İnsan Ebedlere Namzettir

Nimetle nimet vereni duymak, nimet verenin büyüklüğünü kabul etmek ve nimet verene karşı sorumlulukları hatırlamak arasında çok sıkı bir münasebet vardır. Kur'ân-ı Kerim'de O, göklerde ve yerdekilerin tamamını, kendi tarafından sizin hizmetinize verdi. Bunda, tefekkür eden bir kavim için deliller ve ibretler vardır.' (Câsiye, 45/13) 'Görmez misiniz ki, Allah göklerde ve yerde olan şeyleri hep sizin menfaatinize musahhar kıldı. Üzerinize açık ve gizli olarak birçok nimetlerini tamamladı.' (Lokman, 31/20) gibi âyetlerde yine bu hakikatlar dile getirilmektedir.

Bu nimetler hiç hatırlatılmamış olsaydı, nimetlerle yüreklerin şahlanması, duygu ve düşüncelerin heyecana gelmesi ve bir konsantrasyon yaşanması söz konusu olmaz ve bunun neticesinde de insan, kulluğunun şuurunda olamazdı. Zira yeryüzünde kendi şuurunun farkında olan ve vicdanında da bunu duyabilecek kapasiteye sahip bulunan insan, Kur'ân-ı Kerim ve enbiya-i izamın hayatbahş olan soluklarını yakalayabilmişse, arş-ı Rubûbiyetle konsantrasyona girmiş ve dolayısıyla nimetlerden o nimetleri veren Mün'im'e ulaşmış demektir. Bediüzzaman Hazretleri de 'Nimete bakıldığı zaman Mün'im, sanata bakıldığı zaman Sâni, esbaba nazar edildiği vakit Müessir-i Hakikî zihne ve fikre gelmelidir.' mülâhazalarını çok tekrarlar ki bu çok önemlidir. İşte bence, insana ibadetin gerçek derinliğini kazandıran hakikî kulluk münasebeti budur.

İnsan, kendini kendi duyguları ile dinlediğinde, ebede namzet olduğunu, ebedden ve Ebedî Zât'tan başka hiçbir şeyle tatmin olmayacağını anlayacaktır. Eğer insanları duygu, düşünce, istidat ve kabiliyetleriyle değerlendirecek olursak, sadece dünyanın değil, fezanın enginlikleri bile onun derinlikleri yanında sığ kalacaktır.

Evet mahiyet itibarıyla ebedlere namzet olarak yaratılmış olan insan, varlık deryasında öyle bir mahiyete sahiptir ki, onun Halık (Yaratıcı)'dan başka bir şeyle tatmin olması mümkün değildir. Bu hakikati Bediüzzaman'ın şu enfes sözleri ne güzel ifade eder:

'Fâniyim, fâni olanı istemem.
Âcizim, âciz olanı istemem.
Ruhumu Rahmân'a teslim eyledim, gayr istemem.
İsterim, fakat bir Yâr-ı Bâkî isterim.
Zerreyim, fakat bir Şems-i Sermed isterim.
Hiç-ender hiçim, fakat bu mevcudâtı umûmen isterim!'