Kaza, Kader ve Atâ Üzerine Mülâhazalar

Kader, ölçme-biçme, biçime koyma ve şekillendirme demektir. Arapça'da fiil şekliyle 'Ka-de-ra' dediğimiz zaman, 'takdir etme, belli hisselere ayırma ve herkese bir pay çıkarma' mânâlarını anlarız. 'Tef'il babında ise, 'Kad-de-ra' 'hükmetti, kazada bulundu, hükmünü geçerli kıldı' mânâsınadır. O hâlde kader, "Mâ yukaddirullahu mine'l-kadâ ve yahkümü bih", yani "Allah'ın kazadan takdir ettiği ve hükmettiği şey" demektir.

Mevzuu derinlemesine ele almadan önce, kaderle alâkalı bazı âyetleri mealen vermede fayda mülâhaza ediyoruz:

"Gaybın anahtarları, O'nun yanındadır, onları ancak O bilir. (O) karada ve denizde olan her şeyi bilir. Düşen bir yaprak -ki, mutlaka O'nu bilir- yerin karanlıkları içinde gömülen dane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir Kitap'ta olmasın."[1]

"Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir Kitap'ta bulunmasın."[2]

"Şüphesiz Biz, ölüleri diriltiriz ve önden gönderdikleri ve arkada bıraktıklarını yazarız. Zaten Biz, her şeyi apaçık bir kütüğe kaydetmişizdir."[3]

"(Ey şanı yüce Nebi!) Doğrusu sana vahyedilen bu Kitab, Levh-i Mahfuz'da bulunan şanlı bir Kur'ân'dır."[4]

"Doğru sözlü iseniz bildirin, bu azap sözü ne zamandır?" derler. De ki: "Onu bilmek ancak Allah'a mahsustur. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım."[5]

Kaza ile kader, bir mânâda aynı, diğer mânâda ise kader, Allah'ın takdiri, kaza ise, bu takdiri infaz ve yapılacak şeyin eda edilmesi ve hükmün yerine getirilmesi demektir.

Kader, sonsuz ilme sahip, geçmiş, hâl ve geleceği bir nokta gibi görüp bilen -esasen kendisi için geçmiş, hâl ve gelecek diye zaman dilimleri bahis mevzuu olmayan- Cenâb-ı Hakk'ın, mikro âlemden makro âleme, zerrelerden sistemlere ve gelecekteki bütün hayatıyla 'normo âlem' insana kadar en küçükten en büyüğe bütün kâinatı, ilmî plânda, ilmî vücudlarıyla plânlayıp programlaması, plân ve projeleriyle kesip biçmesi, tayin, tespit, tasnif ve takdir etmesi ve bütün bunları tasarı ve ilmî plândan alıp, irade, meşîet, kudret plânına geçirmesi ve haricî vücut meşherlerinde, halk âleminde göstermesi için, hemen her şeyi, daha olmadan evvel 'mübîn' bir Kitap'ta tespit ve takdir etmesidir.

Evet 'Kitab-ı Mübin', henüz zuhur silsilesinde yerini almaya başlayan eşyayı, Levh-i Mahv ve İsbat'ta ve Levh-i Mahfuz'un istinsahları hâlinde Allah'ın mükerrem meleklerinin yazması demektir.

Ve yine kader, insanın kesbiyle Allah'ın (celle celâluhu) yaratmasının mukareneti ve beraberliğidir. Yani insan, bir işe mübaşeret edip, iradesiyle o işin içinde bulunduğunda Allah (celle celâluhu) dilerse o işi yaratır. İşte kader, bu iki ana hususu ezelî ve sonsuz ilmiyle olmadan evvel bilen Allah'ın (celle celâluhu), yine olmadan evvel tespit buyurmasıdır.

Kader, insanın kesb ve iradesi hesaba katılmadan düşünülemez. Kâinatta kader, plân, program, ölçü ve denge hâkimdir.

"Allah, her dişinin neyi yüklendiğini ve rahimlerin neyi eksiltip artırdığını bilir. O'nun yanında her şey bir miktar iledir."[6]

"Arzı da yaydık; oraya sağlam dağlar attık ve orada ölçülü mütenasip şeyler bitirdik."[7]

"Göğü yükseltti ve mizanı koydu."[8]

