Bir sadakat nişanesi

İnfak”, bir sadakat nişanesi olarak; Allah yolunda tasaddukta bulunma ameliyesidir ve hemen her dinde var olan temel bir meseledir. Ancak, günümüzde, diğer meseleler gibi infak meselesi de kendi müessiriyeti, aktivitesi ve hayata geçirilmesi gerektiği ölçüsünde, ne sistemli bir şekilde anlatılabilmiş ne de temsil edilebilmiştir.

Hayatı boyunca bir “İnfak Kahramanı” olarak yaşayan İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem), kendisine peygamberlik geldiğinde, hanımının servetiyle Mekke’nin en zengin kişilerinden biri iken; birkaç sene sonra Mekke’nin en fakirlerinden biri olmuştu. Evet, O bir “İnfak Kahramanı” olarak sahip olduğu her şeyi Allah yolunda harcayıvermişti.

Allah (celle celâluhu) yolunda vermeye (infak) alışan bir insan için, dünyada vermek kadar zevkli bir şey yoktur. Ken­disini infakın hazlarına kaptırmış bir insan, aç‑susuz ve harçlıksız kalsa da bu kevser kaynağından ayrılmak istemez ve daima etrafında infak edebilecek bir şeyler araştırır durur.

Nebiler Serveri’nin (sallallâhu aleyhi ve sellem) herbiri birer yıldız olan şanlı ashabı her meselede olduğu gibi, infakta da zirveleri tutmuş ve hayatları boyunca da hep öyle yaşamışlardı. Allah’a sonsuz hamd ü senalar olsun ki, aradan bunca zaman geçmiş olmasına rağmen; bugün, Osmanlı ve Selçukluları bile geride bırakacak kadar infakta ileri ve bu yönleriyle sahabenin hemen arkasında yer alacaklarına inandığım pek çok fedakâr insan var. Vermenin, bal‑kaymak yemek, şerbet içmek gibi neşeli ve tabiî bir hâl alması, Cenâb‑ı Hakk’ın bu insanlara ayrı bir ihsanıdır. Gelecekte de veremediklerinden dolayı ızdırap içinde kıvranan, kıvranıp yemeden‑içmeden ve uykudan kesilen nesiller yetişeceğine inancım tamdır.

Ben, aile ve çevre itibarıyla hep cömertlik adına kahramanlıkların sergilendiği bir zeminde yetiştim. Öyle ki, hayatımda âdeta hiç cimri tanımadım. Bir şeyi alıp saklayan insan olmadığım için de, verme deyince tir tir titreyen kimseleri veya mal biriktirip de infak etmeme gibi ruh hâletinin ne olduğunu hiç anlayamadım. Babam ve annem de birer infak kahramanıydı. Babam imam olduğu için, bizim aile oldukça fakir bir aile idi. Ancak infak meselesine gelince, annem babamdan; babam da annemden gizli infakta bulunurlardı. Zannediyorum her ikisi de birbirlerine karşı “Belki bunu götüremez, o yükün altına giremez” diye düşünüyorlardı.

Bir de hem babamı, hem de annemi infakta geçen bir büyükannem vardı ki, doğrusu daha bir menendi yoktu. Şayet evde her gün, birkaç misafir olmazsa, zannımca o müteessir olurdu. Bu cömert kadın, hayvanlardan biriktirdiği o teneke teneke yağı, gelen misafirlere ikram etmekle kısa sürede bitirirdi. Öyle ki o, eve daima bir hoca, meşayihten biri veya sıradan bir misafir gelsin de, elinde‑avucunda ne varsa onlara ikram etsin isterdi. Zannediyorum sadece cömertliği ve gözyaşları bile onun için vesile‑i necat olabilir. Öyle ağlar, öyle ağlardı ki, bazen yanında bir kere “Allah” denmesi, onun yirmi dört saat ağlamasına yeterdi. Hatta köylüler bilirler, o vefat ettikten sonra “Köyde ağlayan kalmadı” denmiştir. Onun benim üzerimde bin nâsihten daha etkili olduğunu söyleyebilirim. Ben dört‑beş yaşında çocuk iken o, bana annemden daha büyük görünürdü. Onun için benden iki yaş büyük amcamla çok defa kavga ederdik.. ederdik de o, “Benim annem!” deyince ben de “Hayır, benim annem!” diye ona çıkışırdım.

Evet, cömertlik öyle bir haslettir ki, insan fasık dahi olsa, onun vesilesiyle Cennet’e girebilir. [1] Cennet’e girmek için, Cennet yolunda olmak gerekir. İnsanı ona götürecek yollardan biri de cömertlik yoludur.

[1] Bkz.: Aliyyülkârî, el-Esrâru’l-merfûa s.148; el-Aclûnî, Keşfü’l-hafâ 1/332.