İki Kudsî Mekân: Kâbe ve Ravza

Kâbe; mü'minlerin kalbinin müşterek attığı bir mihrâp ve İnsanlar için vaz'edilen ilk ev...' takdîr ve tebcîliyle yüceltilmiş ilk mâbettir. Temeli, yeryüzünde henüz, harcın, taşın, tuğlanın bilinmediği bir dönemde, gökler ötesi âlemlerde plânlandı ve durulardan duru bir Nebî'nin eliyle gerçekleştirildi. Oturduğu zeminin o işe tahsisi, Âdem nebînin yeryüzüne teşrifinden yıllar ve yıllar önce kararlaştırılmıştı. Öyle ki, bir gün melekler Hazreti Âdem'le karşılaştıklarında 'Sen, var edilmeden evvel bizler defaatle Kâbe'yi tavaf ettik.' diyeceklerdir. Tufandan sonra 'Hatırla o zamanı ki, İbrâhim ve İsmâil (a.s) Kâbe'nin temellerini yükseltti ve şöyle dediler: 'Ey Rabbimiz, bizden bu hayırlı işi kabul buyur!' (Bakara, 2/127) ilâhî beyânıyla, peygamberler babası Hazreti İbrâhim ve onun oğlu İsmâil (a.s) dümdüz olmuş Kâbe arsası üzerinde onu yeniden inşâ ettiler.

Arzın merkezinden 'Sidretü'l-Müntehâ'ya kadar ins, cin ve meleğin her zaman çevresinde dönüp durduğu bir amûd-i nûrâni (nurdan sütun)nin yeryüzünde mücessem bir kesiti sayılan Kâbe, her lâhza görünür-görünmez milyarlarca temiz ruhun, harîmine can atıp vuslat aradığı, öyle eşi-menendi olmayan bir binâdır ki, kıymeti semâlara eşittir dense sezâdır.. zaten o gökte ve yerde Allah'ın evi mânâsına 'Beytullah' olarak yâd edilmektedir.

Kâbe bulunduğu noktaya o kadar uygundur ki, ona dikkatlice bakan herkes, bulunduğu yerle, onun ruh ve mânâsı arasındaki sımsıkı râbıtayı hemen sezebilir. Sanki o, hariçten getirilmiş rastgele malzeme ile değil de yerden fışkırıp çıkmış veya gökte melekler tarafından inşâ edilip bilâhare yeryüzüne indirilmiş gibidir. O, yanıbaşındaki, yanmış kavrulmuş, büyük-küçük, dağ-tepe ve taş yığınları arasında, bir zikir halkasındaki serzâkire benzer. Çevresindeki her şey onun iniltileriyle inler, onunla yukarılara el kaldırır ve sonra da sessiz sessiz onu dinlemeye koyulur.

Ravzâ ise bize dünyâda bulunmanın rûhunu duyuran biricik binâdır. Bu mübârek binâ ile münasebet ve kalbî alâkalarımız, bizde öyle kudsî heyecanlar hasıl eder ki onu düşünüp, onun hakkında bir şeyler söylerken, sanki iffetiyle tanıdığımız bir nâmus âbidesini anlatıyor gibi yanlışın en küçüğüne dahi düşmeyelim diye korkar ve tir tir titreriz. Onun aydınlık semtine dehâlet eden her ruh, vicdanının derinliklerinde, Nâbi'nin:

Sakın terk-i edebten kûy-ı mahbûb-i Hüdâdır bu
Nazargâh-ı İlâhîdir makâm-ı Mustafâ'dır bu.

na'tının yankılandığını duyar ve irkilir.

Mekke, beşer târihi boyunca bir kısım kısa aralıkların istisnasıyla, hep insanlığın mihrabı olmuştur. Mekke'nin bu hususiyeti Kâbe'den ötürüdür ve bu yönüyle de Kâbe mihrâplar mihrâbıdır. Bu muhteşem mihrâbın bir de minberi vardır ki -Sahibine vücudumuzun zerrâtı adedince salât ü selâm olsun- o da Cennet bahçelerinden daha temiz olan Ravzâ-i Tâhire'dir.

Evet Kâbe, yeryüzünde en mübarek yerdir. Her ne kadar kesin bir malumat olmasa da Ravzâ, Kâbe'nin mayasıyla yoğrulmuş olabilir. Ben şahsen Kitap ve Sünnette böyle bir değerlendirme görmedim, ancak bir ehl-i tahkikten, Ravzâ'nın, hususiyle sadece Efendimiz'in (s.a.s) medfeninin yeryüzünde her yerden daha kıymetli olabileceğini işitmiştim. Ne var ki Cenâb-ı Hakk'ın: 'Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mâbet), Mekke'deki (Kâbe)dir.' (Âl-i İmran, 3/96) buyurduğu Kâbe, yeryüzünde en mübarek bir buk'adır. O mübarek yerin bereketindendir ki, oradan pek çok peygamber zuhur etmiştir. Hatta denilebilir ki, peygamberler, dünyanın değişik yerlerinde bulunsalar da hemen hemen hepsinin mebde ve menşeleri Kâbe'dir. Bu açıdan orası enbiyâ-i izâm için âdeta bir konak mesabesindedir.

Esasen Kâbe hakkında daha başka hususlar da söylenilebilir. Fakat okuyucuların zihinlerinin tecsim ve teşbihe girmeleri endişesinden dolayı bu konuda aklıma gelen hususları ifade etmekten çekiniyor ve bu kadarlıkla iktifa ediyorum.

Mevlid