Kâinatta öyle şamil ve geniş dairede bir kader hâkimdir ki, onun dışında hiçbir şey tasavvur edilemez. Kâinatı yaratan Allah (celle celâluhu), çekirdeğin çatlamasından bahara, insanın doğuşundan yıldızların ve galaksilerin doğuşlarına kadar her şeyde muhît ilmiyle öyle bir plân ve program tespit buyurmuş ve bir kader tayin etmiştir ki, dünden bugüne dünyanın dört bir yanındaki ilim adamları ve araştırmacılar, binler eserleriyle bu nizam, bu âhenk ve bu takdire tercüman olmaya çalışmaktadırlar. Bir kısım Marksistlerin bile, 'determinizm' gibi değişik ad ve unvanlar altında kabul ettikleri umumî disiplinler, dost-düşman, inanmış-inanmamış herkesin kâinatta bir plân ve kaderin bulunduğunu kabul etmesi bakımından çok önemlidir. Marksistlerin anladığı mânâda bir determinizm, bizim için hiçbir zaman söz konusu değildir. Biz sadece, farklı bir mânâda dahi olsa, meseleye kader açısından temas etmek istedik. Gerçi, İbn Haldun gibi bir kısım İslâm müellifleri de bir nevi determinizme taraftar görünür ve son dönem batı düşüncesinde, meselâ historisizmde olduğu gibi, bu determinizmi toplum hayatına da teşmil ederler ama biz, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat düşüncesi içinde bunu belli şartlara bağlar ve 'belki'lerle ifade ederiz.

İşte biz de bu ölçüler içinde, insan iradesinin de dahil olduğu her şeyde küllî bir kaderin hâkim olduğuna inanırız. Evet, nasıl ki bir saat veya bir bina yaparken önce bir plân ve proje çizer, fizibilite çalışmalarında bulunur ve hassas ölçüler ve çizgilerle ileride ortaya çıkacak şeklin takdiratını yaparız; öyle de, şu baş döndürücü sistemlerin ve şu atomlar âlemiyle insanların kendi aralarında ve kendi içlerinde birbirleriyle olan münasebetlerinin belli bir bir plân ve program haricinde olması düşünülebilir mi? Bir saat gibi bozulmadan, en ufak bir çarpma ve çarpışma olmadan idare edilip giden şu madde âlemindeki nizam ve dengenin binde biri kadar bir sistem veya sistemler dev bilgisayarlarla bile yürütülemezken, baş döndürücü büyüklüğü ve ihtişamıyla şu koca kâinatları plânsız, programsız, düşünmeye imkân var mıdır?

Çekirdek ve tohumlar, kader yüklü sandukalardır. İleride geçireceği her bir safhasıyla ağacın bütün hayatı, çekirdekte kaydedilmiştir. Yapı itibarıyla birbirinin aynı görünen ve aynı basit maddelerden meydana gelen pek çok çekirdek, toprağa düştüğünde, çeşit çeşit çiçekler, bin bir türde bitkiler ve ağaçlar meydana gelmektedir. Her bir çekirdek, kaderin kendine biçtiği ya da kendine kader yapılan ölçü içinde ilmî, mânevî bir suret ve şekil alıp, kendine has biçim ve elbiseyle toprak üstünde tüllenir ve seyreden gözlere arz-ı endam eder. Binlerce terzi, yıllarca çalışsa, değil bunca çiçek ve bitkiye, tek bir ağaca bile böyle bir elbise dikemeyecektir. Oysa yüz binlerce ağaç, belki yüz binlerce yıldır, hiçbir ölçü, kesim ve dikiş hatası yapılmadan, âdeta ısmarlama dikilmiş elbiseleri birbiri ardınca giyip çıkarmaktadır. Acaba bunu yapan gerçekten kendileri midir, yoksa onlara o kalıbı, o şekli, o kaderi veren bir yüce takdir edici midir..?

Belli bir kader ve programa tâbi olduğundan dolayı bir sperm asla yalan söylemez; kromozomların dili, RNA ve DNA'nın şaşmaz vazifesi ve hücrelerin beyanıyla, ağız, dil, dudak, göz, kaş, kulak, sima, duygu ve kabiliyetler gibi pek çok safhalardan geçip "İnsan olacağım" der ve olur.

Astrofizikçilere göre, kâinatın her noktasında hangi buudların var olduğu ve bu noktalarda hangi manyetik etkinin ne tarzda bulunduğu az da olsa bellidir. Çünkü geometrik yerler ve kuvvetlerin şiddeti önceden vardır. Kompüterlerin keşfiyle de anlaşılmıştır ki, atomlardan galaksilere kadar kâinatta yaratılan her varlık yaratılışıyla birlikte programlanmaktadır; evet, her şey önce Levh-i Mahfuz'da tayin ve tespit edilmiştir...

[1] En'âm sûresi, 6/59.
[2] Neml sûresi, 27/75.
[3] Yâsîn sûresi, 36/12.
[4] Bürûc sûresi, 85/21-22.
[5] Mülk sûresi, 67/25-26.
[6] Ra'd sûresi, 13/8.
[7] Hicr sûresi, 15/19.
[8] Rahmân sûresi, 55/7.