Terbiyeyi Her Yaşta Devam Ettirme

Bir hakikati, bir düşünceyi ikame etmek, yerleştirmek başkadır, devam ettirmek daha başkadır. Bin bir ihtimamla teessüs ettirilmiş nice mefkûre ve ona bağlı müessese vardır ki, kuruluş ve işleyiş şartları itibarıyla herhangi bir kusur söz konusu olmasa da, devam adına gerekli olan hassasiyet gösterilemediğinden iki adım ileriye gidilememiş; hatta bir kısım 'şerrü'l-halef'ler yüzünden teessüsüyle yıkılış sürecinin başlaması bir olmuştur.

Evet bir şeyi inşa etme çok önemlidir. Ne var ki, inşa edilen her ne ise onun idamesi ve geliştirilmesi ondan daha önemlidir. İlk Müslümanlar, daha sonra da bizim milletimiz, bir toplumu ayakta tutabilecek dinamiklerin cemiyete mal olması, sonra da korunup kollanması mevzuunda fevkalâde titiz davranmış aklî, mantıkî, hissî hiçbir boşluğa meydan vermedikleri gibi, bilip inandıklarını hayata geçirme konusunda da asla kusur etmemişlerdi. Elbetteki bununla ferdî kusurları kastetmiyorum. Maksadım sıhhatli toplum ve onun istikbal vadetmesi için gerekli olan esaslardır. Daha sonraları ise, bizim gibi bazı mirasyediler ya da meselenin ruhunu bilmeyenler ve İslâmî konuları sadece bir yönüyle ele alanlar, işi temelinden bozduk ve bize emanet edilen tarihî mirası geliştiremedik; hatta bir mânâda kuruttuk.

1) Şerrü'l-Halef Olmama

Kur'ân-ı Kerim'de, 'Kitap'ta Meryem'i de an!; Kitap'ta İbrahim'i de an!; Kitap'ta Musa'yı da an!; Kitap'ta İsmail'i de an!; Kitap'ta İdris'i de an...' şeklinde, çeşitli nebilerin durumlarını bize peşi peşine sıralayan âyet-i kerimeler bulunmaktadır.[1] Kur'ân-ı Kerim, Meryem sûresinde bu seçkin insanların hususiyetleriyle beraber açtıkları çığırları da anlattıktan sonra şöyle buyurur:

'Nihayet onların peşinde öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı zayi ettiler; nefislerinin arzularına uydular. İşte bu yüzden de ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler.' (Meryem, 19/59)

İşin mebdeinde Hz. Nuh, Hz. Âdem, Hz. Musa, Hz. Mesih, hatta Hz. Ruh-u Seyyidi'l-Enâm Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) olabilir. Şayet onlardan sonra gelenler şerrü'l-halef, yani onlara ters dönmüş, dolayısıyla da namazı zayi eden -dikkat edilirse, namazı terk eden demiyor- kılarken kılmıyor sayılan, Allah'a yakınlık vesilelerini uzaklık unsurları gibi kullanan, huzurda gaybûbet yaşayan; bu yetmiyormuş gibi kalkıp şehavâta yani cismânî arzularına uyan, dini kendi hevâsına göre yaşayan kimseler ise, yolun başlangıcındaki büyük insanların büyüklüklerinden yararlanmaları mümkün değildir.

Bizden evvelkilerin kaybettiği aynı noktada biz de kaybetme durumuyla yüz yüzeyiz. Namaz kılmak ağır geldiği için namazsız bir Müslümanlık, oruç zor olduğu için oruçsuz İslâmiyet ve cismânî arzulara uymada hudut tanımayan bir din anlayışı. İşte dünü de bugünü de kirleten mülevves düşünce!

Oysaki mümin, her hâliyle hem imanın, hem emniyetin hem de Hakk'a teslimiyetin temsilcisi demektir. Evet o, Allah'a inandığı gibi, O'nun huzurunda iki büklüm ve yasakları karşısında da tir tir titreyen insan demektir.

2) Namaz Kılmanın Önemi

Rasûlü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) kutsî bir beyanında:

'Namazımızı kılan, kıblemize yönelen ve bizim kestiğimizi yiyen bizdendir.'[2] Şimdi lütfen siz de buyurun bunun mefhum-u muhalifini düşünün!

Başı secdesiz, vicdanı paslı, insanlara karşı saygısız, anarşi çıkaran, nizam düşmanlığı yapan, devlet otoritesine karşı savaşan ve ülkede anarşiyi ikâme etmeye çalışan, bu hevâ ve hevesin çocuklarını siz kimden sayacaksınız!? Siz kimden sayarsanız sayın, böyle insanların Hz. Muhammed'in (sallallahu aleyhi ve sellem) daire-i kudsiyesi içinde yerleri yoktur.

Evet namaz çok önemlidir; biz de o konuda müteyakkız olmalıyız. Namaz kılmayanı Rasûlü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) ortada bir insan olarak göstermişti. Hele konu iman ise o daha da değişiktir. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir savaşa giderken bir kişi yardım teklifinde bulunur. Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) 'Sen inanıyor musun?' der. O da inanmadığını söyleyince, 'Senin yardımın bana lâzım değil.' buyurur.[3]

Evet, iman müminleri sahil-i selâmete götüren bir gemi, namaz da onun en hayâtî unsurudur. M. Lütfi Efendinin dediği gibi 'Namaz dinin direğidir, nurudur, sefine-i dini namaz yürütür, cümle ibadetin piridir namaz...'

Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) bir başka hadis-i şeriflerinde ise şöyle buyururlar: 'Münafıklara en ağır gelen namaz sabah ve yatsı namazlarıdır.'[4] Şimdi biz, acaba bu namazları aşk u şevk ile kılabiliyor muyuz? Bana kalırsa, nifak duygusuna karşı gerçek tavrın adı namazda aşk u şevktir.

[1] Bkz: Meryem, 19/16, 41, 51, 54, 56
[2] Nesei, İman 9; Buhari, Salât 28
[3] Müslim, Cihad, 150, Tirmizi, Siyer 10; Ebu Davud, Cihad 153
[4] Buhari, Mevâkît, 20; Müslim, Mesâcid, 252; İbni Mace, Mesâcid, 18