Başarı ve mağlubiyet karşısında “inanmış insanın nitelikleri”

Soru: Hocam, “İnanmış insanın nitelikleri” başlıklı yazınızdan iki cümle okumama müsaade eder misiniz? Şöyle buyuruyorsunuz: “Kazandıkları ve başarıdan başarıya koştukları zaman, bir taraftan imtihan geçiriyor olma endişesiyle tir tir titrer; diğer taraftan da şükran hisleriyle iki büklüm olur ve sevinç gözyaşlarıyla boşalırlar. Kaybettikleri zaman sabretmesini bilir, azimle gerilir ve bilenmiş bir irade ile ‘Yeni baştan…’ der yola koyulurlar. Ne nimetler karşısında küstahlaşır ve nankörlük ederler ne de mahrumiyetlere dûçâr olduklarında ye’se düşerler.”

Cevap: Cenab-ı Hak, aklımıza getirmiş ve söyletmiş; hamd ona, minnet ona. Evet, esas olan da odur; ne Rabb’imizin lütuflarını hafife almalı, hiç olmamış gibi görmeli, ne de onlara sahip çıkıp nefse maletmeli. Üstad Hazretleri ne güzel ifade ediyor; “Mesela, nasıl ki murassâ ve müzeyyen bir elbise-i fâhireyi biri sana giydirse ve onunla çok güzelleşsen, halk sana dese, ‘Maşaallah, çok güzelsin, çok güzelleştin.’ Eğer sen tevazukârâne desen, ‘Hâşâ, ben neyim? Hiç! Bu nedir, nerede güzellik?’ O vakit küfrân-ı nimet olur ve hulleyi sana giydiren mahir san’atkâra karşı hürmetsizlik olur.”

Gördüğünüz gibi, dinimizin ölçüleri çok sağlam; ne var ki, anlayışlar sağlam olmayınca bazen çarpık anlamalar, yanlış yorumlar duyuluyor.

“Elhamdü lillahi hâzâ min fadli Rabbi.” Ama israf yapıyorsak ve hakkını vermiyorsak!... Fakat zannediyorum hepsinden böyle birer parça tadıp, o nimette, öbüründe, bir başkasında, yani teker teker her nimetin çehresinde Cenâb-ı Hakk’ın mührünü görmek; ihsanlarının nümâyân olduğunu müşahede etmek; neticede şükür hissini coşturmak ve onu senâ etmek için tatmaya izinliyiz. Ama tıka basa yeyip o nimeti israf etmeye izinli değiliz.

Nimetin kadrinin daima bilinmesi, onun nimet olduğunun sürekli hatırda tutulması, ona karşı göz yumulmaması için tıka basa olmamak lâzım. Varlık içindeyken ölçüyü korumak lâzım. İnsanın elinde yoksa, fakirse zaten ancak yaşayacak kadar yer. Fakat asıl takdire şâyân olan, elde imkân varken, zenginken iktisatlı olmak ve israfa kaçmamaktır. Bu, tıpkı güçlü iken affetmeye benzer. Gerçek af, cezalandırmaya muktedir birinin affıdır. İnsanın zaten gücü yetmiyorsa ve muhatabına karşı mukabelede bulunmak elinden gelmiyorsa, “Haydi git, seni affettim” demesi abes bir söz olur. İşte, önemli olan nimetin içindeyken onun kadr-u kıymetini bilmek, şükretmek ve israfa girmemektir.

Nimet içinde nimeti bilmemek ne fena şey. Nikmet içindeyken de onun bir nikmet olduğunu bilememe, onu nimet sayma ondan da fena ve ne kadar büyük bir felâket! Küfür, dalâlet ve onlardan rahatsız olmama, ne bitirici ve ne helâk edici bir nikmet!...

Kırık Testi