışların ve sapmışların semtine değil!' Âmin. (Fâtiha, 1/7) beyanlarıyla, tafsile girmeden ve bâtılı tasvir etmeden olumsuzluklara dikkat çeker ve rıza yolu, cennet yolu istikametinde arzularımızı şahlandırırken, küfür, küfran ve dalâlet yollarına karşı da tavrımızın olması gerektiğini ortaya koyar.

Bu üslûp, terbiyelerini derpiş ettiğimiz kimselere karşı da bir örnek teşkil eder. Sürekli Allah'ın hoşuna gidecek yol ve yöntem nazarına verilmeli ve onların ruhunda Allah'ın (cc) hoşlanmadığı şeylere karşı bir tepki hâsıl edilmelidir. Aslında böyle davranmak bizim için bir vazifedir. Allah'ı (cc) tanımayan, O'nu tevhid-i ulûhiyet ve tevhid-i rububiyetle hayatının tek hakimi kabul etmeyen mes'ul olur. Zira vazife-i fıtratını bilmeyen, yaratılış hikmetine akıl erdiremeyen, dünyaya niçin geldiğini kavrayamayan; hatta kâinatta esbap ve müsebbebât arasındaki münasebeti sezemeyen, dahası bütün bu esrar perdelerinin arkasında kendini bize hissettiren Allahu Azîmüşşân hakkında iman ve izâna sahip olamayanın dünya ve ukbâda felâha ermesi söz konusu değildir. Allah (cc) böylelerini de, böyleleriyle haşr u neşr olanları da iflâh etmez. O, 'Onlara küçük bir temayülle dahi olsa eğilim gösterirseniz ateş size dokunur.' (Hûd, 11/113) buyuruyor.

[1] Ali el-Müttaki, Kenzu'l-Ummal, 11/176
[2] Nisa, 4/139; Yunus, 10/65; Fâtır, 35/10; Münâfıkûn, 63/8